Makale Dizini

 

(...)

Xânî kemalsizliğin kemale ermesinden dolayı,

Kemal meydanını boş buldu.

Yani kabiliyetinden ve ehliyetinden değil,

Sadece hamiyet ve aşiret tutkunluğundan,

Kısacası: inattan ya da çaresizlikten

Mutat hilafı olarak bu bit’atı işledi (1)

Duruyu bir yana itip içti tortuyu,

İnci gibi olan Kürt dilini

Düzene koydu, intizama getirdi,

Böylece amer için çekti cefa,

Ki el demesin “Kürtler,

İrfansız, asılsız ve temelsizdirler.

Çeşitli milletler kitap sahibidir,

Sadece Kürtler nasipsizdirler”

Hem düşünce adamları demesin ki

“Kürtler,

Amaç edinmediler aşkı.

Hep birlikte ne isterler ne de istenirler

Hep beraber ne severler ne de sevilirler.

Onlar aşkın tadından yana hepten nasipsiz,

Hakîkî ve mecazî aşktan da boştur”

Hayır... Kürtler o kadar kemalsiz deyil,

Fakat öksüz ve mecalsizdirler.

(...)

 

Klasik Kürt Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olan Ehmede Xanî’nin Mem — û Zin adlı uzun eserinde, onun, neden bu yazım serüvenine girdiğini, yukarıdaki kendi dizelerinden anlayabiliyoruz. Birçok araştırmacı, Kürt aydınları genelde bu eserin Memo ve Zin arasındaki aşka odaklı olduğunu yazmışlardır. Bizler de bu eserden yola çıkarak yapılan sinema ve tiyatrolardan bundan başka mesaj alamadık. Bu anlamda bizler de bu eseri bir aşk masalı olarak biliyor ve seviyoruz.

“Bir aşk masalı olduğu doğru değil mi?” diye sorulabilir. Evet, doğru, bir aşk masalı Mem û Zin... Ama yalnızca o değil... Ehmede Xani’nin kendi dizeleriyle ifade edersek;

“Gönüldeki derdin şerhini kılayım efsane

Zin ve Memo’yu ederek bahane”

Zin ve Memo’yu bahane eden bu ölümsüz eserin yaratıcısı Ehmede Xani hakkında çeşitli rivayetler olsa da genel kabul gören, doğum tarihi 17. yüzyılın ortalarıdır. Onun nerede doğduğu, hangi aşirete mensup olduğu konusunda çeşitli rivayetler olsa da Xanî’nin yaşamına ilişkin gerçekleri eseri Mem û Zin’de bulmak mümkündür. Yaşamının çeşitli dönemleriyle ilgili bilgiler, yaşadığı dönem, bu dönemde Kürt halkının ekonomik, kültürel, sosyal dokusu, Kürt edebiyat dünyası, felsefi bakış açısı, verdiği mücadeleyi bulabiliyoruz. Bakın Xanî doğum tarihini bize nasıl bildiriyor; “Yokluktan koptuğu zaman tarih bin altmış bir idi.”

Xanî hicri 1061, miladi ise 1651 yılında doğmuştur. Babası şeyh İlyas, dedesi Eyaz’dır. Xanî aşiretine bağlıdır. Okuma yazmayı aile içinde öğrenen Xanî, Ahlat ve Bitlis medreselerinde eğitim gördü. Ayrıca Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerinde eğitim aldı. Kürtçenin yanında Arapça, Farsça ve Türkçe bilmesine rağmen, edebiyat metinlerini yalnızca Kürtçe yazdı. Kürtçe yazmaya özel önem gösterdi. Der ki dizelerinde “Bu meyve sulu olmasa bile / Kürtçedir o kadarı yeter.”

Bilinen üç temel eseri Nûbara Biçukan (Çocuktar İçin İlk Meyveler), Aqîda İman (İmanın Şartları), Mem û Zin (Memo ve Zin), Nûbar Kürt dil tarihindeki ilk sözcüktür. Bu da Xanî’nin Kürt diline ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir.

