Can can çarpıştı Filistin, kaç kez sustu kalbi, susturuldu; ölümlerle tanıştı kaç kez, genç ölümlerle sayısız. Katliamlar gördü, nice yaşlı, çocuk, iki canlı annelerle acılardan acı yaşadı. Yaşamak zorunda kaldı.

Gülünden kan damladı, baharına yas kondu, toprağına zehir doldu, dolduruldu. Kader biçildi ona; düşmanıyla koyun koyuna yaşamak. Başkaldırdı kaderin kanlı tanrılarına ve zulmün kanlı ağlarına çiçekler ekti, kavgasında açan. O gün bir özgürlük yemini etti Filistin. Özgürlük kadim, ağ çaresiz, tanrılar zavallıydı. Hikaye buydu, dinlendi, duyuldu, sevildi. Bazen Leyla Halit oldu, bazen C. Habbaş, bazen saflarında çarpışan binlerce Deniz Gezmiş… Yürekler Filistin’e döndü; sevdası sevdamız, yemini andımız oldu.

Yetmiyordu cephelerde çarpışmak, zafere inancı tam ama olanakları azdı. En eşitsiz şartlarda gerçekleşen çarpışmalarda işgalciler ilerlemeye devam ediyor ama o yıkılmıyordu. Yeni yollar buldu Filistin, yeni mevziler. Mesela, parça parça işgal edilirken zeytin ağaçlarına sarıldı. Dal dal direndi, yaprak yaprak… Kesildi asırlık zeytin ağaçları, vuruldu boyunları gece gündüz, yurt giderken elden saksılara zeytin fidelerini dikti Filistin; bir gün ama mutlaka bir gün özgür ülkenin topraklarına dikeceklerine olan umut ve sarsılmaz inançla. Her zeytin fidesi Filistin oldu, her bir avuç toprak yurt, çoğu kez onları kan ve gözyaşıyla sulasa da… Esaret altında esareti yenerek saksılara sığındı Filistin…

Taşlara kazıdı adını. Küçük savaşçıların, çocuk ellerinden öfkeyle çıkan o çakıl taşlarına. Özgürlüğün yeni mevzisi; taş atamasın diye kolları kırılan çocukların koca kalpleri oldu. İntifada dedi onlara dünya. Bu birincisiydi ve özgürlüğün en soylu çarpışmalarından biriydi. Tanklara karşı çakıl taşları, kırılan kollar ve küçük generaller. Utku getirmedi ama özgürlüğün bayrağı bir kez daha insanlığın zirvelerine çekildi.

Barış dediler, bir ara, bir ara esaretine karar verenler barışmasına karar verdiler. Bir kefen biçildi onun aşkına ama hangi aşk kefene sığar ki?! Çok sürmedi gevezeliğin ömrü, Küçük Generaller, yurtlarının bir uçurumun kıyısında dolandığını gördü ve minik bir el uzandı, bir kez daha, bir çakıl taşına. O çakıl taşı çarptığı tankı ortadan yarıp geçmedi, onu havaya uçurmadı hatta boyasını bile çizemedi ama yurdu çekip aldı o uçurum kıyısından. Küçük generaller ikinci intifadanın emrini verdi. O emir ulaştı dört bir yana. Aşka dikilen kefen yandı, kül oldu özgürlüğün ateşlerinde…

Duvarlarda şiarlara, tuvallere, kalemlere, o kalemlerin ucundaki karikatürlere sığındı ve dünyaya sırtını dönen bir çocuk oldu, adı Hanzala... Öylesine haklıydı ki o çocuk; onunla kaçımız birden bu lanet, rezil, iki yüzlü ve onca gaddarlığa sırtını döndü ya da gez göz arpacık dedi… Yani an geldi dünyaya sırtını dönen çocuğun korkunç kudretli, kulaklarımızı sağır eden sessizliğiyle dövüştü Filistin.

