Soğuk, açlık, aşağılanma, şiddet... Sabah ayazında gencecik bedenleri ölümün kucağına bırakmak ve yasak sınırları geçmek üzere düşmek yeniden yollara. Göçmen yığınağı haberleriyle birden gündem olan Belarus-Polonya sınırından bahsediyoruz.
Akdeniz ve Ege, uzun yıllardır tam bir can pazarına dönmüş durumda. Salkım saçak yüklenen göçmenlerle dolu teknelerin batması/batırılması, yürek burkan dramlar, artık neredeyse kanıksanır olmuş. Ama bu defa çok yukarılarda, kuzey ülkelerinde patladı sınır trajedileri. Polonya sınırında soğuktan ölen Kürt göçmenlerin haberiyle şaşırdı herkes. Ardından Güney Kürdistan’dan başlayan, Belarus üzerinden Polonya’ya uzanan kaçak yolculukların hikayeleri düştü medyaya. (Belarus Komünist Partisi’nin ve Belarus Kadınlar Birliği’nin göçmenlerle dayanışma faaliyetlerini anmadan geçmemek gerek.)
Emperyalist kamptan yükselen göçmen karşıtı ırkçı açıklamalar malum. Sanki bütün bu “düzensiz göçmen” meselesinin müsebbipleri kendileri değilmiş gibi, insanlık düşmanı gözü dönmüş ırkçı politikacıların ve yöneticilerin vahşi çağrılarına tanık oluyoruz her gün. Yakıp yıktıkları, soyup talan ettikleri ülkelerden ekonomik, askeri ve siyasi nedenlerle göç eden mülteciler Avrupa ve ABD sınırlarına dayanınca, “kutsal topraklarını” koruma aşkıyla silaha sarılan bu aşağılık “modern barbarlar”, sınırı geçmeye çalışan insanlara inanılmaz işkenceler yapıyor, soyuyor, dövüyor, tecavüz ediyor, geri atıyorlar. Emperyalistlerin “kutsal toprakları”nın bütün sınırlarında tanık olduğumuz “sıradan olay”dır tüm bunlar. Göçmenlerle dayanışma örgütlerinin kayıtları bu türden sayısız olayla dolu. Basına yansıyan küçük bir bölümü bile insanın tüylerini diken diken etmeye yeter de artar bile.
Polonya sınırında yaşananlar, bu bildik hikayelerden farklı değildi. Olayların gelişim şekli göçmenlerin Türkiye’den Yunanistan sınırlarına dayanmasına benziyordu. Ama dünya gündeminde yer alışı ve verilen tepkiler çok farklıydı. Nükleer silah kapasiteli bombardıman uçaklarından hava indirme tugaylarına, erken uyarı uçaklarından özel kuvvetlerden kurulu birliklerin harekata hazır tutulmasına, sınırlarda cereyan eden askeri tatbikatlara kadar birden bire savaş atmosferine savruluverdi dünya!
Polonya savaş naraları atıyor. NATO’yu 4. maddeye istinaden acilen toplantıya çağırdı. Kabaca “tehdit altındayım, destek verin” demek olan 4. maddeye başvurmak, bir “mülteci krizi” kapsamı için gerçekten çok ilginç! Çok daha yoğun göçlerin olduğu Akdeniz ve Ege’de böyle bir şey söz konusu bile olmadı. Elbette Avrupa Birliği çapında devriye gemileri ve ortak sınır polisleri dahil edildi süreçlere. Lakin Türkiye üzerinden göç akınında bile, Yunanistan çıkıp “4. maddeyi işletin” çağrısında bulunmadı. Şimdi bundan çok daha az sayıda göçmen için Polonya böyle bir çağrıda bulunuyor. Gerçekten ilginç!..
