Kapitalist dünya gittikçe derinleşen, dipsiz bir kuyuyu andıran derin bir ekonomik (ve onun yoğunlaştırdığı politik) krizin içinde. IMF, kapitalist dünya ekonomisi için alarm zillerini çalmaya başladı: Böyle giderse resesyon kaçınılmaz!
Hadi onların açıkladıkları şekliyle aktaralım: “yüksek enflasyon ve Ukrayna savaşından kaynaklanan risklerin kontrol altına alınmaması halinde dünya ekonomisi resesyonun eşiğine gelebilir.”
Şu kapitalist iktisatçıların krizleri siyasal olgulara veya kapitalist iktisat açısından “sebebi bir türlü bulunamayan” enflasyon türünden etkenlere bağlama eğilimleri pek eğlencelik doğrusu. Kapitalist sisteme içkin eğilimlerin kaçınılmaz sonucu olarak krizleri, yani “sistemik krizleri” her defasında hasır altı edip kimi siyasal olayları öne çıkartırlar. Örneğin şu an içine yuvarlandıkları kriz, sanki asıl olarak küresel salgın ve şimdilerde Ukrayna savaşının ürünüymüş gibi yazıp çiziyorlar. 2007 sonunda “mortgage krizi” şeklinde patlayan yıkıcı krizin atlatılamadığı, dalgalar halinde etkisini artırdığı gerçeği aklı başında her iktisatçının yazıp çizdiği bir şey. O dönem krizi atlatmak adına karşılıksız basıp durdukları trilyonlarca dolarlık paranın yüksek enflasyon olarak bir şekilde döneceği de sıkça dile getirilen bir olguydu. Keza benzer karşılıksız para basma hikayesi, küresel salgın döneminde tekrar yaşandı. Bu zincirleme etkinin aynı şekilde zincirleme tepkiye yol açacağı biliniyordu. Buna rağmen kriz sanki basitçe pandemi ve Ukrayna savaşının sonucuymuş gibi yazıp çizmek işlerine geliyor. Çünkü bu şekilde krizlerin kapitalist sisteme içkin olduğu gerçeğini gözlerden saklamış oluyorlar.
Oysa kriz, kapitalist sistemin genetik özelliklerindendir. Sisteme içkindir. Krizsiz bir kapitalizm söz konusu olamaz. Aynı şekilde emperyalist-kapitalist sistem, krizlerin tetiklediği savaşlar (en genel haliyle paylaşım savaşları) olmaksızın düşünülemez. Krizler ve savaşlar ise devrim ve devrimler dalgası olmaksızın düşünülemez.
Geçtiğimiz yüz yılın defalarca kanıtladığı bu gerçeğe son dönemde yeniden ve yeniden tanık oluyoruz.
Kriz sistemiktir. Dahası, mevcut kriz, çözümsüzdür. Kapitalist üretim biçiminin tarihsel ve fiziksel sınırlarına gelişinin sonucu ve göstergesidir. Bugün bu gerçeklik, küresel salgın ve ardından patlak veren Ukrayna savaşı ile derinleşerek kendini ortaya koymaktadır.
Kapitalist işbölümünün küresel ölçekte gerçekleşmesi, üretim zincirinin küresel ölçekte oluşması, ki bu kapitalist üretimin yoğunlaşma ve merkezileşme eğiliminin yansımasından başka bir şey değildir, krizleri de tüm yerküreye hızla yayacak koşulları yarattı. Kapitalist iktisat yazınında özellikle son çeyrek yüzyılda sıkça karşımıza çıkan “sanayisizleşme”, “tedarik zinciri” vb. kavramlar bu sürecin farklı şekilde dile getirilmesidir. Olan şey, kapitalist üretim sürecinin tüm yerküreyi tek bir zincir halinde birbirine bağlamasıdır. Kapitalist işbölümü küresel ölçekte gerçekleşmiş, bu kapitalist zincir içinde hemen tüm bağımlı ülkeler, emperyalist ülkelerin çıkarlarına göre “dizayn edilmiş”, bağımlı ülkeler ekonomik olarak “tam ilhaka” uğramıştır. Böylece bağımlılık ilişkileri daha önce görülmemiş boyutlara taşınmıştır.
Unutulmasın. Bağımlılık ilişkisi, bir kutbun belirleyiciliğinde gerçekleşse de, karşılıklı bir bağımlılığı dile getirir. Yani emperyalist ülkelerin kesin üstünlük ve belirleyiciliğinde gerçekleşen bağımlılık ilişkileri, bu bağımlılığın geldiği düzey, emperyalist ülkelerin de aynı bağımlılıktan çeşitli düzeylerde etkilenmesini getirir. Sık sık duyduğumuz “tedarik zincirinde aksama/kırılma” söylemi, tam da bu türden etkileri gösterir. Emperyalist mali sermayenin tüm dünyayı haraca kestiği bu sosyoekonomik yapı, bu zincir, sanılanın aksine, çok kırılgandır.
İşlerin görece yolunda gittiği dönemlerde dünyanın artı-değerini iç eden, tatlı karlarını katlayıp duran mali sermaye, sistem aksamaya başladığında, bundan derin bir şekilde etkilenir. Ukrayna savaşı, bu gerçekliğin laboratuvarı olarak karşımızda duruyor.