“Üçüncü Öğretmen Xanî” adlı eserinde H. Men şöyle diyor: “Kürt dili üzerine ilk çalışmayı yapan odur. Kürtçeyi Kürt çocuklarına gramerli, kurallı öğretmek fikir ve kararındadır. Kürtçenin yanında Arapça ve Osmanlıcayı öğretirken, o çağın coğrafyasında geçerli akçe dillerin öğrenilmesi kararındadır. O coğrafyada yaşayan Kürt beyliklerinde devlet lisanı Osmanlıca, edebiyat, sanat lisanı Farsça, dil-bilim lisanı da Arapça idi. Xanî bir çocuğun ev veya ana lisanını sevmesi, öğrenmesi, diğer dillerle de ilgilenmesi, hiçbir dilin diğerinin zenginliğine, geçerliliğine veya güçlü otoritesine kurban edilemeyeceği inancındadır. Xanî’nin büyüklüğü, çoban, aşiret, beylik durumuna düşürülüp aşağılık kompleksine alıştırılmış köklü Kürt halkının bedeni üzerinde bunu deneme fedakarlığıdır. O bir öğretmendir. Doğrusu, o sadece Kürtlerin değil, insanoğlunun Aristo ve Farabi’den sonra üçüncü öğretmenidir.” (2)


“Topluma yol yöntem telkin ederken geçmişini, mitolojilerini, destanlarını yeniden düzenleyerek, eksik ve yanlışlarını düzelterek kulağına üflenirse uyanması daha kolay olur.” diye düşünen Xanî, Mem û Zin’i yazarken kendine bir halk destanını temel yapmıştır. Bu destan, Meme Alan destanıdır. “Perdeden öyle ezgiler çıkarayım ki ben / Zin’i ve Memo’yu dirilteyim yeniden.” Xanî Memo Alan destanından birçok motif almıştır. Ama içerik bakımından yepyeni ve farklı bir destan yaratmıştır. H. Men’e göre, Meme Alan halk sözlü edebiyatın destan şeklidir. Mem û Zin, Meme Alan’dan yola çıkıp Kürtçe kurgusu tamamen Xanî’ye ait olan, ulusların bağımsızlık destanlarının yazılmış ilk eseridir.

Ehmede Xanî der ki, geçmiş dönemde bir padişah yaşardı... Soyu Arap, kendisi Kürt beyi... Tahtı Cizre’de... Botan beyi olarak anılan Bey’in adı Zeynıdin idi... İki kız kardeşi vardı Botan beyinin. “Biri doğruluk bağının selvisiydi”, diğeri “Beyin can ve ciğeri, adının yarısıydı”, Sıti ve Zin’di adları bu güzellerin... Biri esmer diğeri sarışındı... Mehtap gibiydi Sıtî... Güneş gibiydi Zin...

“Güzellik bakımından ikizdi ikisi

Sıtî gerçi çok nazenindi.

Fakat Zin de cennet hurilerine benzerdi.

Gerçi Sıtî yıldız misaliydi.

Ama Zin’in yüzü parlak bir aydı.

Gerçi mehtap gibiydi Sıtî

Fakat Zin de güneş gibiydi, daha tazeydi.

Gecelerin çıralarına benzeyen bu, ikisi

Bağlara ve bahçelere yürüdükleri zaman,

Hayvanları ve cansızları bile inletirler,

İnsanları ve bitkileri talan ederlerdi.”

Sıtî ve Zin olur da karşılarında yiğit, yakışıklı delikanlılar olmaz mı? Olur elbette... Tacdir Divan Vezirinin oğlu... Kahramanlıkta eşsiz... Soyu, nesebi, asaleti belli... Delikanlıların baş tacı ve önderi... İki kardeşi var kurnaz mı kurnaz... Düşmanların korkulu rüyası... Birinin adı Arif, diğerinin Çeko. Memo Divan Katibinin oğlu, başı dertli bir genç. Tacedin tüm akrabalarından öte tutardı Memo’yu. “Çıra yapmıştı kendine” onu. “Kardeşini görmediği gün, / çıra görmeyen geceye döner”di. Memo’da ona tutkun... Cihat kardeşleridir birbirine...

Her aşk sınamalardan geçer, her aşk zorlu yollardan ilerler. Ve her aşkın üzerinde kem gözler olur... Memo ve Zin’in aşkına engel, “zamanın fitnecisi bir it oğlu it” vardı... Adı Beko. Beyin kapıcısı... Tacedin ısrar eder beyden Beko’yu kovması için... Ama bey “şarttır bizim için bir değirmenci / şarttır bizim için bir kapıcı” der de başka bir şey demez. Bilir Bekir zina çocuğudur ama şunu da bilir ki bey, “değirmenimiz onunla dönüp yükleniyor.”

(...)

Zalim olan bu avane zümresi

Subaşılar, kahyalar, kapıcılar,

Biz zalimlerin değirmenini döndürüyorlar

Zulüm tahtını öğütüyorlar.

Eski zamanların geleneği şöyle anlatılır Mem û Zin’de; güneş Mart’a ulaştığında, hiç kimse kalmazmış evlerde, meskenlerde... Yaşlı, erkek, kadınlara varıncaya dek... Özellikle bekarlar ve bakire kızlar, hepsi süslenir çıkarlarmış kırlara... sevenler birbirini seçsin diye.