Sorunun göçmen sorunu olmadığı çok açık. Bu son kriz patlamadan önce de bölgede gerilim sürekli yükseliyordu. Ukrayna’daki faşist Meydan Darbesi, Polonya’daki ırkçı-faşist yönetimlerin açıklama ve icraatları (ki buna Kuzey Akım-2 boru hattına savaş gemileri ile taciz dahil!), Baltık ülkelerindeki faşist yönetimlerin art arda çıkardığı yasalar ve yasaklar, Belarus seçimlerine açıktan müdahale ve darbe girişimleri, AB genelinde SSCB’yi Nazilerle eşleme çabaları, komünizm sembollerinin yasaklanması, belirli bir süredir ABD ve AB ülkelerinde Rus diplomatlara karşı neredeyse bir gelenek halini alan “persona non grata” (istenmeyen kişi) ilanları, Nazilerin Barbarossa Harekatı’nın (faşist Almanya’nın SSCB’ye saldırısı) bire bir kopyası olan büyük NATO tatbikatı, Karadeniz’de artık süreklileşen NATO kışkırtmaları...
Son “mülteci krizi” ve sınır gerilimi, ancak bu bütünlük içinde bakıldığında yerli yerine oturuyor. Görünenin ve yansıtılanın aksine, burada saldırgan olan taraf, emperyalistlerin kolektif saldırı/savaş örgütü NATO'dur. Belarus (ve Rusya) “mültecileri bir silah olarak kullanmak”la suçlanırken, gerçekte onları bir bahane olarak kullanan Polanya ve emperyalistlerin kendileridir. Böylece, emperyalistlerin bizzat “mülteci krizi”ndeki ahlaki ve maddi sorumlulukları gözlerden saklanıyor. Yalnızca genel olarak göçlere sebep olmakla değil, (iktisadi, askeri, siyasi açılardan emperyalist-kapitalist sistem küresel ölçekte göçlere yol açmaktadır) bu örnekte rakibini bu tür “hamlelere” kışkırtmakla da krizin asıl ateşleyicisidir emperyalistler.
Ekonomik ve siyasi yaptırımlarla sürekli güçten düşürülmek isteniyor Belarus-Rusya ikilisi. Açıktan “rejim değişikliği” girişimleri yapılıyor. Askeri açıdan yoğun bir baskı var. Bu baskıların bir sıcak çatışma ve savaşa evrilmesi işleri kontrolden çıkaracak bir kıvılcıma kalmış.
Daha bir hafta önce emperyalist basın Rusya’yı yine “Ukrayna sınırına askeri yığınak yapıyor” diye suçlamaya başladı. İşin ilginci, haberlerde belirttikleri şehirler, Ukrayna sınırından ziyade Belarus sınırına yakındı. Anlayacağınız dezenformasyon, yıpratma, kendi “iç kamuoyunu hazırlama” faaliyeti kesintisiz devam ediyor. Kiev’deki neo-Nazi denilen faşistler bunun için kullanışlı aparatlar.
Diğer taraftan Polonya’nın gerici-faşist yönetimi, uzun yıllardır Belarus’un batı kısımlarını (Grodno ve Brest’i) “Sovyetler tarafından işgal edilmiş Polonya toprağı” olarak niteliyor. Buralara dönük askeri harekat niyetini hiç gizlemiyor. Belarus’taki son seçim döneminde de askeri birliklerini hazırlamış, ateşli bir şekilde desteklediği “protesto gösterileri” sonucu uygun ortamın oluşacağını ummuştu.
Baltık’ın üç küçük cumhuriyetine gelince... Doğrudan neo-Nazilerin iktidarda olduğu bu ülkeler, anti-komünizmlerini Rus-karşıtlığı ile birleştirmiş durumdalar. Örneğin Letonya, 15 Kasım itibariyle askeri tatbikat ilan etti Belarus sınırında. Böylece Ukrayna-Polonya-Baltık cumhuriyetleri, emperyalistlere ihtiyaç halinde savaşı başlatma imkanı sağlayan bir “gerici hilal” rolünü oynamaktadırlar. Bu son “mülteci krizinde” en keskin açıklamaların buradan gelmesi, emperyalistlerin de olaya doğrudan müdahil olması boşuna değil. Blinken’den Maas’a, Leyen’den Borrell’e, Stoltenberg’den Macron’a... yapılan açıklamalar emperyalist saldırganlığı yeterince açığa vuruyor.
Böylece anlamış bulunuyoruz ki, “Belarus-Polonya sınırındaki insani kriz”, aslında “Savaşa Doğru Koşar Adım” gidişin güncel bir dışavurumundan başka bir şey değil. Süleymaniye-Erbil’den Grodno ormanlarına uzanan göç yolları, hiç olmadık bir yere, bir dünya savaşına çıkıyor olabilir.