Küresel kamplaşma ve emperyalistlerin “renkli devrimleri” öyle hal aldı ki, özellikle Sovyet coğrafyasındaki her türden kitlesel hareket, haklı bir kuşkuyla karşılanır oldu. Kazakistan’daki gösterilerin şiddetli bir ayaklanmaya dönüştüğü ana kadar da geçerli oldu bu haklı kuşku.
Özellikle Rusya’nın kuşatılması, Rusya-Çin ortaklığının “arasına kama sokulması” projeleri, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün zora sokulması... emperyalistlerin tüm bu plan ve projeleri, sık sık geniş bir bölgede çeşitli girişimlere, provokasyonlara, çatışmalara, “renkli devrimlere” dönüşüyor. Çoğu zaman tüm bu coğrafyadaki gerçek emek hareketleri gölgede kalıyor.
İşin garibi, eski Sovyet ülkelerinin yönetimleri genel olarak gerici ve baskıcıdır, işçi-emekçi hareketlerini acımasızca baskı altında tutarlar. Kimilerinde ise komünist partiler, sosyalist örgütler, hatta sendikal hareket bile yasaktır. Bunlara karşı “liberal-özgürlükçü” olarak piyasaya sürülenler ise, bizzat emperyalist merkezlerin “projeleri”dir ve emperyalistlerin çevreleme ve parçalama stratejisinin aparatları olarak sahaya sürülmektedir. Bu uğurda 2014’te Ukrayna’daki faşist Maidan darbesi dahil her tür aşağılık yöntem kullanılmaktadır.
Dünya emek hareketini tedirgin bir şaşkınlığa iten de hareketin birden sıçrama yaptığı 4-5 Ocak gecesiydi. “Rusya’nın Belarus’la birlikte en sıkı müttefiki” bir ülkede gerçekleşiyordu eylemler. Kremlin “yabancı istihbarat” açıklaması yapıyor, internete “lüks araçlardan otomatik silah dağıtımı yapıldığı” haberleri düşüyor, ağır silahlarla çatışmaların sürdüğü, keskin nişancıların polisleri vurduğu, hatta kimi polislerin kafalarının kesildiği türden iddialar ortalığı kasıp kavuruyordu. Kafalarda “yeni bir Maidan mı” kuşkusu büyümekteydi. Ta ki bizzat sosyalist güçlerden güçlü mesaj ve çağrılar gelene kadar!
Kazakistan Sosyalist Hareketi, 6 Ocak tarihinde gün içinde dünya kamuoyuna yaptığı açıklamada, Kazakistan’da sürmekte olan olayların tartışmasız bir şekilde bir halk ayaklanması olduğunu ortaya koydu.
“Kazakistan’da şu anda gerçek bir halk ayaklanması var ve en başından beri protestolar toplumsal ve sınıfsal nitelikteydi, zira piyasada sıvılaştırılmış gazın fiyatının iki katına çıkması, bardağı taşıran son damla idi. Tüm bunlardan sonra gösteriler, tüm protesto hareketinin siyasi karargahı haline gelen Canaözen kentinde, [bizzat] petrol işçilerinin girişimiyle başladı.”
Olayların başlangıcı, tıpkı Sudan’da işçi kentinde başlayan “ekmek protestoları” gibiydi. Sabır taşları çatlamak üzere olan emekçi halk yığınları için bir “genel bahane” gerekiyordu ve LPG fiyatlarındaki fahiş zam işte bu “genel bahane” rolünü oynamış oldu. Sonrası malum. İşçilerin gösteri ve mitingleri hızla taraftar buldu.
Sendikal çalışmaları bile yasak olan işçiler, tamamen genç işçi önderlerin yönlendiriciliğinde harekete geçtiler. 3 Ocak’ta bir dizi bölge genel grevle sarsıldı. 4 Ocak’ta Chevron’un yüzde 75 hissesine sahip olduğu CengizChevroil (bir yıl önce 40 bin işçinin işten atıldığı tekel) işçileri greve giderken, tüm diğer petrol işçilerini de peşinden sürükledi. Sonrasında maden işçileri greve çıktı. Süresiz mitingler düzenlenmeye başladı. İşçi eylemlerinin bu çarpıcı yaygınlığı toplumun diğer kesimlerini de hareket geçirdi. Sokaklar hareketlendi. İşsiz gençler, yarım zamanlı işçiler, düşük ücretliler sokaklara çıktı.
Hareketin bu yaygınlık ve gücü karşısında yönetim ilk geri adımını attı. Hükümet istifa etti. Gaz fiyatları zamdan önceki düzeyinin de altına indirildi. Ama bu adım bir işe yaramadı. Tam tersine, ayaklanmış yığınlardaki “ilk küçük zafer” duygusunu güçlendirdi. Hareket durulmak bir yana daha da yaygınlaştı.
Ayaklanmacılar belediye ve eyalet hükümet binalarını basmaya başladı. Yapabildikleri yerlerde, bir süreliğine de olsa ele geçirdiler.