Güneş Mart’a ulaşmıştı... Memo ve Tacedin gizleyerek gerçek kimliklerini, hazırlandılar kızlar gibi. Zin ve Sıtî de yaptı aynı şeyi, oldular erkek kılıklı... Ama engel değildi dıştaki görüntü yüreklerin buluşmasına... Karşılaştıklarında vuruldular birbirlerine. Aldılar parmaklarından nişanlarını...

(...)

Tacedin baktı ki kardeşinin etinde

Bir mücevher parlıyor çıra gibi

Bir yakut ki nar tanesi gibi

Karanlık gecede yakılan meşale gibi

Ve de mum gibi parlıyor,

Hakkak “Zin” adını yazmış üzerine

Elini uzattı ki getirip, iyice bakıp görsün diye,

Memo’da baktı ki Tacedin etinde

Paha biçilmez bir elmas var

Üzerine “Sıtî” adını yazmış

Maharet sahibi bir üstat

Hipokrates sarraf olsa eğer,

Tartıyla ve kıratla tahmin etse,

Eflatun için pazarlık yapsa,

Karun’un bütün hazineleri,

O yüzük taşlarının pahasının sekizde birini,

Karşılayamazdı, uzak görüşlülerin bilgisiyle...

(...)


Zin ve Sıti’yi aşk öylesine değiştirmişti ki, dönemezlerdi eski hallerine... Dadıları Hayzebun onları garip halde bulunca, “Her biriniz iki gözümün nurusunuz / Koruyucunuz Allah olsun sizin / Benim canım feda olsun size / Doğru söyleyin bana ne oldu halinize.../(...) Bu şaşkınlık mıdır yoksa sevda hayali mi”

Sıti ve Zin anlatırlar yüreklerindeki derdi...

Newroz günü iki delikanlıya tutulduklarını, ama onların kim olduklarını bilmediklerini söylerler... Yüzüklerle nişan ettik sevgimizi derler. Dadı kurtarmak için namuslarını Tacedin ile Memo’yu aramaya gider... Aşklarından olmuş hasta bulur onları... Verin yüzükleri, laf gelmesin namuslarına ve en kısa zamanda gelin isteyin kızlarımızı. Memo aşkının simgesi olan yüzükten ayrılmak istemez ama söz olsun da istemez yarine.

Tacedin Sıti’yi istemek için büyüklerini gönderir beye...

Bey yiğit Tacedin’e vermeyecektir de kime verecektir Sıti’yi... Düğün dernek kurulur... Xanî, uzun uzun anlatır düğünü... belgesel tarzında sunar bize o günün adetlerini.

Bu kadar çabuk Tacedin’in mutluluğa ermesine dayanamaz Bekir... Tacedin’den korkar ama fitne ve fesatlıktan vazgeçmez. Bey’e fısıldar içindeki kötülüğü. Sıti’yi çarçabuk verdiğini, onun daha iyilerine layık olduğunu söyler. Bey ise, “Hiç değişir miyim ey bedbaht / Tacedin ve Memo’yu Kayser’in tahtına” Fesadının yeterli olmadığını anlayan Bekir, başka yollar arar kendine... “Sen Sıti’yi Tacedin’e verdiğin gün / O da kendi yönünden Memo’ya vermiş Zin’i”

Nasıl olur... Beyin izni olmadan kuş uçmaz, kervan geçmez... Ne mümkün beyin izni alınmadan karar vermek bir şey hakkında... Zin’i Memo’ya vermek kimin haddine... Fesat yerini bulur... Bekir yakalamıştır doğru noktadan... Kükrer Bey... Bir aşk masala dönüşür bundan sonra...

“Gönlümde vardı gerçekten

Zin’i Memo’yla şereflendireyim ben.

Halit ceddine varıncaya kadar,

Pederin ve ataların ruhlarına and içerim ki

Âdem soyundan olan erkek cinsine

Zin’i karı olarak asla vermeyeceğim

Başından bezmiş olan varsa

İşte Zin...”

Hangi zorbalık, hangi tehdit aşkı dize getirebilmiştir ki, beyin meydan okuması buna yetsin...

Zin yemeden içmeden kesildi... “Gönlünün derdi oldu gıda ve yiyecek / Gözyaşları da oldu şerbet ve içecek / Güneşin karşısındaki ayın mehtabı Zin” oldu biçare. Zin aşkını, derdini, gamını dilsiz yaratıklara söyledi... Kimi zaman bir mum, kimi zaman pervane böceği oldu dert ortağı... İnsanoğluna ise anlatmadı derdini.

