Her şey süt-liman bir görüntü verirken bir iki gün içinde ortalık toz-duman oldu. Türkiye, besleyip barındırdığı, eğitip donattığı; maaşa bağlayıp silahlandırdığı çetelerin bir anda ateşi altına girdi. Besledikleri karga gözlerini oymak için ayağa kalkmıştı.

Daha önce de olmuştu. RTE'nin Suriye devletiyle yakınlaşma politikasına yöneldiği her anda, dinci faşist çeteler “satışa geliyoruz” diye ayağa kalkıyorlar. Ancak bu seferki öncekilerden daha şiddetli bir isyan, hatta ayaklanma gibi.

Bayraklar indirilip yakıldı, parçalandı; İşgal altındaki topraklarda oluşturulan kurumlar, ordu güçleri çetelerin ateşi altına alındı. Askeri araçlar taşlandı, askeri araçlara ateş açıldı; kontrol noktalarına saldırıldı; oradaki resmi görevliler mevzilerini bırakıp kaçtı. Kısaca, bir işgalci devlet için facia bir durum.

Tam o esnada, Kayseri'de başlayan, giderek Antakya/Reyhanlı, Bursa, Konya gibi illere yayılan faşist saldırılar ortaya çıkmaya başladı. Saldırılar, Suriyeli mültecilere yönelikti. Bursa'da polis, bir katliamı önlemek için, ırkçı-faşistlerin önüne barikatlar kurdu.

Başta Afrin, El Bab, El Rai, Cerablus olmak üzere Türk ordusu-dinci faşist çetelerin işgali altındaki topraklarda patlak veren silahlı ayaklanmanın Türkiye'de Suriyeli mültecilere yapılan saldırılara duyulan öfke olduğu söylendi dinci faşist iktidar yanlılarınca.

Alakası yok. Türkiye'deki mültecilerin saldırıya uğraması işgal edilmiş toprakların “emanet”edildiği dinci faşist çetelerin umurunda değil. Onların üç kuruşa satmayacakları değer yoktur yeryüzünde. Nitekim, daha önce Suriyeli mülteciler pek çok kez saldırıya uğramalarına rağmen, bu silahlı, katil sürüleri kıllarını bile kımıldatmamışlardı.

Onları ayağa kaldıran gelişme, RTE'nin Suriye ve Esad'a yönelik, “ailece görüşme” dahil, yaptığı uzlaşma açıklamasıydı. Dinci faşist çeteler için önemli olan buydu. Böyle bir anlaşmanın ve uzlaşmanın kendileri için “satış” sözleşmesi olacağını bilecek kadar kurnaz ve uyanıklar. Paniğe kapılıp Türkiye'yi, orduyu çağrıştıran ne varsa karşılarına çıkan saldırmalarının nedeni bu.

Düzen ve iktidar medyasının öne sürdüğünün tersi olabilir. Yani Türkiye'de Suriyeli mültecilere yönelik pogromları andıran saldırılar, Suriye'deki çetelerin ayaklanmasına yanıt olarak düzenlenmiş olabilir. Çünkü, Türkiye'deki ırkçı, dinci faşist çetelerin ipleri başta MHP olmak üzere resmi ve gayri resmi örgütlü faşist güçlerin ellerinde.

Somut olgular buna işaret ediyor. Kayseri'deki katliam girişimi henüz ortada yokken, geçen ayın son günlerinden itibaren işgal edilmiş topraklardaki çetelerin Türkiye karşıtı gösterileri başlamıştı. Bu gösterilerin tavan yapıp silahlı ayaklanmaya dönüştüğü gün, Kayseri'de Suriyeli mültecilere yönelik katliam girişimi başlatıldı. Arkasından, yıldırım hızıyla diğer il ve ilçelere yayıldı.

Dolayısıyla, Kayseri'den başlayıp, olayların bir gün içinde Reyhanlı, Bursa, Muğla, Konya ve daha başka yerlere sıçramasını rastlantı sayamayız. Burjuva muhalefet, faşist devlet, her zaman yaptığı gibi, şimdi de Suriyeli mültecileri bir rehine olarak görüyor. Sadece faşist devlet de değil. Burjuva muhalefet, kitlelerde şovenist histeriyi yükseltme ihtiyacı duyduğu her seferinde, iktidarı eleştirir görünürken, Suriyeli mültecileri hedef tahtasına yerleştiriyor.

Türkiye'ye yerleşmiş olanları dahil, dinci faşist çeteler değil ama savaştan kaçan Suriyeli mülteciler, Türkiye ve Kürdistan halklarının sınıf kardeşleridir. Suriyeli mülteciler, emperyalistlerin, gerici Arap devletlerinin ve onların koçbaşı gibi hareket eden dinci faşist iktidarın, faşist devletin Suriye'yi ele geçirip kontrol altına almak üzere başlattıkları savaşın “kurbanları”dır.

Türkiye burjuvazisi, Suriyeli mülteciler üzerinde en hayasız sömürüyü uyguluyor; onları karın tokluğuna çalıştırarak, iliklerine kadar sömürüyor. Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfını, emekçi halklarını açlığa, yoksulluğa mahkum eden aynı sınıftır. Dinci faşist iktidar çevrelerinden biri, Suriyeli mültecileri nasıl sömürdüklerini şöyle açıklamıştı: “Suriyeli mülteciler olmasaydı ekonomimiz dururdu.”

Türkiye ve Kürdistan halklarının olduğu gibi, Suriyeli mültecilerin de kurtuluşu bu faşist devletin, sömürü düzeninin bir devrimle yıkılmasına, emeğin iktidarının kurulmasına bağlıdır. Yeri geldiğinde ucuz işgücü kaynağı, yeri geldiğinde şovenist histerinin kabartılmasında, ırkçı-faşist güçlerin harekete geçirilmesinde bir araç olarak kullanılan Suriyeli mülteciler devletin ve düzenin büyük baskısı ve zulmü altındalar.

Türkiye ve Kürdistan'da işçi, emekçi olarak bulunan Suriyeli mültecilerin bu baskı ve zulümden kurtuluşu iki ülkenin işçi ve emekçileriyle aynı olacak. Bu nedenle, onlara el uzatmak, onları birleşik devrim saflarına çekmek, günün acil görevidir.