Ama daha önemlisi, siyasal karargah haline gelen CanaÖzen’de işçiler, Aksakallılar Konseyi kurdu ve bu konsey, tüm eylemcilerin gözlerini çevirdiği bir yetke haline geldi. Ayaklanmanın siyasal bir merkezi yetkeye kavuştuğu aşamaydı bu. Konsey, derhal bir “talepler listesi” oluşturdu. İnternette hızla yayılan bu siyasal talepler, tüm hareketi ortak hedefler doğrultusunda birleştirici bir özellik taşıdı.
Hareketin bu aşamasına kadar, askeri birlikler göstericilere ateş açmıyor, gösterici kitleler “esir aldıkları” polisleri çember içinde tutuyor, ayaklanma güçlenmeye devam ediyordu. Devreye “özel kuvvetler” sokuldu. Havaalanı başta olmak üzere “temizlik harekatı” başlatıldı. Aynı zamanda Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü devreye sokuldu.
Her gerçek halk ayaklanması ve devrimci kalkışma, çok çeşitli grupların sürece dahil olduğu alabildiğine girift hareket olarak gelişir. Yalnızca emekçiler, devrimciler yoktur. Her tür siyasal hesaplaşmaya açıktır arena. Yabancı ajanlar, paralı askerler, çeşitli türden gerici gruplar, akla gelebilecek her türden etken dahil olur sürece. Lenin’in o özlü anlatımıyla söylersek;
“’Saf’ bir toplumsal devrim bekleyen kimsenin ömrü, bunu görmeye yetmeyecektir. Böylesi, gerçek bir devrimin ne olduğunu hiç anlamayan sözde-devrimcidir.
1905 Rus devrimi bir burjuva demokratik devrimdi. Bu devrim, nüfusun hoşnut olmayan bütün sınıflarının, grup ve ögelerinin vermiş oldukları bir dizi savaşı içerdi. Bunlar arasında en barbar önyargılara sahip bulunan en muğlak ve akıl almaz amaçlar için savaşan yığınlar vardı, Japonlardan para alan küçük grupçuklar vardı, spekülatörler, serüvenciler vb. vardı. Nesnel olarak, yığınların hareketi çarlığı sarsıyor ve demokrasi yolunu açıyordu. Onun için bilinçli işçiler hareketin başında idiler.”
Kazakistan ayaklanmasında da benzer süreçler yaşanıyor. İnternette dolaşan “yabancı ajanlar, paralı askerler” iddialarında şaşılacak bir yan yok. Böyle bir ihtimal dışlanmaz elbette. Ama bu ayaklanmanın özünü değiştiren bir etken olamaz.
Ayaklanmayı bastırma harekatı kanlı bir şekilde devam ediyor. Polis birimlerinden yapılan açıklamalara bakılacak olursa, şimdiden onlarca insan öldürüldü. Ayaklanmacılar bir dizi yerde mevziler kaybettiler. Askeri anlamda karşı-devrimle baş edebilecek yetkinlikten ve güçten uzak görünüyor ayaklanma. Ama 2011 isyanının patladığı topraklarda hayata geçirmeyi başardıkları konsey, bütün bir ayaklanmanın siyasal odağı olmayı başardı şimdiden. Her devrimin kritik sorunlarından birini çözme konusunda önemli bir başarı sergiledi. İleri sürdüğü taleplerle tüm ayaklanmacı yığınların sözcülüğünü üstlenen siyasal otorite olduğunu gösterdi. Bu nokta bir sonraki ayaklanmanın daha ileriden başlayacağının ifadesidir.
Tıpkı Kazakistan Komünist Partisi gibi yasaklı olan Kazakistan Sosyalist Hareketi, dünya komünist ve işçi hareketine, emekçi halklarına yaptığı destek çağrısında şu talepleri sıralarken hareketin düzeyini ve içeriğini isabetli bir şekilde gördüğünü kanıtlıyor:
“Halka karşı düşmanlıklar derhal sona ersin ve birlikler şehirlerden çekilsin!
“Cumhurbaşkanı Tokayev dahil tüm Nazarbayev yetkilileri derhal istifa etsin!
“Tüm siyasi hükümlü ve tutuklular serbest bırakılsın!
“İşçilere kendi sendikalarını, siyasi partilerini kurma, grev ve gösteri yapma hakkı!
“Yasaklı Kazakistan Komünist Partisi ve Kazakistan Sosyalist Hareketinin faaliyetleri yasallaştırılsın!
“Ülkenin tüm işçilerini ve emekçilerini, Canaözen’in (2011 ayaklanmasında) katledilen petrol işçilerinin taleplerini hayata geçirmeye; ülkenin tüm madenciliğini ve büyük ölçekli sanayisini işçi kolektiflerinin kontrolü altında kamulaştırmaya çağırıyoruz”!
Uluslararası işçi sınıfı, emekçi halklar, komünist ve sosyalist örgütler, bu çağrıya ses vermeli, destek olmalıdır. Kazakistan işçi sınıfının ve emekçilerinin her türlü övgüyü hak eden bu görkemli ayaklanması, Sovyet topraklarında gittikçe güçlenen sosyalizm eğiliminin güçlü işaret fişeklerinden biridir.
Ayaklanma şimdi durulsa bile arkasının geleceğinden hiç bir şüphe yoktur. Yaşam bütün dünyada olduğu gibi, eski Soyvet topraklarında da sosyalizme akıyor. Hem de çok daha güçlü biçimde.