(...)
Gerçek Bir Hikaye
Bir kadın tanırdık. Biz ona “ana” derdik, o bize “yoldaş”. Biz onu sanki, hep kaderinde yazılı gibi duran “analık” görevine layık görürdük, onu bu şekilde yücelttiğimizi sanırdık; verdiğimiz tek şeydi sevgi. O bize daha fazlasını, sevgisiyle beraber bütün yeteneklerini de vermeye hazırdı. Bu yoldaşlık durağına çok uzun bir yoldan gelmişti ve -biliyor musunuz sevgili okur- yalnızca tek bir sözcüktü ona kanatlar takıp dağları dağları aştıran. Bu “tek bir söz”ün hikayesi, aslında milyonların hikayesiyle aynı.
Hüsniye ana, anamız... Bugün seni ölümsüzlüğe uğurladık. Bütün yol boyunca başka bir anı aramaya çalışsam da bulamadım. Birlikte yaşadığımız tek anınızı anlatmak istiyorum.
“Ana”lar vardır zamanın önünde kale surları gibi dururlar. Hiçbir şey onları yıkamaz sanırsınız. O kadar çok şey yaşamışlar; o kadar çok şeye göğüs germişlerdir ki, yaşamda artık onların sırtını yere getirecek bir şey kalmamıştır diye düşünürsünüz. Adeta Gorki’nin “Ana” romanıyla ölümsüzleştirdiği Pelage gözlerinizin önünde beliriverir.
Önceki gün yıldönümü idi Osman Karatop yoldaşın... Ve onu anmaya gelen bir yoldaşından, gençlik hikayelerini dinledik...
Merhaba yoldaşlar, bugün her yıl olduğu gibi 2 Temmuz’da Sivas’taydım. Benim için geçmiş yıllardan farklı olarak özel bir yıl olduğu için de ayrıca kaleme almak istedim. Özellikle genç yoldaşların aileleri ile olan savaşında moral etkisi olacağını düşündüğüm için yazıyorum.
Hiç tanıştık mı bilmiyorum. Birkaç ortak etkinlikte bulunmuşuz, ama o zamanlar aynı kentte olmadığımız için belki sadece merhabalaştık, belki de o bile olmadı...