10 sene önce Buazizi’nin bedeninden yükselen alevler önce Tunus’u, hemen ardından tüm bölgeyi kasıp kavuran devrimci kalkışmalara, ayaklanmalara yol açmıştı. Tunus ve Mısır’da işler devrime vardığında, bizzat bu devrim dalgasına binen İhvancılar (Müslüman Kardeşler) “çöktü” devrimin üzerine. Elbette emperyalistlerin desteğiyle.
Ardından Libya ve Suriye örneğinde olduğu gibi doğrudan emperyalist müdahaleler geldi dinci çeteler üzerinden. Devrimci gelişmeler, dinci çetelerin kullanıldığı iç çatışmalar, işgaller ve savaşlarla karşılandı. Sürecin istisnası, örgütlü bir güce sahip olan Rojava Kürtleri oldu.
Bölgesel devrimci gelişmeler bu yolla karşılandıktan sonra, “düzenin tesisi”ne geldi sıra. İhvancıların bu işi kotaracak çap ve yetenekte olmadığı kısa sürede görüldü. Tam tersine, tüm o coğrafyada halk yığınları arasında geniş hoşnutsuzluklara yol açmaktaydılar. Onlar üzerinden devrimci gelişmelerin önünün alınması şöyle kalsın, yeni ve daha derin patlamalar kaçınılmazdı. Mısır’da Sisi darbesi bu şartlarda geldi. Mursi liderliğindeki İhvancılara karşı sokaklarda gelişmekte olan tepkiler, askeri darbe yoluyla durdurulmuş oldu. Mursi ve ekibi tasfiye edilirken, sokaklar da yeniden bir beklentiye sokuluyor, düzenin tesisi bu yolla gerçekleşiyordu.
Devrimci kıvılcımı ilk çakan Tunus’ta (Yasemin Devrimi) seçimlerden birinci parti çıkarak koalisyon kuran İhvancı Ennahda (Uyanış Hareketi) ve lideri Ganuşi, “Devrimi Koruma Birliği” adı altında dinci çeteleri silahlandırdılar. Hemen ardından emperyalizmin “Suriye’yi karıştırma operasyonu”na en fazla “cihatçı” (kiralık dinci çete) gönderen ülkeydi Tunus. Sadece cephede savaşacak dinci çeteler değil, “cihat evliliği” yapan pek çok kadın da gönderildi Tunus'tan Suriye’ye.
Fakat Tunus'ta güçlü olan dinci karşıtlığı, İhvancıları fena halde zorladı. Art arda muhalefet yöneticilerine yapılan suikastlar sonrası her defasında güçlü gösteriler ve ayaklanmalarla sarsıldı dinci hükümet. Tıpkı Mısır’da olduğu gibi, devrimi denetim altında tutmak, sermaye egemenliğini sağlama almak konusunda kullanışlı olmadıkları kısa sürede açığa çıktı. Bu başarısızlık Mursi’nin akıbetiyle birleşince, Ennahda “siyasal İslamdan vazgeçtik” açıklaması yaptı. Buna rağmen parlamentoda da, sokaklarda da sert tepkiyle karşılaşmaktan kurtulamadılar.
Hükümet karşıtı gösteriler hiç eksik olmadı Tunus'ta. Küresel salgının etkileri, ekonomik sorunların artması derken, sokaklar iyice hareketlendi. Üstelik bu defa sadece hükümet değil, muhalefet de protesto ediliyordu. Hükümet ile cumhurbaşkanı arasında gerilim, özünde, İhvancı çapsızlık karşısında Tunus burjuva sınıfının tepkisinden başka bir anlama gelmiyordu. “Yasemin kokusu” yoğunlaşmaktaydı.
İşler bu raddeye ulaştıktan sonra buna müdahale edilmezse, sokakların varacağı yer, yeni bir devrim olacaktır. Emperyalistler ve işbirlikçi sermaye sınıfı bu gerçeği gayet iyi bilmektedir. Hazır sokaklar ısınmış, tepkiler özellikle hükümete yönelmiş, ve (muhtemelen bizzat “müesses nizamın” yönlendirmesiyle) Ennahda binaları saldırıya uğramışken, Mısır’da tezgahlanan Sisi darbesinin “anayasal versiyonu” Tunus'ta neden uygulanmasın? Üstelik burada cumhurbaşkanlığı makamı da kendi ellerinde. Anayasayı “biraz yorumlamak” pek ala iş görür bu noktada!
Tunus anayasasına göre, siyasi uzlaşmazlıkların çözümünde tek yetkili Anayasa Mahkemesidir. Ama anayasanın kabul edilmesinden bu yana yedi yıl geçse de, atanacak hakimlerle ilgili uzlaşma sağlanamadığından mahkeme görevine başlayamadı! Her yasal boşluk fiilen doldurulur. Yasalar ve anayasalar, onu yorumlayana göre şekillenir. Güçlü olan kimse, yasalara “ruhunu veren” odur.
