Dinci faşist iktidar, iç politikada olduğu kadar dış politikada da zor durumda. Darbe üstüne darbe yiyor. Zor durumdan kurtulmak için hem içeride hem de dışarıda manevra üstüne manevra yapmak zorunda kalıyor.
Kendi karşı devrimci, dinci-gerici kitlesini ayakta tutmak, kitle desteğindeki erimeyi durdurmak için yaptığı “reform” manevrasının tutmadığını görüyoruz. Reform manevrası o kadar “kör kör parmağım gözüne” durumunda ki, her zor durumda dinci faşist iktidarın payandalığına soyunan Kılıçdaroğlu, Akşener gibi gerici/faşist burjuvalar bile “numaranı yemedik” demek zorunda kaldılar.
Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin bu sefaletine, son zamanlarda, önce “Gare hezimeti” eşlik etti. Dinci faşizmin Gare operasyonuyla, elde edeceği bir “zafer”le şovenizmi şahlandırmak; böylece karşı devrim kitlesindeki erimeyi durdurmak istediğini daha önce yazmıştık.
“Gare hezimetini” şu aralar, dış politikada ardı ardına yediği darbeler izliyor. Bir kaçını başlıklar halinde sıralarsak şunlarla karşılaşıyoruz. Örneğin, “Suud yönetimi, MEB'e bağlı Türk okullarını kapattı” ya da “dostum Putin”in, Türkiye'nin işgali altındaki Suriye'nin El Bab kentindeki çetelere ait petrol rafineri yerlerini bombaladığını, yetmedi, doğrudan “Suriye uyarısı” yaptığını; daha dün guguk kuşunun horozu, horozun guguk kuşunu över misali NATO ile karşılıklı övgülerin yerini alan“Türkiye ile görüş ayrılığı” açıklamasını; Avrupa Parlamentosu'nun, ciddiye alınacak tarafı olmasa da, Türkiye'nin Suriye'de işgalci durumunda olduğunu ve askerlerini çekmesi gerektiğini ilan etmesini... Saymakla bitmez. (Verdiğimiz son iki örneğin ciddiye alınacak tarafı olmadığının; dinci faşist iktidarın da bunun bilincinde olduğunun altını çizmek gerek. Yine de çorba kasesindeki sinek gibi mide bulandırıcı tarafı var bu açıklamaların)
Ama tüm bunlar bir yana asıl darbe Mısır'dan, yani şu, bizim “dünya lideri” RTE'nin tiye aldığı Sisi'den geldi. Mısır, dinci faşist devletin, iktidarıyla birlikte Libya ve Doğu Akdeniz'deki süreçlerden dolayı iyice kapana kısıldığını görünce fırsatı kaçırmadı. Dinci faşist iktidar, çevresinde giderek daralan tecrit çemberini kırmak için Mısır'la ilişkileri düzeltmek ve geliştirmek istediğini artık gizleyemiyordu. Daha ortada fol yok yumurta yokken istihbarat düzeyinde ilişkilerin kurulduğunu, Mısır'ın Türkiye'ye “zeytin dalı” uzattığını yaymaya başladılar. Çavuşoğlu'undan Akar'a oradan RTE'ye kadar sanki Mısır'la ilişkiler düzelmiş gibi açıklamalar peş peşe gelmeye başladı.
Mısır, dinci faşist iktidarın bu sıkışmışlığını olabilecek en iyi şekilde değerlendirecek, faşist devleti iyice köşeye sıkıştıracak, boyun eğdirecek bir fırsata çevirmeye başladı. Türkiye'nin karşısına sadece kendi çıkarlarını koruyan değil, Suriye ve Libya dahil, diğer Arap devletlerinin hamiliğini üstlenen “lider” konumda çıkacağı koşullar ileri sürdü. Üstelik bunu aşağılayıcı bir üslupla yaptı. Örneğin,
“Kahire, Türk tarafının sözünü tuttuğuna emin olana kadar siyasi iletişimde olmayacaktır. Mısır'a göre, terörizme destek veren devletlerle siyasi iletişim kurulmadığı için ilişki yalnızca güvenlik seviyesinde kalacaktır.” ifadelerini kullandı. Başka bir ifadeyle Türkiye'yi “sözüne güvenilmez” bulduğunu; Türkiye'nin “terörizmi” desteklediğini dünyaya ilan etti.
