Makale Dizini

80’li 90’lı yıllar boyunca sosyalizme şiddetli saldırılar artarken, diğer taraftan da proletaryanın devrimci mücadelesi yükselişe geçmiştir. Zira yaşadığımız topraklarda bahar eylemleri, Seattle, Latin Amerika’daki ayaklanmalar, sokak eylemleri ve çatışmaları proletaryanın devrimci mücadelesinin yükselişinin belirtileriydi.

Anti-kapitalist biçimde gelişen ayaklanmalar NATO’nun da tespit ettiği “Ayaklanmalar Yüzyılı”nın gelişini başlatmış oluyordu. İnsanlık tarihinin bu aşamasında emperyalist aşamadaki kapitalizm, kapitalizmin çöküş, çürüme, asalaklaşan aşamasıdır. Emperyalist-kapitalizm sürecinde üretici güçler büyük bir gelişme gösterdi. Emek sermaye çelişkisi olgunlaştı ve keskinleşti. Emperyalist-kapitalizmin insan doğasına uygun olmayan aşırı üretim sonucu gerçekleşen üretim anarşizmi, daha fazla kar elde etme hırsı, süreklileşen ve yapısal hale gelen krizleri ve üretimden kaçıp kupon kırpıp üretim dışı finans sektörüne yönelmesi sonucu oluşan asalaklaşması kapitalizmin derinleşen iç çelişkileridir.

İşçi sınıfının geniş kesimleri işsizlik, yoksullukla birlikte açlığa ve yoksulluğa sürüklenmektedir. Kapitalizm artık kendi gelişiminin önünde ayakbağı olmaya başlamıştır. Yani üretim ilişkilerinin, üretici güçler karşısında bir ayakbağı olduğunu ve üretici güçlerin de kapitalizm önünde bir ayak bağı olduğu ifade edebiliriz. Yine emperyalist aşamadaki kapitalizmin en belirgin özelliği sermaye ihracı yoluyla yeni sömürü biçimi olan yeni sömürgeciliği başlatmasıydı.

Emperyalizmin tam ilhak süreciyle birlikte kapitalist ülkelerin iç pazarının önce yıkımını ve sonra emperyalist merkezlere eklemlenmesini ifade eder. Yani bir entegrasyondan çok bir kendine katma durumu söz konusudur. Dünyanın efendisi dev tekeller, bağımlı ülke ekonomilerine tam anlamıyla el koyar, yıkıp iç bütünlüğünü parçalar ve kendi üretim süreçlerine göre yeniden biçimlendirir. Süreç içinde ise ülke ekonomisi, finansal olanaklarıyla tam ilhaka uğrar.

Bağımlı kapitalist ülkeler tek bir emperyalist pazarın değil hepsinin belli derecelerde pazarıdır. Her ülke dünya pazarına bağlanır, bağımlı duruma getirilir. Dünya pazarında ise egemen olan emperyalist ülkelerdir. Bağımlı ülkeler dünya pazarında pek çok yolla ağır bir yıkıma uğrarlar. Tabii ki bunların hiçbiri emperyal bir komplonun, sömürgem kötücüllüğün ya da neoliberal bir darbenin dışarıdan bir dayatması değil aksine her şey bağımlılığın kendi doğal seyri içinde adım adım kaçınılmazlaşmıştır.

Kapitalizm kendi işleyişine bağımlılık ilişkilerini de ekleyince ekonomik krizler süregelen bir durum oldu ve bu şekilde bağımlı ülkeleri yıkıma götürdü. Bunda kısa vadede yaşanan krizler nedeniyle, emperyalistler bankalar, borsalar yoluyla çok büyük karlar elde etmiştir. Sermaye buralardan çıkıp birkaç emperyalistin tekelinde toplanıyordu. Bu kısa süre daha devam etmiştir, fakat çöken bağımlı ülkeler değil, kapitalizmin ta kendisidir. Bu ekonomik ilhak ve ekonomik ilhakın sonuna kadar vardırılması bağımlı ülkeleri alt üste sürüklüyor. Bu alt üst oluşlar ekonomik, toplumsal, politik, kültürel yaşamın her cephesinde görülmüştür. Bu durum ise kapitalizmi çöküşe götüren bir gelişmedir. Kapitalizmin çürüme, çöküş aşamasına gelmesi en sonunda sosyal devrimler, sosyal ayaklanmalar noktasına gelip dayanmasıdır. İşte kapitalizm bu çürüme ve çöküş aşamasında evrimsel, yavaş olarak ilerlemez sıçramalı olarak işler. Eğer bu durumu açıklığa kavuşturmazsak ayaklanmalar yüzyılını, 20. ve 21. yüzyılın toplumsal devrimlerini açıklayamayız.

