En Güzel Aşk Hikâyesi: Cemile
İkinci dünya savaşı yıllarında geçen bu hikâyede Aytmatov, bize, Cemile ve Danyar’ın aşkını küçük bir çocuk olan Seyit’in gözlerinden anlatır. Cemile, Seyit’in abisi Sadık ile evlidir. Evlendikten kısa bir süre sonra Sadık askere gitmiş, köyde Seyit’in annesi, Cemile ve Seyit kalmıştır. Seyit’in annesi her koşulda gelininden yana olan bir kaynanadır. Cemile çok güzel bir kadındır. Köyün tüm delikanlıları Cemile’ye aşıktır ama Cemile hiçbirine yüz vermez. Tüm erkeklerin savaşta olması nedeni ile köydeki işlerin yürütülmesinde kadınlara ve çocuklara çok iş düşer. Köy yönetimi Seyit’in annesinden Cemile ve Seyit’i isterler. İlk zamanlar anamız bu fikre karşı çıkar ama sonra izin verir.
Savaşta bacağından yaralanan Danyar, yabancısı olduğu bu köyde savaşın yaralarını sarmaktadır. Sessizce köydeki işlere yardım eder. Cemile, Seyit ve Danyar’dan oluşan üç kişilik ekip kurulur ve istasyondan malzeme taşımaya başlarlar. Cemile çok çalışkandır, ağır yükleri tek başına kaldıran yiğit bir kadındır. Kimse onunla yarışamaz. Gün boyu ağır çalışmanın ardından köye doğru giderken içe kapanık Danyar’ımız türküler söyler. Seyit bu türküleri dinlemekten çok hoşlanır. Yorgun argın eve doğru gittikleri yol boyunca günden güne birbirine yakınlaşan Cemile ve Danyar arasında bir aşk doğar.
Seyit’in çocuk gözleri bize bu aşkı anlatır. Seyit ne yargılar ne kızar ne öfkelenir, yaşanan güzelliği, yeni doğan aşkı büyük bir sevecenlikle izler. Ama Cemile evli bir kadındır ve kocası askerdedir. Bu koşullarda aşklarını bu köyde yaşama koşulları yoktur. Cemile ve Danyar aşklarının peşinden gitmeye karar verirler ve köyden ayrılırlar. Onları giderlerken yalnız Seyit görür. Resim çizmeye meraklı bir çocuk olan Seyit, Cemile ve Danyar’ın sırtlarını köye yani geçmiş yaşamlarına dönüp, yüzlerini yeni ufuklara doğru açarak gidişlerini ölümsüzleştirmek ister ve o anın resmini çizer. Seyit’i ressamlığa doğru götüren belki de bu andır kim bilir?
En güzel aşk şiirlerinin sahibi olarak kabul edilen Aragon, Cemile için dünyanın en güzel aşk hikâyesi demiştir. Kitabın girişinde yazdığı önsözde bu hayranlığını bakın nasıl anlatıyor: “… Hem kısa hem de engin bir hikâye bu. Ne yerli yerinde kullanılmamış biricik kelimesi olan, ne de yürekte yankı yapmadık biricik cümlesi olan bir hikâye. … Yeşillikler içinde mis kokan Talas’tan kopup bize gelen bu türkü hem Ağustos’u hem sonbaharı söyleyen, aygırın ve ürperen toprağın çığlığı olan bu türkü, eski adetleri altüst edip, sevilen kadının adını her mektupta en başa, erkek kardeş, baba, ana ve ihtiyarlardan önceye alan bu türkü, aşkı kanuni evlenmeden, kadının askerdeki kocasına karşı olan ödevinden üstün tutup, köyün ikiyüzlülüğünü tarumar eden bu cüretli türkü. İşte bunun için gönlüm razı olmadı, bu türkü, pelinlerle kaplı bozkırda, insanın gençken Cemile ve Danyar’ın aşkından habersiz, üstünde yatıp uyuduğu samanların kokuları içinde kalsın; yine gönlüm razı olmadı. Kızgın gecelerinden yükselen bu türkü bizim bezgin eski dünyamızda yankılar uyandırmasın ve bu yankıları alıp götüren bulutlar, fırtınalar gidip Cengiz Aytmatov’a ‘sesin buralarda duyuluyor’ demesin.”
Yüzyüze: Seyde Ve İsmail’in Yüzleşmesi
İkinci dünya savaşı yıllarıdır. Seyde ve İsmail yeni evli bir çifttir. Düğünün hemen ardından İsmail askere alınır. Karısı Seyde, bebeği ve kaynanası ile birlikte kocasının dönüşünü beklemektedir. Bir gece İsmail çıkar gelir. Seyde kocasını karşısında görmekten mutludur ama daha sonra kocasının bir asker kaçağı olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır. Evlerinin bitişiğinde Totoy adında iki çocuklu bir kadın yaşamaktadır. Kocasını savaşta kaybeden bu hasta kadın da köyü kasıp kavuran yokluktan çocuklarını koruma telaşındadır. Bütün umutlarını yakında doğum yapacak olan ineklerine bağlamışlardır. Kadının ve çocukların bu durumuna şahit olan Seyde ineğin bir an önce doğurması ve onlara süt vermesi için dua etmektedir. Bir gün bu kadının bel bağladığı ineğin çalındığı haberi yayılır. Totoy perişan olur. Herkes hırsız avına çıkar. Seyde komşularının ineğini çalan hırsızın, o gece eve elinde taze etlerle gelen kocası olduğunu öğrenir. Çok zor bir durumda kalmıştır, üzüntüsünden saçları bembeyaz olur. Bu ruh hali içinde kocasının saklandığı mağarayı askerlere gösterir. İsmail’in, askerlerle yaptığı çatışmanın ortasında, karısıyla yüz yüze gelmesi ile hikâye sona erer. İsmail’in karşısındaki Seyde, onun tanıdığı Seyde değildir. Savaşın zor günlerinde açlığı, yokluğu paylaşmayı öğrenmiş, komşusunun acısını kendi acısı, mutluluğunu kendi mutluluğu olarak görmüş bir Seyde vardır artık.
“Aralarındaki mesafe gittikçe azalıyordu ve birden yüz yüze geldiler! O zaman Seyde’sini tanıyamadı. Bu kadın o değildi. Başı açık, saçları ağarmış, kucağında yavrusuyla korkusuzca kendisine bakan bu kadın o değildi. Birden onu kendisine fersah fersah uzaktaymış gibi gördü. Kederinin heybetiyle erişilmez, ulaşılmaz bir yüceliğe kavuşmuştu. Onun karşısında kendisi ne kadar güçsüz ne kadar acınacak haldeydi!”