Mısır, Türkiye ile ilişki kurma şartlarını doğrudan, resmi olarak ilan etmedi. Tüm bunlar “yönetime yakın” bir gazeteci tarafından yazıldı çizildi. Ama tüm burjuva hükümetlerde, doğrudan söyleyemediğini bir gazeteciyi çağırıp ona söyletmenin çok başvurulan bir yöntem olduğunu biliyoruz.
Mısır'ın El Vatan gazetesi ve onun Genel Yayın Yönetmeni Ahmed El Hatip işte böyle bir gazete ve gazetecidir. İşte bu gazetecinin Türkiye ile Mısır arasında müzakerelerin sürdürülmesi için sıraladığı koşullar yenilir yutulur cinsten değil. Bir örnek aktarmakla yetinelim.
“Müzakereler Suudi ve BAE taraflarını içermeli, Türkiye son yıllarda Körfez ülkelerine karşı işlediği suçlardan dolayı özür dilemeli. Dahası, Ankara, Arap devletlerinin içişlerine karışmayacağına söz vermedikçe, Kahire Türkiye ile herhangi bir anlaşma imzalamayacaktır.”
Sadece o da değil. Mısır, Türkiye ile müzakere yapma şartlarına, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail'in Doğu Akdeniz'deki haklarına Türkiye'nin saygılı olması koşulunu getirerek Türkiye'yi çevreleyen devletlerle ittifakını pekiştiriyor; Türkiye'yi tam bir “değerli yalnızlık” çukuruna itiyor.
Şüphesiz, sorunumuz Mısır'ın politikalarını anlatmak değil. Ancak Mısır dahil, dinci faşist iktidarın çevresindeki devletlerle çatışmalı durumunun birleşik devrime güç kattığı; dinci faşist iktidarın gücünü tükettiği bir olgudur ve bizi ilgilendiren tarafı da budur.
Dahası ve en azından bunun kadar önemli olan nokta, Mısır'ın bu çıkışının dinci faşist iktidarın karşı devrimci kitleyi bir arada tutmakta kullandığı şovenizmin darbe yemiş olmasıdır. Dinci faşist iktidarın ve genel olarak dinci faşizmin böyle itilip kakılmaya değil, güçlü, yenilmez, dünyada sözü geçen, hatta dünya politikasına yön veren bir devlet, bir iktidar olarak görünmeye ihtiyacı var. Dağlık Karabağ, Libya, Rojava'nın işgali üzerinden yapmaya çalıştıkları buydu. Faşizmin temel ideolojik gıdası olan şovenizm için ona gereken buydu. Gare hezimeti ve arkasından Mısır'ın çıkışı, başka şeyler yanında en çok da bu bakımdan önemli oldu.
Faşizmin temel ideolojik gıdası, biri anti-komünizm ise, diğeri şovenizmdir; üstün ulus/din şovenizmidir. Küçük de olsa faşizmin herhangi bir alanda elde edeceği bir zafer, bir başarı şoven atmosferin yayılmasına uygun ortam hazırlar. Bu nedenle, aylar öncesinde “Bir Zafere İhtiyaçları var” diye yazmıştık.
Gare hezimeti ve Mısır'ın aşağılayıcı politikası; dinci faşizmin zayıflığının, güçten yoksunluğunun ortaya çıkmış olması “zafere” ihtiyacı olan dinci faşizmi, tekelci sermaye sınıfı egemenliğini birleşik devrim karşısında daha da güçsüz duruma düşürdü.
Dinci faşizmi tüm kurumları ve sınıfsal dayanaklarıyla yıkmak için gerekli koşullar hızla birikiyor.
Bundan sonrası işçi sınıfında, Kürt halkında, emekçilerde, yoksul kitlelerde, gençlik ve kadınlarda.