Memo deliye döndü sevgilinin yüzünün hayalinden. Memo’da aşkını, derdini Dicle’ye anlatır, dert ortağı olur Dicle Memo’ya... “Ey benim gözyaşlarım gibi dökülen nehir! /Ey âşıklar gibi sabırsız ve sükûnetsiz nehir!” Rüzgardır bir başka dert ortağı Memo’ya. “Mürekkebi gönül kanı atan bu mektubu / Bir siyah gözbebeği atan şu sayfayı / Cemalinin önündeki perdeyi titretmeden / Bir arzuhal gibi tenha olarak ver eline / Sakın ha! Perdeyi yellendirmeyesin / Yar mektubu okuduğu zaman”

Bey ve yanındakiler tüm bir konak ava gittiğinde Zin kendini bahçeye attı. Memo’nun aşkından yanan yüreğini biraz olsun rahatlatmak için... Ateşler içinde yanan Memo’da duramadı içerde. Attı kendini sokağa ve bir anda buldu Zin’in karşısında... Konağın bahçesinde... oldu Zin’in isteği, Memo kalktı geldi yanına... Dayanamadı Zin’in yüreği, bayıldı, yığıldı kaldı orada... “Ciğeri kanlı olan Memo görünce / Sedef içindeki bir inciye benzeyen Zin’i” buluştu elleri birbiriyle... Aşk denizine daldılar unutarak her şeyi... Fark etmediler avdan dönen topluluğu... Karşılarında buldular Bey’i Memo ve Zin… Abasının altında Zin, yaralı bir ceylan gibi kalakaldı... Memo, Bey’e Zin’i ceylan olarak tanıttı. Dostu, sırdaşı, arkadaşı Tacedin anladı Memo’nun derdini koştu bir çare aramak için. Hiç tereddütsüz evini ateşe verdi... Mülkün ne kıymeti vardı dostluğun yanında... Feryat figan dağıldı kalabalık... Kaldı Memo ve Zin yalnız... Yaralı ceylan Zin uzaklaşır oradan...

Beko… Hain, fesat Beko yine iş başındadır... Dedikoducular, hilekârlar, kıskançlar iki sevgilinin haberlerini dolaştırırlar tüm meclislerde. Kurulur fesat tezgâh. Beko fısıldar beyin kulağına,

“Namusa aykırı atan bu haberin

Hakikatini nasıl ortaya çıkaralım?

Suçun ipucunu nasıl ortaya çıkaralım?

Bekir dedi ki; “Emir ver Memo’yu çağırsınlar,

İkiniz halvete oturunca

-Memo gerçek aşıktır bunu iyi bil-

Kendisiyle satranç oyna sen,

Şartını da “Gönül dileği” olarak koş,

O zaman sırrın hakikati meydana çıkacaktır.”

Gönlündeki sevgiyi inkar etmeyeceğine emindir Bekir... Beylerin, Bekirlerin oyunundan habersizdir Memo.. Bilmez “Beyler yılanların şahının soyundandır / Zehir sahibi ve mühür sahibidirler / Mühürleri bastıkları zaman, bil ki zehirdir/ Sevgi gösterdikleri zaman da bil ki hışımdır.”


Bey’in oğlu “delikanlıların şahı” anladı arkadaşı Memo’ya kurulan oyunu... Bu oyunu bozsa bozsa Tacedin bozar diye koştu ona... ulaştırdı haberi... Memo satrançta ustadır... aralarda üç el yener Bey’i... Bekir oyununu oynamaya başlar... Memo Zin’i görürse aklı durur, oynayamaz, bunu bilir Bekir. Bir perdenin ardından oyunu izleyen Zin Memo’nun arkasına düşer... Bekir Memo’yla beyin yerini değiştirmenin yolunu bulur... Gözleri Zin’e dokunan Memo, şaşkına döner... ardı ardına yenilir beye. Bey sorar Memo’ya “dünyada senin sevgilin kimdir?” Memo cevap vermeden, fesat Beko başlar sormaya... Onun bir Arap kızı olduğunu söyler...

Memo nasıl inkâr eder yüreğindeki güzeli... Haykırır, “Beyim benim gönlümü yakan peri / Padişah kızıdır, yeri saraydır / Anka’dır, yuvası yüksektir / Beylerdendir o, temiz soydandır / Hurilerin ve nazeninlerin baş tacıdır / Gerçi melektir ama adı Zin’dir.”

