İşçi olsun, öğrenci ya da ücretli çalışan olsun, genç Leninistlerin en çok sordukları soruların başında neyi nasıl yapmalıyız sorusu geliyor. Sürecin bir ayaklanmaya, bir devrime gittiği hakkında kimsenin kuşkusu yok. Soru ve sorun, devrime öncülük yapacak gücün nasıl biriktirileceği konusunda düğümleniyor.
Hayat bazen “Kırmızı Pazartesi”den daha inanılmaz olur. Herkesin bilip gördüğü sarsıcı olay, bir yazgı gibi gelir vuku bulur. Kimse engelleyemez, kimse kaçınamaz! Tıpkı şu an sürüp gitmekte olan Donbass/Rusya ile neo-Nazi Ukrayna yönetimi/NATO arasındaki savaş gibi.
Bu aralar, devrimci komünist parti ve güçler dışında hemen herkes, bütün politik güçler, iki ülkenin emekçi sınıflarına, açlık çeken, açlık içindeki yoksullarına, kurtuluşun mevcut iktidardan, yani dinci faşist iktidardan ve onun başından kurtulmaktan geçtiğini anlatıp duruyor.
Bu, Hegel’in, tarihin ironisi dediği şeydir, pek az tarihsel kişiliğin sakınabildiği bir ironi. Kendi iradesine karşın devrimci olan Bismarck’a ve tapındığı çarla sonunda yumruklaşan Gladstone’a bakın.
Engels, 23 Nisan 1885 tarihli Vera Zasuliç'e mektup
Günün en acil görevi nedir diye sorulsa tereddütsüz devrim ve iktidar hedefini emekçi sınıfların, yoksul aç kitlelerin, kadın ve gençliğin, Kürt halkının bilincinde ve gözünde görünür kılmak yanıtı verilmeli.