Ve tüm bu çelişkilerle birlikte emperyalizm, kapitalizmin son aşaması, sosyalizmin ön günüdür, sosyalizmin arifesidir. Kapitalizmin çöküşü de kendi bağrında büyüyüp gelişen sosyalizmin doğuşu da sıçramalı bir biçimde gerçekleşmektedir. Tarihin bu evresini proleter devrimler çağı olarak da bu yüzden açıklamaktayız.

Tarihin bu yeni evresinde, dünyanın emperyalist efendileri henüz tam ilhak süreci yani bağımlılık ilişkileri ile yıkıma uğratamadığı ülkelerin pazarını yıkıma uğratıp dünya pazarına bağlamak ve o ülkelerin pazarlarını emperyalist merkezlere eklemlemek ve gelmekte olanı engellemek yani insanlığın sosyalizme doğru giden görkemli yürüyüşünü kana boğmak için çok kapsamlı küresel çapta bir saldırıyı başlattı.

 11 Eylül 2001 sabahı New York dünya ticaret merkezinin ikiz kulelerine çarpan uçaklar işte bu yeni bir dünya savaşının başlama vuruşunu haberini veriyordu. BU saldırının başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin provokasyonu olduğunu ortaya koymuştuk. 11 Eylül provokasyonu hem ABD içinde yükselen proleter yangını bastırmayı amaçlıyordu hem de dünyada ABD’nin hegemonya çöküşünü durdurarak küreselleşmenin güvencelerini yaratmak istemiştir. 3.dünya savaşı dediğimiz bu olgu küresel bir iç savaş biçiminde sürdü. Bir cephede sermaye sınıfı diğer cephede ise proletarya ve proletaryanın müttefikleri emekçi sınıflar vardı. Egemen sınıf her iç savaşta olduğu gibi gerçek amaçlarını gizleyerek sürdürmeye çalıştı.


Emperyalistlerin Afganistan ve Irak işgalleriyle başlayan kanlı saldırı halkların yüreğine korku salmak şöyle dursun tam tersine anti-kapitalist ve emperyalist savaş karşıtı eylemlerin büyümesini sağlayacaktı. O dönemde proleter cephe 2005 yılında ABD’nin onlarca kentinde göçmen işçilerin hakları için sokağa çıkıldı, en geniş proleter eylemsellikler gerçekleşti. Öğrenci gençliğin mücadelesi İngiltere, Almanya, Chicago’da büyük eylemsellikler oluyordu. Proletaryanın muazzam atılımı açlık ayaklanmaları ile tamamlandı. İşte üçüncü dünya savaşı ilk perdesini bu görüntülerle açtı. İkinci perdesi ise 2008 küresel buhranıyla başlangıç yapmıştır. Bütün nesnel koşullar hazırdı. Küresel iç savaşta olgunlaşan bir küresel devrimci durum da mevcuttur.

Tüm bu nesnel süreçlerin tahlili yapılmadan yaşadığımız topraklardaki gelişen olgu ve olayları bilimsel bir şekilde açıklamak mümkün olamayacaktır. Türkiye ve Kürdistan ayaklanmalara gebe topraklardır. Devrimci durumun nesnel ve öznel koşullarının olgunlaştığı bir coğrafyalardır. Yönetenlerin bizleri eskisi gibi yönetememesi, yönetilenlerin onlar tarafından yönetilmek istememesi aynı zamanda ekonomik kriz devrimci durumun nesnel koşullarıdır.

Aynı zamanda koşullar bu durumlarla ibaret değildir. Çağdaş ölçütlere göre toplumun gereksinimlerinin karşılanamaması da önemli bir olgudur. Devrimin temelinde yatan gerçek sebeplerden birisidir ve devrimin bu ölçütle kaçınılmaz olduğunu ifade etmek gerekir. Devrimin öznel koşulları ise olgunlaşmıştır. Sistemin iç çelişkilerinin ve yapısal krizinin yaşamın tüm alanında yansımalarını yaşamaktayız. Yaşadığımız toplumsal bir başkaldırı var.

Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan halklar kapitalist sistemin çarkları altında yaşamaktan çok hoşnutsuz ve bu hoşnutsuzluk gün geçtikte büyüyor. Toplumda öfkenin, sınıf kininin büyümesine sebep oluyor. Herhangi bir sebepten, genel bir bahaneden çıkan gelişmeler bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir düzeydedir. Aynı zamanda faşist devlet kendi bekası için ölüm kalım savaşı içerisindedir. Halklara savaş açmakta ve gelişen ayaklanmaların devrimlerin önüne geçmeye çalışmaktadır.