Sokaklar yetmedi ona, dalgalanan bayraklar, açılan pankartlar yetmedi yangın yürekli şarkılarla çarpıştı. O şarkılar öz oldu, can oldu, köz oldu; şarkılar Filistin oldu Filistin şarkı ve Li Beyrut dedi Feyruz. Öylesine sarsıcıydı ki Rodrigo’nun konçertosu zor bela yetmişti şarkının tınısındaki dehşetli manaya eşlik etmeye. Hala söyleniyor bu şarkı anlamını zamanın korkunç öğütücü etkisini sıfırlayarak ve sarsıcılığından zerre yitirmeden. Çünkü gerçeğin gücü zamanın küllendiren etkisinden azadedir.

Ama yetmez duvarlarda bilinç yangını şiarlar. Yetmez yürek yangını şarkılar ya da aşkın şiirler, sarsan tablolar, dünyaya sırtını dönerek herkesin yüzünü kendine çevirten çizgiler. Hatta en sarsıcı şiirler. Nihayetinde bunlar savaşçı değil onun kalbindeki çıkının sadece bir kısmıdır. Çünkü zaferleri getiren yüreklerini namluya yatıranlardır. Onlar yürür mayın tarlarında, onlar çarpışır kuşatılmış sokaklarda, cellat namlulara can veren onlardır. Celladın kanlı süngüsünü kıran onlardır. Onlardır işte bir kuşluk ya da tan vakti bir kurşun sesiyle kızılca güneşe sarılıp dostlarıyla vedalaşan. Acı vericidir ama savaş ne kadar karmaşık olursa olsun savaşçının ölümü yalın ve karmaşadan uzaktır. Zafere yürür savaşçı, ölüm gelirse bu sırada devreder bayrağını ve silahını yoldaşlarına, o kızıl şafağa gider, peşi sıra gelenler zafere… Hepsi bu.

Şimdi Filistin yine kan içinde yine acı gözyaşı ve katliam. Almış işgalci ardına dünya devletlerinin neredeyse hepsini, kan ekiyor kan deriyor. Fakat o ilk defa geçmiyor bu cendereden. Acıya alışılmaktan değil ama, savaşmanın kaçınılmazlığıyla dövüşüyor…

Sanıyorlar ki son toprak parçasını da işgal edince tümden yenilecek Akdenizin dört renkli en güzel çiçeği, Filistin. Eğer bir harita ve basit bir toprak parçası olsaydı belki, belki biterdi her şey ve işgalciler kazanırdı. Fakat değil. Uğruna öyle canlar verildi öyle asil bir savaş yürütüldü ki artık o, bir toprak parçası olmaktan çok ötededir. O binlerce saksıda birer zeytin fidesi, o duvarlarda, şarkılarda, düşlerde, yaslı annelerin acısında, on binlerce gencin sınırsız coşkusunda, o bir çocuğun gözlerinin karasında… Böyle bir dava düşmez, böyle bir savaş kaybedilemez ve böyle bir ülke yok edilemez…

Er ya da geç değil ama hemen yarın Filistin kavuşacak sevgilisine. Onu tüketen acı ve yasın kendisi tükenecek. Sadece ona değil Akdeniz’in mavi boynuna inci misali dizilmiş bu toprakların tamamına özgürlük gelecek ve sokaklarımızdan, evlerimizden, kalplerimizden çekerek gidecek bu kara yas. Tanklar evleri yıkabilir, yıkıyorlar zaten ama bir ev yeniden yapılabilir. Mermiler insanları öldürebilir, öldürüyor zaten ama yenileri doğar. Ormanlarınız yakılabilir, yakıldı zaten ama yeniden yeşerir hepsi. Ülke yerle bir edilebilir, ediliyor zaten ama yeniden kurulabilir üstelik daha da iyisi… Fakat özgürlük sevdası o umut o inanç asla ölmez. Filistin’in ve ezilen tüm halkları en güçlü silahı budur. Kurşunlar kalplerimizi delip geçebilir ama içindeki soylu düşlere dokunmaya cesaret bile edemez.

Akdeniz’in bu yakasından özgürlük için çarpışanlara selam olsun. Özgürlüğün geleceği güne selam olsun… Filistin’e binlerce kez selam olsun…

SAVRA SAVRA HATTA-EL NASIR.

Kenan Kızıl