Zamanın Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın veciz sözüne göre “nükleer bir akaryakıt istasyonundan başka bir şey olmayan” Rusya’ya emperyalistlerin uyguladığı benzeri görülmemiş yaptırımlar, kuşkusuz Rusya ekonomisini derinden etkiledi. Rusya’nın neredeyse 400 milyar dolarına bir şekilde çöktü emperyalistler. Henüz tamamen iç edemediyseler de, bu paraya çökmüş durumdalar. İğneden ipliğe hemen her tür mal, hizmet ve teknoloji alanında yasaklar, kısıtlamalar koydular. Tüm bunların Rusya ekonomisi üzerinde büyük bir baskı oluşturması normal. Ama bu aynı yaptırımlar, en az Rusya kadar, hatta kimi noktalarda ondan daha çok, Avrupa ekonomilerini, belirli oranlarda da ABD ve diğer emperyalist ülke ekonomilerini zora soktu. Avrupa, kelimenin gerçek anlamında çöküşün eşiğine geldi. Sanayi üretimi hızla düştü ve düşmeye devam ediyor. Doğalgaz maliyetleri astronomik ölçülerde fırladı. Daha kötüsü, bu korkunç fiyat artışına rağmen, doğalgaz (ve genel olarak enerji) kıtlığı baş gösterdi. AB üyeleri doğalgaz paylaşımı konusunda birbirlerine girdi. Gemisini kurtaran kaptan modunda her biri kendi derdine düştü!
IMF’nin son raporunda “Rusya doğalgazı tümden keserse” başlığıyla Avrupa için tam bir felaket senaryosu çiziliyor: “Böyle bir senaryoda küresel büyüme 2022’de yüzde 2, 2023’te ise Avrupa ve ABD yüzde 0’lık büyüme kaydedecek.” İşte kapitalist üretimin “küresel entegrasyonu”nun sonuçları!
Bu durumun siyasal ve toplumsal yaşama doğrudan etkileri var kuşkusuz. Macaristan başbakanının deyimiyle “Batı’nın stratejisi dört lastiği de patlak arabaya benziyor. Avrupa’nın ekonomik ve politik olarak başı dertte. İngiliz, Bulgar, İtalyan ve Estonya hükümetleri bunun kurbanları oldu. İnsanlar giderek artan fiyatlarla karşı karşıya.”
Orban’ın bu sözleri gerçekliği ifade etmekten uzak. Bütün Avrupa işçi ve emekçi eylemleriyle sarsılıyor. Çiftçiler otoyolları kapatıyor. Grevler ve gösteriler yaygınlaşıyor. “Demokratik Avrupa” inanılmaz polis vahşetiyle kitlesel protestoları engellemeye çalışıyor.
Ve bu daha başlangıç! Asıl fırtına Almanya’da kopmak üzere. Enflasyon artışıyla atbaşı giden dramatik yoksullaşma, Almanya işçilerini eyleme zorluyor. Lufthansa, personellerin grev kararı nedeniyle binden fazla uçuşun iptal edildiğini duyurdu.
Her biri birbirinden daha Amerikancı savaş yanlısı Alman hükümetinin üyeleri art arda açıklamalar yapıyorlar: Sanayinin pek çok alanında üretim kapasitesinin düşeceği, işsizliğin artacağı, yoksulluğun derinleşeceği (Ekonomi bakanının deyimiyle halkın yüzde 50’si yoksullaşacak!)... En çarpıcı açıklama ise, Kanada’daki gaz türbinlerinin gelmemesi üzerine konuşan en savaş yanlısı Yeşiller’in Dışişleri Bakanı’ndan: “Kanadalılar kendi kamuoyunda çok soruları olduğunu söylediler. Biz de bunu anlayabileceğimizi ilettik. Ancak bu gaz türbinini alamazsak, o zaman daha fazla gaz alamayız gaz alamayınca da Almanya olarak Ukrayna’ya hiçbir şekilde destek veremeyiz çünkü o zaman halk ayaklanmalarıyla meşgul olacağız.”
Doğru söze ne demeli! Gerçekten de böyle giderse kışa giderken Alman burjuvazisi halk ayaklanmalarıyla meşgul olacak!
Emperyalist ülkelerin yöneticileri gerçek bir halk ayaklanması tehdidiyle titrerken, yaptırımlarla teslim almak istedikleri, “siyasi olarak izole ettik”leri Rusya’nın Dışişleri Bakanı, Arap Birliği zirvesinde 22 ülkenin temsilcisinin sıraya girdiği bir merasimle karşılanıyor, bizzat Joseph Borell’in deyimiyle “Batı, ‘anlatı savaşını’ kaybediyor”. Macron, “Rusya'nın bir dizi Afrika ülkesindeki varlığı endişe verici” diyor. Sonuçta, bilişim ve teknoloji alanındaki muazzam güçlerine rağmen emperyalistler, hem savaş sahasında hem de uluslararası arenada geriliyorlar, başarısız oluyorlar. Bu durumun kendisi bile başlı başına dünya genelindeki devrimci gelişmelere güç veriyor.
Gelişmeler tesadüfi değil. Yayınlarımızı takip eden okur aşinadır. Yaklaşık son çeyrek asırdır “kapitalizmden komünizme geçiş çağı”nın hızlandığını, emperyalist-kapitalist sistemin sıçramalı bir çöküş sürecine girdiğini, dünya devriminin olağanünüstü bir şekilde hızlanıp güçlendiğini dile getiriyoruz. Bu, “yeni evre”dir. Dünya genelinde devrimci durum ortaya çıkmıştır.
Emperyalistlerin bir dünya savaşını kışkırtıp durmaları boşuna değil. Dünya devriminin emperyalist merkezler dahil tüm kıtalarda güçlendiği yoğun devrimci dönemden geçiyoruz. Dünyamızın geleceği bu mücadelenin sonucunda belirlenecek.