Bugün dünyanın her tarafında ayaklanmalar mevcut. Dünya bir kaynayan kazan gibi. Şili’de, Lübnan’da, Irak’ta, İspanya’da, Ekvador’da bu ayaklanmaların anti-kapitalist yönünü, sistem karşıtı yüzünü görmekteyiz. Aynı zamanda genliğin ayaklanma içindeki muazzam enerjisini de görmekteyiz.

Tüm bu gelişmelerle birlikte gençliğin durumunu örgütlülük ve politik açıdan değerlendirmek gerekiyor. Kapitalist sistemin bu yapısal krizi ve iç çelişkilerden en fazla etkilenen kesim gençliğin kendisidir. Gençlik her geçen gün bu sistemde geleceksizliğe sürükleniyor. Üniversitelere yerleştirdiğimiz zaman ne büyük umutlarla gidiyor fakat karşılaştığımız tablo gün geçtikte korkunç bir hale gelmektedir. Yaklaşık 1 milyon diplomalı işsiz genç bulunmaktadır.

Maalesef üniversitelerden mezun olduğumuz zaman işsizlikle karşılaşıyoruz. Genç işsizlik oranının TÜİK verilerine göre yüzde 27 olduğunu görmekteyiz. Ama sadece kayıtlı olan veriler bu. Eminiz ki işsizlik oranları daha yüksek seviyelerdedir. Aynı zamanda atanamayan genç insanların intiharlarıyla çok sık karşılaşır hale geldik. Okurken çalışmak zorunda kalmak da ayrı bir sorun. Birçok arkadaşımız inşaatlarda başka üretim alanlarında çalışırken çok güvencesiz bir biçimde çalışıyor, iş cinayetlerine kurban gidiyor. Esnek çalışma politikaları ile gençlik üniversiteden mezun olunca iş bulma konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor, çok düşük ücretlerle, ağır çalışma şartlarına mahkum kalabiliyor ve artık işten atılmamak gibi bir güvence gibi bir şey söz konusu değil. Patronun iki kelimesiyle işten atılabilir, açlığa mahkum kalabiliriz. Kapitalistlerin öğrenci gençliği üretimin devamını sağlayacak nitelikli kadro olarak görmesi bir yana artık eğitimin metalaştırılması ve piyasalaştırılması ile birlikte, emeğin değeri ucuzlaşmış, eğitimin niteliği düşmüştür.

Gençliğin yaşadığı bu sorunların üzerine bir de ekonomik kriz eklenince de 1 milyon 115 bin 530 öğrenci üniversitelerini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Bununla birlikte Türkiye’de 18-24 yaş grubunun okulu terk etme oranı 2018 verilerine göre yüzde 31. Aynı zamanda burs ve yurt sorunları da çok fazla yaşanmakta. 40 bin öğrenci son 5 yılda yurtlara yerleştirilmedi. Bursa ihtiyacı olan arkadaşlarımıza burs çıkmaması sebebiyle ya da bursların eğitim için yeterli olmaması sebebiyle geçim derdini yakıcı bir şekilde hissettirmektedir. Bu düzenden ümidini tamamen kesmiş olan gençlik belirsizliğin içine sürüklenmek isteniyor. Gençlik kitlesi bu sistemde nefes alamıyor ve yaşamak istemiyor.


Tüm bunlarla birlikte gençlik mücadelesinin şu an dağınık olduğunu belirtmek gerekiyor. Gençlik içerisinde örgütlenme fobi haline gelmiş durumda. Sermaye sınıfının çabalarıyla anarşizm, feminizm gibi sağ sapma ideolojiler, akademizm, reformizm gibi düzen sınırlarını aşamayan anlayışlar gençlik kitleleri içinde yaygınlaştırılıyor. Gençliğin şu anki tipolojisini incelediğimizde ise bencil, kendi benliği ön planda olan, dayanışma duygularından yoksun, içine dönük, bireyci bir gençlik kuşağı yaratılmaktadır. Toplumun aydın, en enerjik ve dinamik kesimi olan öğrenci gençlik mücadelesi geçmiş yıllarda olduğu gibi üniversitelerde polis, ögb, sivil faşist saldırıları ile yoğun bir şekilde terörize edilip, engelleniyor. Çoğu üniversitede bağımsız öğrenci topluluğu, kulüp dahi kurmak engellenirken, sermaye sınıfının çıkarlarını savunan gerici örgütlenmelerin, şirket kulüplerinin önü açılmaktadır. Ancak tüm bu baskılara rağmen öğrenci gençliğin ileri kesimleri yurt zamlarına, barınma sorunlarına, ulaşım ücretlerine yapılan zamlara ve geçinememeye karşı kendi mücadelesini büyütüyor. Akademik eğitimin bilimsel olmasını istemekte, gericiliğe ve piyasalaşmaya karşı kavgayı büyütmektedir.

