Bir sosyal reformist, parti olsun kişi olsun, kapitalistlerin bizzat kendilerinin kendi düzenlerinin krizde olduğunu kabul ettikleri bir dönemde, kapitalizmin krizde olduğunu neden kabul etmez?
Kapitalizmin işleyiş yasalarına ilişkin cahilliğinden mi? Olabilir ama burada cehalet durumu açıklamaya, tek başına, yetmez. Çünkü cahil de olsa sağdan soldan, kapitalistlerin sözcülerinden kulağına bir şeyler çalınmıştır muhakkak.
Daha önemli, daha yakıcı bir neden olmalı...
Böyle bir neden var: Devrimden ve devrim koşullarının “komünist” olma iddiasındakilere yüklediği görev ve sorumluluklardan kaçınmak için...
Devrimin koşulu, devrimci durumdur. Yani, en kısa, en özet haliyle söyleyecek olursak, burjuva egemenliğin, burjuva düzenin, ekonomik ve politik kriz içinde olmasıdır.
Kapitalizmin gönenç dönemleri, burjuvazinin egemenliğini görece sağlama aldığı, gericiliği tahkim ettiği gericilik yıllarına karşılık gelir. Böyle dönemlerde devrimden, devrimin koşullarından, somut anlamda, söz edilemez.
Devrim için kapitalizmin bunalımını/krizini “beklemek” gerek. Gönenç dönemlerinde devrimci dalga geri çekilir. Bunalım dönemlerinde devrimci dalga kabarır. Devrimin maddi, somut koşulları oluşur ve devrim güncel, pratik bir mesele halini alır. 1848 devrimlerinin geri çekilmesinin ardından Marx, tam da bu nedenle, şu tespiti yapar:
“Yeni bir devrim, ancak yeni bir bunalımın ardından gelebilir. Ama biri ne kadar kesinse, öteki de o kadar kesindir”
Kapitalizmin bunalımları ile toplumsal devrimler arasındaki ilişki işte bu kadar sıkı ve yakındır. Bunalım ne kadar kesin ise, devrim de o kadar kesindir. Bir sosyal reformist, işte burjuva toplumun bağrından gelişen bu devrimin “komünist”lere yüklediği görevlerden kaçınmak için “kriz yok” der.
Oysa şimdi, kapitalizm tek ülkede de değil, bütün dünyada derin bir kriz içindedir. 20. Yüzyılın başlarında, durum biraz daha farklıydı. O çağda, kapitalist üretim biçimi, tekelci aşamaya varmış olmasına rağmen, çoğu ülkede, burjuva toplumun içerebildiği üretici güçlerin görece gür bir şekilde gelişmelerine izin veriyordu. Bu yüzden, Lenin, Troçkistlerin asla anlayamadığı düşünceyi, kapitalist zincirin en zayıf halkadan kopacağı ve bir “dünya devrimi” beklemek yerine tek ülkede devrimin ve sosyalizmin mümkün olduğu düşüncesini geliştirdi.
Günümüzde ise durum, 20.yüzyılın başında olduğunun tam tersi. Kapitalist toplumun bunalımı sadece bir kaç ülkede değil, emperyalist-kapitalist sistemin tümünde söz konusu. Başta emperyalist ülkeler olmak üzere, kapitalist üretim biçimi bütün kapitalist ülkelerde derin bir bunalımda.
Bu durum, kapitalist üretim biçiminin bütün bir tarihsel gelişmesinin varmış olduğu noktanın bir sonucudur. Kapitalist işbölümü, entegrasyon, kapitalist eklemlenmenin geldiği boyutlar, bir ya da bir kaç kapitalist ülkedeki bunalımın çok kısa sürede diğer tüm kapitalist ülkeleri etkisi altına almasına yol açıyor. Şimdilerde bu olguya canlı tanıklık ediyoruz. Rusya ve iki Halk Cumhuriyeti'nin Ukrayna üzerinden bütün emperyalist devletlere ve onların uydularına karşı yürüttükleri antifaşist savaşın derinleştirip hızlandırdığı kapitalist bunalım, emperyalist-kapitalist sistemin bütününde bir “resesyon”a yol açmış bulunuyor.
IMF'in “resesyon”u yakın geleceğin sorunu olarak göstermesine kimse aldanmasın. Emperyalist-kapitalist sistemin ekonomileri halihazırda tam de böylesi derin bir durgunluğun ortasında. Emekçi sınıfların, köylülerin, yoksul kitlelerin ayaklanma eğilimleri şimdiden, Avrupa'da dört hükümetin, İngiliz Johnson'un, İtalyan Mario Draghi'nin, Bulgaristan ve Estonya hükümetlerinin yıkılmasına yol açtı. Başka hükümetler de sallantıda... Biz sallantıdaki hükümetler arasına, ayaklanma korkusu yaşadığını bizzat Dışişleri Bakanı'nın itiraf ettiği Almanya'yı da koyabiliriz.
