2020 yılı nihayet ağır kara perdesini indirdi. Ama daha şimdiden sırtında bir “lanetli” damgasını taşıyor! Sanki “uğursuzluk” bir gerçeklikmiş gibi, neredeyse herkes “aman gitsin de bir daha gelmesin” sözünü yineleyip duruyor.
2008 sonlarında yolum yine zindana düşmüştü. Setenay Berdan’dan bir mektup aldım. Yoğun bir “ekonomi-politik sarhoşluğu” içinde olduğu her halinden belli, heyecan dolu satırlarında, yeni bir şeyi bulmuş/görmüş olmanın coşkusu vardı. Malum. Tüm dünyayı derinden sarsan bir krizin (2007 “mortgage krizi”) içindeydik. “Bizim Reis” meydan meydan gezip “bizi teğet geçecek” deyip duruyordu dünyayı pençesine alan kriz hakkında.
Malum, damattan henüz ses seda yok. Kendi yokluğunda olanlar konusundaki pişkinliği, varkenki pişkinliği gibi devam ediyordur herhalde. Bu tavır, dinci faşizmin siyasal şahsiyetlerinin hepsinde var. Bakınız Davutoğlu ve Babacan'a. İkisi de allı pullu develer gibi burjuva güreş meydanına dalıverdiler.
Kadına yönelik şiddet… Kadın cinayetleri… Kadın mücadelesi…
Diyarbakır'da dün kadınlar Dağkapı Meydanı'nda toplanarak bir açıklama yapmak istediler. İstedikleri, öldürülen kadınların salt bir rakam değil, etiyle kanıyla yaşayan insanlar olduğunu anlatabilmekti cümle cihana. Katledilen 41 kadının, 41 canın hikayesini anlatacaklardı insanlara. Aramızdan çalınan bu hayatları aktaracaklardı. Olmadı. Polis engellemesi ile karşılaştılar.