Koşulların bir devrim için her zamankinden daha elverişli olduğu bugünkü dünya konjonktüründe leninist bir partinin dünyanın herhangi bir yerinde devrime önderlik etmesi, herhalde hiç kimse için “duru gökyüzünde çakan bir şimşek” olmayacaktır. İşin aslına bakarsanız sorulması gereken soru, bu derece elverişli koşullarda şu ana kadar nasıl olup da bunun başarılamamış olduğudur. Böyle bir soru sorulduğunda olası cevapların çokluğu ve çeşitliliği bizi şaşırtmamalıdır. Devrim sorununa pratik açıdan değil de teorik açıdan yaklaşanların bu konuda yazdıkları, söyledikleri, çizdiklerinin bıktırıcı kalabalığı bizi bugüne kadar bir adım bile öteye götürmemiştir; bundan sonra da götürecek değildir.

“Proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımında örgütten başka silahının olmadığı”na dair Lenin’in yaptığı belirleme bugün hala geçerliliğini korumaktadır. Tarih, sınıf savaşımları tarihi olduğuna göre, günümüzde bu savaşımında proletaryaya önderlik edecek olan da proletaryanın devrimci sınıf partisidir: en sıkı ve merkezi olarak örgütlenmiş, profesyonel devrimciler örgütü! Yani nerede olurlarsa olsunlar tüm hayatlarını gönüllü olarak devrime adamış olan insanlardan oluşan, “sıkı sıkıya kaynaşmış bir parti örgütü”. Günümüzün en devrimci, en bilimsel ideolojisi olan Marksizm-leninizmle donanmış bir çelik çekirdek; işçi sınıfını zafere ulaştırmak için yola koyulmuş bir lokomotif!.. Bütün enerjisini ve zamanını devrime hasreden proletaryanın savaş kurmayı...

Eğer program böyle bir partinin göndere çekilmiş bayrağı ise, disiplin de o partinin direğidir. Proletaryanın devrimci sınıf partisi, var olan programını hayata geçirebilmek için disiplinli kadrolara ve disiplinli bir çalışmaya ihtiyaç duyar; disiplinin olmadığı yerde kendiliğindencilik, keşmekeşlik ve kaos vardır. Herkesin kendi kafasına göre hareket ettiği bir yerde, sonuç alıcı bir pratikten bahsedilemez. Her kafadan bir sesin çıktığı, görev ve sorumlulukların tanımlanmadığı bir yerde bırakın ortaklaşa bir iş yapmayı, ortaklaşa bir düşünce, olaylara ortak bir bakış açısı bile oluşturulamaz. 20.yy’ın son çeyreğinde sosyalist sistemin geri düşüşüyle başlayan tartışmalarda, yaşanan bütün olumsuzlukların faturası leninist parti modeline kesilmeye çalışıldığı için biranda ortalığı anarşist küçük burjuva bireyciliği kaplamıştı. Bunlar “her türlü otoriteye karşı olmak” adına proletarya diktatörlüğüne yani sosyalist devlete de karşı olduklarını ilan etmiş, proletarya diktatörlüğüne geçiş için mücadele edenleri hedef tahtasına oturtmuşlardı. Sosyalist sistemin dağılmasının etkisiyle kendilerini bir anda esen neo-liberalizm rüzgarına kaptıranlar da bunlarla ağız birliği etmiş ve kapitalizmden komünizme geçiş döneminde bir maya işlevi görecek olan leninist parti modeline karşı adeta savaş açmışlardı. Bu savaşta en çok başvurdukları argüman, leninist parti modelinin aşırı merkeziyetçi ve otoriter olmasıydı. Oysa leninist partide salt merkeziyetçilik değil, demokratik merkeziyetçilik geçerlidir ve otorite, her yerde olması gereken kurallar bütününden yani disiplinden başka bir şey değildir. İşçi sınıfının kendi yaşamından edindiği proleter disipline yabancı olan daha çok küçük burjuva aydın çevrelerden gelme bu unsurların “özgürlük” adına sosyalizme verdikleri zararın boyutu anlatılamayacak düzeydedir. “Özgürlük”ü, “bilincine varılmış zorunluluk” değil de “dileyenin dilediği gibi davranması” olarak algılayanlar, her yerde kolektivizmi ve örgütlülüğü tahrip ettiler. Oysa disiplin ve özgürlük birbirini dışlayan değil tam tersine içeren şeylerdir. İkisi arasındaki diyalektik bağ koparılmadığı sürece sorun yoktur. Bir insan gönüllü bir şekilde bir kolektifin parçası olabilir, bir kolektifin işleyişi için oluşacak kurallar bütününe kendinden birşeyler katabilir, kolektif kararların alınmasında kendi görüşlerini sonuna kadar savunabilir ve nihayetinde alınan kararları merkeziyetçi bir şekilde, kendisinin de kabul ettiği işleyişe uygun bir şekilde hayata geçirebilir. Burada öngörülemeyecek, önceden kestirilemeyecek durumlar ortaya çıkabilir mi, elbette çıkabilir. O zaman yine kolektif akıla başvurarak sorunlar çözümlenebilir; hiçbir şey kendiliğindenciliğe bırakılmadan yol alınabilir. (Şimdilerde pek revaçta olan kuantum teorileriyle diyalektik determinizmin çeliştiğine, nasıl ki atom altı parçacıkların hareketinde bir belirlenimsizlik/kesinsizlik varsa toplumlar tarihinin gelişiminde de bir belirlenimsizlik/kesinsizlik olacağına dair düşünceler, kapitalizmin sosyalizme yerini bırakmayabileceğini, gelecek toplumun bugünden öngörülemeyeceğini vb. savlayarak güya Marksizmin yanlışlandığını, anarşizm ve kaos teorilerinin doğrulandığını yutturmaya çalışıyorlar.)

