Bir devletin tepesinde oturan adam, kendi taraftarlarına “kefenleri giymeye hazır mıyız” diye soruyorsa, o devletin çöküş içinde olduğunu görmek ve göstermek için daha ne gerekli olabilir ki!
Şimdi, devletin tepesindeki adamın dilinden düşürmediği sözcükler, “kefen giymek”, “ölmek ve öldürmek”, “gözü karartmak” gibi ölümle yaşam arasında bir sarkaç gibi gidip-geldiğini düşünen birinin halet-i ruhuyesini yansıtıyor.
Taraftarlarının “reis” dedikleri adamın bu sözleri, dinci-faşist kitleyi motive etmek için söylüyor görünmesi durumu değiştirmiyor. Düzenin, birleşik devrime karşı kullanacağı kitleyi motive etmek için bile olsa, buna ihtiyaç duyması, düzenin ve dolayısıyla düzen temsilcilerinin bir ölüm-kalım savaşı verdiklerini anlatmaya yeter de artar bile.
Fakat, düzen cephesinde işlerin kötülüğü bundan çok daha öte. Dışarıdan bakanlar, örneğin emperyalistler, onların kalemşörleri, hepsi, Türkiye’nin bir çöküş içinde olduğu konusunda hemfikirler. Türkiye’yi kaybetmeyi, yani bu ülkenin komünizmin kollarına düşmesini, istemiyorlar. Bu yüzden, bugüne kadar, her konuda ve her türlü desteği verdiler. Ancak nafile. Geldikleri nokta, kendilerinin sözleriyle, Türkiye’nin çöküşü...
İngiliz gazetesi The Independent, geçtiğimiz yılın sonlarında Türkiye’nin geleceği konusunda gözlem ve görüşlerini yansıtan çarpıcı bir makale yayınlamıştı. Yazar hem tespitlerini hem de kaygılarını şöyle dile getiriyor:
“Osmanlı’nın 100 yıl önceki çöküşünden bu yana, bu ülkenin birliği ve geleceği hiç bu kadar kırılgan olmamış, gücü hiç bu kadar açık bir biçimde azalmamıştı. Bu, bölge, Avrupa ve dünya için kötü haber”
Emperyalistlerin gözlem ve kaygıları bundan daha güzel dile getirilemezdi herhalde. Kürdistan’da insanların yakıldığı, canlı canlı gömüldüğü, açık infaz ve katliamların günlük olaya dönüştürüldüğü bir sırada, emperyalistlerin ve kalemşörlerinin kaygısı, demokrasi, yaşam hakkı, insan hakları vb. vb. değil elbette. Onların kaygısı, emperyalist-kapitalist sistemin bir parçasının çöküşü ve dolayısıyla komünizmin kollarına düşmesidir. “Bu” diyor yazar, “Bölge, Avrupa ve dünya için kötü haber”.
Ama bu tespitler yapıldığı sırada devletin tepesinde oturan adam henüz “parlamenter demokrasi artık yok” diye dünyaya ilan etmemişti. Burjuva partilerin gereksizliği bu kadar netlikle ortaya çıkmamıştı. Sandıkların, seçimlerin beş paralık bir hükmünün olmadığı geniş kitleler tarafından daha yeni yeni farkediliyordu. Devrimin önündeki en önemli engellerden biri olan sosyal reformist partilerin emekçi sınıflar üzerindeki etkisi henüz sıfırlanmamıştı.
Artık bunların hepsi var.
İçerde yoğunlaşan, keskinleşen, üst üste binen bu çelişkilere, dinci-faşist iktidarın itibarını yerlerde süründüren dış çelişkiler de eklendi. Dinci-faşist iktidara, birleşik devrimi önleme hatırına en büyük desteği veren, faşist baskı ve terörün her türlüsüne göz yuman Almanya ile sonunda yumruk yumruğa yaşanan kavga biliniyor.
AB emperyalistlerinin lokomotif ve baskın devleti Almanya, dinci-faşist iktidarın çok önem verdiği moral değerlerini yerle bir etti. “Siemens’e verilen dev ihale ve Konya’ya ziyaret izni” de Alman hükümetini yatıştırmaya yetmedi. Belli ki, Almanya, dinci-faşist iktidarın birleşik devrimin hakkından gelme yolundaki umutlarını yitirmiş.
Sadece Almanlar da değil. İngilizler, dinci-faşist iktidarın ve onun başının birleşik devrimden doğan tehlikenin büyüklüğünün farkında olmadığı, yukarıda bahsi geçen makalede şöyle ifade etmişlerdi:
“En tehlikeli biçimde ahmakça olanıysa, Türkiye Kürtlerle savaşta yararlı bir güç olarak göründüğü sürece IŞİD’e göz yumdu. Bundan önce de, Türkiye Esad hükümetinin bir yanında, bir karşısında oldu. Batı gibi, El Nusra Cephesi’yle ne yapacağına tam olarak karar veremedi. Bunların hiçbiri Türkiye’nin de Erdoğan’ın da pek işine yaramadı. Bu durum, Türkiye hükümetinin ulusun karşı karşıya olduğu tehditlerin doğasını ve büyüklüğünü anlayamadığını ortaya koyuyor.”
Bütün bunlara, Suriye, Irak, İran ve hatta Katar-Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi ülkelere karşı izlenen politikaların iflası; ABD’yi kendi çizgisine çekme umuduyla yaptığı Rusya blöfünün ters etkileri eklenince tam bir kuşatılmışlık durumu ortaya çıktı.
Dinci-faşist iktidarın birleşik devrim karşısında “ahmakça” davrandığından emperyalistlerin kuşkusu kalmamış. Dinci-faşist iktidarın tuttukları elini bırakırlarken, çaresizce alternatif arayışlarına girmişler. “RTE’ye oy vermeyen öteki %50”yi peşine takabilecek” bir burjuva muhalefet... aradıkları budur.
Peki, bir devrimin zaferi için koşullar bundan daha uygun nasıl olabilir ve devrimci güçler iktidarın ele geçirilmesi konusunu şimdi ele almayacaklarsa ne zaman ele alacaklar? Bir iktidar düşünün ki içerde toplum nüfusunun ezici çoğunluğunun öfke ve kinini üzerine çekmiş, dışarda kendisini bir kaşık suda boğmak için tetikte bekleyen düşmanlarla çevrili ve düne kadar ellerinden tutanlar şimdi teker teker ondan uzaklaşıyor.
Zaferi göze almak... Şimdi değilse ne zaman!