Nesneler dünyasında güzellik, çirkinlik olgusuna baktığımızda, devreye ustalık girmektedir. Usta ellerin yaratımları her birimizde hayranlık uyandırır. İp üzerinde yürüyen cambazı izlerken, çok karmaşık bir mekanik düzenekle oyun oynar gibi çalışan bir mühendisi, ağaca şekil veren bir yontucuyu, taşa biçim veren bir heykeltıraşı izlerken duyulan heyecan, hayranlık, anlatılmaz bir coşkudur. Kagan’ın belirttiği gibi “Nesnelerin güzelliğinin kaynağı ustalıktır, güzelliği ustalık yaratır, güzelliğe dönüşen şeyin kendisidir ustalık, ustalıktır güzel olan! Demek ki ustalık insanların kendi yarattıkları nesnelere biçimce en yüksek dereceden bir iç düzenlilik verebilme yeteneği, yani biçimlenmemiş olanı, biçimlenmiş olana, biçimsiz olanı yapıca organlaşmış olana; düzene konmamış olanı düzene konmuş olana dönüştürebilme yeteneğidir. (...) Bir nesneye usta işi diyebilmemiz için, o nesnenin kullanışlılığından gelen niteliklere bakmamız gerektiği kadar parçaların görsel uyumu, iyi orantısı, kusursuz, biçimsel düzeni gibi, o nesneye ilişkin mükemmelliğin dışsal belirtilerine de bakmamız gerekir.”
Şimdi gelelim sanatta güzel-olan ile çirkin-olan ilişkisine... Güzellik sanatta iki biçimde görülür. Sanatta güzellik öncelikle yaratıcı kişinin ustalığının bir sonucu olarak çıkar. Ayrıca da sanat doğadaki, nesnedeki, insandaki güzelliği yeniden yaratır. Bir marangoz mobilya yaparken onun güzel olup olmamasına göre değil, elindeki modele göre benzerini yapar. Onun estetik bir kaygısı yoktur, sağlam bir benzeri çıksın yeterlidir. Sanatta durum tam tersidir. Onun mutlaka estetik bir değer taşıması gerekir. Herhangi bir sanat eseri insanda sevinç ve coşku uyandıramıyorsa, onunla amaçlanan, eğitici, ahlak ve zihinsel yönlerini insanlara ulaştıramaz. Burada biçimin önemine vurgu yapılmaktadır. Ama biz şunu da biliyoruz ki, biçimce ne kadar güzel olursa olsun öz olarak bir değer taşımıyor, biçimle öz arasında diyalektik bir uyum kurulamıyorsa bu esere güzel diyemeyiz. Şu da doğrudur, sanatta güzel ve kusursuz bir biçim olmadan, özü ne kadar güçlü olursa olsun bu eserin istenilen etkiyi sağlaması beklenilemez.
Sanat yalnızca güzel-olanı yaratmamıştır aynı zamanda çirkin-olanı da yeniden yaratır ama güzel olması şartıyla. Sanatçılar neden çirkin-olanı yeniden yaratmışlardır sanatsal üretimleriyle. Bunun nedeni, Aristoteles’in belirttiği gibi sanatın çirkin olan bir şeyden duyulan tiksintiyi aşarak, çirkin-olanın verilişindeki güzellik yoluyla, o tiksinti duygusunu estetik bir rahatlık duygusuna dönüştürdüğü için midir, yoksa Lessing’in dediği gibi, güzel olandaki güzelliğin ortaya konabilmesi için bir karşıtlığın oluşturulmasına yardımcı olacağı ölçüde zorunlu olacağı için midir? Ya da Belinski’nin belirttiği gibi çirkin olanın sahici yoldan sanatsal olarak yeniden yaratılmasının, o çirkin-olan şeyin güzel-olan şey açısından açığa çıkarılarak yargılanması olduğunu söylemiştir. Çirkin-olanın sanatta canlandırılışı, insanlarda güzel olana bir eğilim doğuruyorsa başarılı bir eserdir bu eser. Eleştirel gerçekçilik anlayışında üretim yapan sanatçılar çirkin-olanı vermişlerdir eserlerinde. Onların çirkinliği estetik olarak verişleri güzel bir topluma olan özlemi doğurur.
Çöküşme sanatı da çirkin-olanı almış ama onu kutsamıştır. İnsanın ve yaşamın özünü çirkinlik olarak ortaya koymuş ve bunun asla değişmeyeceğini söylemiştir. Çirkin-olanı yadsımak yerine olumlamıştır. Çöküşme sanatında insan, çirkin, aşağılık, acınacak bir varlık, adi bir yaratık olarak verilmiştir. Çöküşme sanatı, çirkin olanı estetikleştirip, değişmez ilan ederken, toplumcu sanat, çirkin-olanın ortadan kaldırılışını anlatmak istemiştir.
ÖNSÖZ, 6. Sayı, Kış ‘07