Tunus burjuva sınıfı, Cumhurbaşkanı Kays Said eliyle işte bunu yaptı. Said, 25 Temmuz itibariyle, anayasanın 80'inci maddesinde cumhurbaşkanına olağanüstü koşullarda tanınan yetkileri dayanak göstererek başbakan Meşişi'yi görevden aldı. Yetmedi. Parlamentoyu ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarını da askıya aldı. Bu olağanüstü durumun 30 gün süreceğini ve kendi atayacağı bir başbakanla yürütmeyi devralacağını açıkladı.
Cumhurbaşkanının kararı belirli kesimlerce sevinç gösterileriyle karşılandı. İhvancı Meclis Başkanı Ganuşi, bunu darbe olarak niteledi; “ Tunus halkı tiranlık dönemlerine dönmeyi kabul etmeyecektir. Özgürlük tehlike altında olduğu müddetçe yaşamanın bir kıymeti yoktur” diyerek, parlamento binasına gitti ve “darbeye barışçıl direniş” çağrısı yaptı. Sonuçta parlamento binası önünde silahlı askerlerce durduruldu, binaya sokulmadı. Oturma eylemi yapmaya başladı.
Bu “barışçıl direniş” sözü önemli. Zira cumhurbaşkanı Said, “Eline silah almayı veya kurşun atmayı düşünen herkesi, silahlı kuvvetlerin buna ateşle karşılık vereceğini söyleyerek uyarmak istiyorum” demişti. (NTV bu açıklamayı “Silaha sığınmaya çalışanları uyarıyorum, devlete baş kaldıran hiç kimseye sessiz kalmayacağız. Bir tek kurşun sıkan olursa askeri ve emniyet güçlerimizin kurşun yağmuruyla karşılaşacaktır” şeklinde verdi.) Bu sözler dincilere, Ganuşi’ye söylenmiş sözler. Mısır’da belirli bir dönem silahlı eylemler yapmışlardı dinciler.
Said, aynı zamanda anayasayı ve halkın çıkarlarını korumak üzere bu kararların kaçınılmaz olduğunu, yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkarma gerekçesiyle başsavcılık görevini de üstlendiğini söyledi. Bizdeki dahil dincilerin en büyük meziyetlerinin eşi benzeri görülmemiş yolsuzluk, yağma ve “mala çökme” olduğu bilinen bir durum. Haliyle Said’in bu açıklaması bu dinciler için en büyük tehdit niteliğinde!
Hiç kuşkusuz, bu bir darbe. Cumhurbaşkanı, ordu ve polis, Tunus burjuvazisinin egemenliğini güvence altına almak için “anayasal darbe” yapıyor. Meclis askerlerce kuşatılmış, giriş çıkış yasak. Hükümet partisi (Ennahda) merkezi kuşatma altında. Havaalanı ve devlet televizyonu denetim altında. Temel ihtiyaçların karşılanması veya acil sağlık vakaları ve gece çalışanları hariç olmak üzere akşam saat 19:00'dan sabah saat 06:00'ya kadar insan ve araçların hareketi yasaklandı. İhvancıları destekleyen ElCezire televizyonu basıldı, çalışanları dışarı çıkartıldı. Bu arada İhvancı liderler ordu ile görüşmek istedi, ordu reddetti.
Darbenin niteliğini anlamak için uluslararası arenada kimlerin ne dediğine bakmak kafi.
Almanya, “çok endişeliyiz, mümkün olan en kısa sürede anayasal düzene dönülmesini umuyoruz, bir darbeden bahsetmek istemiyoruz” dedi.
Beyaz Saray, “darbe olup olmadığı konusunda bir tespitte bulunmadığı”nı belirterek, karar vermeden önce ABD Dışişleri Bakanlığı'nın hukuki analiz yapmasını beklediğini söyledi.
Arap Birliği ise Said’in kararını ne destekledi, ne kınadı. Sadece “Birlik, Tunus'un mevcut çalkantılı aşamayı aşmasını, istikrarı ve sükuneti yeniden tesis etmesini ve halkın istek ve gereksinimlerine yanıt vermek için etkin bir şekilde çalışmasını umuyor”' dedi.
İhvancılara destek, tahmin edileceği üzere, dinci faşist iktidardan geldi. Dışişleri, Saray sözcüsü, Meclis başkanı... hepsi darbeye karşı Ennahda’ya açık destek sunan açıklamalar yaptılar.
Genel hava, emperyalistlerin desteklediği bir darbe olduğunu gösteriyor. Yeni bir devrimin eşiklerinde dolaşan Tunus’u “uçurumun kenarından almak” için, yetersiz ve artık kullanışsız aparat olan dincilerin ipi çekildi. Ama bunu yaparken toplumdaki birikmiş öfkenin ve tepkilerin bizzat dinci yönetime yönelmesine özel önem gösterdiler. Meclis binası önünde İhvancılarla onlara karşı olanlar arasında gerilim ve taşlı çatışmalar yaşanıyor.
Dinciler hükümetten giderken bile, toplumsal tepkinin soğurulması gibi bir misyon üstelenerek, sermayeye kusursuz bir hizmet sunuyor!