Kapitalizmin bunalımının, aynı zaman diliminde, ortaya çıktığı ülkenin dışındaki ülkeleri de etkisi altına alması; dolayısıyla başka ülkelerde de devrimlere yol açması yeni bir durum değil. Kapitalizmin erken yıllarından itibaren bu etkileşim ortaya çıkmaya başlamıştı. Marx, 1800'lü yılların ortasında bu durumu şöyle analiz ediyordu:
“Bu bakımdan, eğer bunalımlar, ilkönce Kıta üzerinde devrimler doğuruyorsa da, bu devrimlerin nedeni, her zaman, gene de İngiltere'dedir. Elbette ki, şiddetli patlamalar, burjuva gövdesinin yüreğine, merkezine vurmadan önce uç bölümlerinde meydana gelmek zorundadır, çünkü merkezde denge olanağı uç bölgelerdekinden daha fazladır. Beri yandan, bu, Kıta üzerindeki devrimlerin, İngiltere'ye hangi ölçüler içinde yansıdıklarını, aynı zamanda, bu devrimlerin, burjuvazinin varlık koşullarını ne ölçüde sarstığını, zarara uğrattığını, ya da bu devrimlerin politik oluşumlarını ancak hangi noktaya kadar ulaştırdıklarını gösteren bir termometredir.
Burjuva toplumunun üretici güçlerinin, burjuva koşulların kendilerine izin verdikleri ölçüde, gür bir şekilde gelişebildikleri böyle bir refah nedeniyle, gerçek devrimden söz edilemez. Böyle bir devrim, ancak, bu iki etkenin, yani modern üretim araçlarının ve burjuva üretim biçimlerinin birbirleri ile çatışma haline geldikleri evrelerde olanak kazanır.”
Şimdi durum biraz daha farklı. Kapitalist sistemin kalbi, uzun zamandır, İngiltere'den ibaret değil. İngiltere'nin önemli bir yeri var ancak onunla birlikte ve ondan önce ABD gelir. Almanya ve Fransa, Kıta Avrupası'nın diğer kapitalist ekonomileri, en az İngiltere kadar önemli bir yer tutuyorlar. Kıta Avrupası, kapitalist sistemde artık “uç” bölümler değil, merkezin ta kendileridir. Marx'ın sözünü ettiği iki etken, modern üretici güçler ile – ki bu modern üretici güçlerin başında işçi sınıfı gelir- kapitalist üretim biçimi her yerde çatışma halindeler. Burjuva toplum koşulları, hiç bir yerde, üretici güçlerin gür bir şekilde gelişmelerine izin vermiyor; aksine her yerde yıkıma uğratıyor. Toplumsal devrim, tam da bu nedenlerle, her yerde olanaklı hale gelmiştir.
Hemen hemen her kıtadaki kapitalist ülkeleri sarmış bulunan çatışmalar, grevler, kitle gösterileri, isyan ve ayaklanmalar, kargaşalık; tüm bunlar işte bu kapitalist temel üzerinde ortaya çıkıyor. Akla gelebilecek tüm toplumsal ve hatta kişisel görünen olaylar zincirinin ortak temeli; hepsinin aynı zaman diliminde yoğunlaşmasını sağlayan ortak zincir işte budur.
Devrimler “yapılmaz”. Devrimler, sayısız çatışmanın, çelişkinin, devrimci kitle eyleminin, isyanın, grevin, kitle ayaklanmasının, açlık, yoksulluk, sefalet, işsizlik ve salgın hastalıkların yol açtığı derin bir toplumsal huzursuzluğun vb. vb. ortasından doğarlar. Bütün bu toplumsal olgular bir toplumu artık eskisi gibi yaşanamayacağı kararına götürdükleri zaman devrim, kimseyi beklemeden patlak verir. Bu yönüyle devrim nesnel bir olgudur. Devrimci öncünün müdahalesi ve etkisi yeterli bir güce ulaşırsa o zaman devrim iktidarın ele geçirilmesiyle zafere ulaşır.
Devrimin zaferinin ölçüsü, önce politik iktidarın, onunla birlikte ekonomik iktidarın devrimci komünist güçlerin önderliğindeki proletarya ve müttefikleri tarafından ele geçirilmesidir.
Dünya komünist partilerinin şimdi üzerinde yoğunlaşmaları gereken en önemli nokta budur: İktidarın fethi.