Ancak öğrenci gençliğin kendine özgü sorunlarına dair çözüm arayışı olarak mücadeleye girmesi, sadece akademik sorunların çözümüyle mümkün olamayacaktır. Çünkü akademinin gericileştirilmesi, piyasalaşması, eğitimin metalaşması kapitalist sistem devam ettiği sürece kalıcı olarak hiçbir zaman çözüme kavuşmayacaktır. Eğitim sisteminin emek-sermaye çelişkisi üzerinde yükseleceğini, derinleşeceğini, öğrenci gençliği geleceksizliğe, işsizliğe, intiharlara sürükleyeceği gözden kaçırılmamalıdır.

Sermaye sınıfının devletinin faşist karakteri eğitim sistemini ideolojik olarak şekillendirirken, üniversitelerin yönetimi doğrudan faşizmin en tepesine bağlanmışken, gerici akademisyenler tarafından etrafımız çevrelenmişken bizim sorunlarımız sadece akademik değil aynı zamanda politik yani sınıfsaldır. Öğrenci gençliğin gündemini sadece akademik sorunlar değil aynı zamanda toplumsal sorunlar da meşgul eder, etmelidir. Bu yüzden akademizm anlayışların gençliğin sorunlarının üniversite duvarları ardından çözülebileceği gibi yaklaşımlar mahkum edilmelidir.

 Öğrenci gençliğin sistematik olarak kitleler halinde geleceksizliğe, işsizliğe, intiharlara itildiği, çürümeye terk edildiği, psikolojik, ekonomik, kültürel olarak yıkıma uğradığı bir ortamda sorunlarımız sadece okulda gördüğümüz eğitim değildir. Çünkü öğrenci arkadaşlarımızın çoğu işçi sınıfının, emekçi kesimlerin saflarına mensup olmaktadır ve ayrıca ulusal olarak da ezilen ulusa mensup olan öğrenci arkadaşlarımızın ya da cinsiyet olarak ezilen kadın arkadaşlarımızın sorunlar asla akademik sorunlarla sınırlı değildir.

Toplumsal mücadelelerin hepsi bir biçimiyle üniversite duvarlarını aşar ve bizlerin gündemi haline gelir. Dünyada gelişen tüm halk hareketlerinde işte bu yüzden öğrenci gençlik toplumun enerjik ve aydın kesimi olarak, toplumsal hareketlere ilk refleks veren kesim haline gelir, mücadeleye omuz verir, eylemlerin önünde yer alır, devrimci örgütlerin saflarını doldurur.

Öğrenci gençliğin akademik mücadelesinin öz örgütlülüklerde birleşmesi gerektiği bir gerçek, bunun için üniversite forumları, meclisler, komiteler gençliğin kitle örgütü haline gelmesi için geliştirilmeli, öğrenci gençliğin bağımsız inisiyatifi bu anlamda büyütülmelidir. Fakat öz örgütlülükler öğrenci gençliğin ileri unsurlarının geniş kesimlerini bir araya getirmeyi hedeflerken, gençlik içerisinde militan, anti-faşist, anti-kapitalist bir hat üzerine oturtulmasını kaçırmamak gerekir. Çünkü hedefine kapitalizmin yıkılmasını koyan devrimci proletaryanın aktif destekçilerinden biri de devrimci gençlik hareketidir, bu yüzden devrimci gençlik mücadelesi büyütülürken gençliğin komünist öncü ile buluşması, onun ideolojik ve politik yönlendiriciliğinde hareket etmesi ve uzlaşmaz bir anlayışı yürütmesi gerekmektedir.

Sermaye egemenliğine ve reformizme karşı proletaryanın devrimci ideolojisi ışığında ideolojik mücadele kararlı bir şekilde sürdürülmeli, aynı zamanda militan, anti-faşist, geniş kesimlerin mücadele birliğini kurmayı hedefleyen bir hat kurulması için çaba gösterilmelidir. Tarihin kısa tarih olarak yaşandığı ve devrimlerin ön gününü yaşadığımız bu günlerde dünya genelindeki isyanlardan gençlik birbirinden öğreniyor, birbirine öğretiyor. Nasıl ki kapitalizm insanlığın gelişimi için bir ayakbağı haline gelmişse, geleceği temsil eden bizlerin de kapitalizmde bir çıkış yolu görünmemektedir.

(Geleceksizliğe Ve Krize Karşı Gençlik Buluşuyor’da sunuş konuşmasıdır)

(Devrimci Öğrenci Birliği