Zin adını duyan bey, hemen hükmünü verir, attırır Memo’yu zindana... Yalnız değildir Memo, Tacedin ve kardeşleri vardır can dostu... “Biz dört kardeşiz dört duvar gibi / onun mutluluğunun köşeleriyiz biz” Tacedin gibi bir yiğidi kaybetmek istemez Bey... Bekir yine fesat peşindedir... başlar ağını örmeye… Beyden Zin’i Memo’nun yanına göndermesini ister. Bilir ki, zindanda ki perişan Memo’nun yüreği Zin’in aydınlığına dayanamayacaktır. Beylerin “kalpleri kulaklarıdır, kulakları da kalplerine bağlı değildir...”

“Memo öldü, Memo öldü!” diye bir haber yayılır her yana... Bunu duyan Zin de ölümden beter olur... Beye onu görmek istediğini söyler ve vasiyetini sıralar... Bey de pişmanlık içinde söz verir ona, ya mezarda ya da sağ onları ayırmayacaktır.

Zin, baştan ayağa süslenerek gitti Memo’nun yanına... “Susuzsan eğer, işte hayat suyu / Hastaysan eğer, üzerine geldi lokman / Mecnunsan eğer, yanına bizzat Leyla geldi / Mamık’san eğer, işte sunu Azra! / Bülbülsen eğer sana gül hazırdır / Nilüfersen eğer güneş sana bakıyor / Pervaneysen eğer işte mum parladı / Ölüysen eğer üzerine İsa geldi / Bu şekilde divane olma” dediler hep bir ağızdan Memo’ya ve eklediler. “Huzuruna çıktığın zaman derhal, seni muradına kavuşturacaktır/ senin ondan gönlünün isteği neyse / o şekilde seni mutlu edecektir” … Memo’nun cevabıdır bu isteğe; “Ben hiçbir beyin huzuruna gitmem / Ben esirlerin kölesi olmam / Bu mecazi beylik ve vezirlik / bu sihir ve hayal oyunları/Hepsi boş ve fanidir” Ayrılır Memo bu dünyadan.

Tacedin... Memo’nun can dostu... Karşılaşınca Bekir’le yolda, haykırdı yüzüne “ey alemin fesadının sebebi/ ey insan şeklindeki şeytan sıfatlı/ ey fitne ve fesatların kaynağı/ ey maksatların ve muratların engeli/ Memo ölecek” Fesat Bekir yaşayacak. Olamaz böyle bir şey dedi ve aldı canını vücudundan... Atıldı köpek gibi sokak ortasına cesedi... Yufka yürekli Zin dayanamadı bu duruma ve dedi ki Tacedin’e ve Bey’e;

“Biz kırmızı gülüz o bizim için dikendir

Biz hazineyiz o bizim için yılandır

Eğer o olmasaydı aramızda engel

Aşkımızda bozulur zail olurdu

Biz yüksek yere varacağımız zaman

O da eşikte köpeğimiz olacak”

Zin ağıtlar yaktı mezarı başında Memo’nun. Memo’suz bir yaşamın anlamı yoktu. Kapandı mezarına ve verdi kararını... Attı yüreğini Memo’nun yanına. Botan halkı feryat figan... Bey tuttu sözünü açtırdı Memo’nun mezarını “Al Memo işte Zin’in” dedi. O anda Memo dile geldi “Merhaba!” dedi. Herkes şaşa kaldı bu duruma ve bir kez daha inandılar aşkın gücüne.

Derler ki, “Mezarları üzerinde iki fidan yeşerdi... Biri yüksek selvi, diğeri çam... Kolları birbirinin boynunda, bu iki güzellik, boy attılar birlikte gökyüzüne doğru. Hayır duası alamayan fesat Bekir’in mezarı üzerinde de dikenli ardıç yükseldi. Selvi ve çama yetişti, iki yarin arasına girdi yine... Dolandı selvi ve çamın her yanına.”

Bir masal aşkı, bir yurtseverlik destanı da böylece sona erdi. Yüzyıllardır dilden dile bugüne taşınarak bize kadar ulaştı... Bizden sonra da o kendi yolculuğuna devam edecek... Kürt halkının özgürlük mücadelesinde o da olacak daima...

ÖNSÖZ, 3. Sayı, Kış ‘06

 

Dipnot:

(1) Xanî herkesin tersine, bu kitabı Kürtçe olarak yazdı. Çünkü o zaman herkes Arapça ve Farsça’ya meraklıydı, kitaplar o dillerde yazılırdı.

(2) H. Men, üçüncü öğretmen Xanî, İstanbul Kürt Enstitüsü yayınları. İstanbul Ocak 2002, sf. 40