Komünistler, disiplinden bahsettikleri zaman asla tek taraflı bir disiplinden bahsetmezler. Parti (kolektif) disiplin ve özdisiplin bir arada ve birbirlerini güçlendirecek şekilde olmalıdır. Birinden birinin eksik olduğu koşullarda istenilen sonuç elde edilemeyecektir. “Disiplinden, başkaları karşısında nasıl hareket edilmesi gerektiğini, emirleri ya da kendisine verilen bir işi yerine getirmelerini değil” diyor Sovyet eğitimci Anton Makarenko, “başkalarının kendisinin ne yaptığını bildiklerinin farkında olmadığı zaman nasıl hareket etmesi gerektiğinin bilincinde olmasını anlıyoruz”. Kuşkusuz burada bahsedilen disiplin, özdisiplin oluyor. Elbette, sorumluluklarının bilincinde olan bir komünistte özdisiplin geçerli olacaktır; o, hiç kimsenin uyarmasına gerek kalmadan yapılacak işler, görevler konusunda sorumluluk alacak ve bunları hiç denetlenmese bile en iyi şekilde yerine getirecektir; ama sözkonusu olan kolektif işlerin halledilmesi olunca “doğru yere doğru kişiyi yerleştirmek ve denetlemek” şart oluyor. Bu, güvensizlikten kaynaklı değil, toplumun henüz çok az bir kısmının “yeni insan” diyebileceğimiz kertede komünistleşebilmiş olmasından kaynaklanıyor. Belki gelecekte bir zaman insanlar, hiç bir denetime gerek kalmadan özdisiplinle, gönüllülükle yapılması gereken her şeyi yapacaklar, gönüllü çalışma konusunda birbirleriyle yarışacaklardır. O zamana kadar, özdisiplinin yanı sıra parti disiplininin de hissedilmesi şarttır. “...Çelik disiplin, proletaryanın zaferi için gereklidir” diyor Lenin, “proletaryanın devrimci partisinde disiplin nasıl sağlanır, nasıl denetlenir, nasıl güçlendirilir? Birincisi, proletaryanın öncüsünün sınıf bilinci, kendini devrime adamışlığı, gücü, özverisi ve kahramanlığı ile; ikincisi, en geniş emekçi yığınlarıyla, her şeyden önce proletarya ile, ama aynı zamanda emekçi yığınların proleter olmayan kesimleriyle bağlanma, onlarla en yakın bağları koruma, hatta bir dereceye kadar kaynaşma yeterliliğiyle; üçüncüsü, bu öncü tarafından yürütülen siyasetin doğruluğu, siyasal strateji ve taktiklerin doğruluğu, bu geniş yığınların bunların doğruluğuna kişisel deneyimleriyle inanmaları koşuluyla”...Demek ki, parti disiplini, kadrolar tarafından gerektiğince içselleştirilir ve bir özdisiplin haline getirilirse, bu yığınlarla bağ kurmada, onları örgütleyip parti çizgisine çekmede önemli bir rol oynayacak ve bu başarıldığı ölçüde de partinin otoritesi güçlenip, gelişecektir.

Parti içinde ve çevresinde yatay ilişkilerin gelişmesi, parti tüzüğünün işletilmemesi, legal alışkanlıkların parti kadrolarına sirayet etmesi, bir nemin duvarı çürütmesi gibi, partiyi içten içe kemirir ve en nihayetinde tasfiye ederek sınıf mücadelesinin dışına düşürür. Leninistler, bu tehlikeye karşı uyanık olmalıdırlar. Her zaman ve her yerde işleyişe uygun davranmalı, uygun davranmayanları gördüklerinde yoldaşça uyarmalıdırlar. Bu, savaşçı bir parti için üzerinden atlanmayacak öneme sahip bir konudur. Devrime önderlik etme iddiasındaki bir parti, her şeyden önce kadrolarını bu konularda disipline edebilmelidir. Kuşkusuz Leninist Parti, bu konularda bir hayli yol almıştır; ama bir güç örgütü olabilmek için tüm kadroların yeniden çelik bir disiplinle yoğrulmaları gerekiyor. Önümüzdeki yeni dönem ve yeni görevler, bunu zorunlu kılıyor. Sözlerimizi büyük komünist şair Nazım Hikmet’in “Komünistlere Bir Çift Söz” şiiriyle bitirelim:

Komünistler, bir çift sözüm var size:

ister devlet başında olun ister zindanda

ister sıra neferi,i ster parti katibi

Lenin girebilmeli her zaman her mekanda

işinize, evinize, bütün ömrünüze

kendi işi, öz evi, kendi ömrüymüş gibi.

Seyit Ali KONUK

NOT: Merkez yayın organı Komünist 10. sayıdan alınmıştır