< < Gericiliğe Ve Devrime Dair: “Yaşamak İstiyorum”

 

Yine bir kadın cinayeti, yine isyan... Son sözleri “ölmek istemiyorum” olan Emine Bulut, 10 yaşındaki kızının gözleri önünde katledildi. Onun “ölmek istemiyorum” çığlığına kızının “anne lütfen ölme” çığlığı karıştı.

Dün Kırıkkale’de Emine Bulut, 4 yıl önce boşandığı eski eşi tarafından defalarca bıçaklanarak katledildi. Fedai Baran ile Emine Bulut, arasında çıkan sözlü tartışma büyüdü, Fedai Baran, yanındaki bıçakla eski eşini, kızının gözü önünde defalarca bıçakladı. Tedaviye alınan Bulut, doktorların tüm çabasına rağmen hayatını kaybetti.

Aynı gün, Bekir Erkol, Konya'da 3 çocuk annesi eşi Tuba Erkol'u 20 yerinden bıçaklayarak öldürdü. 9 yaşındaki küçük kızı Müşerref'ten "Annemsiz uyuyamam ki. Onsuz nasıl yatarım? Ne olur doktorlara biraz daha para verin de annemi yaşatsınlar" çığlıkları yükseldi.

Tuba Erkol, 4 gün önce kendisine şiddet uygulayan eşi hakkında şikayetçi olup evden uzaklaştırma kararı aldırmıştı. Bekir Erkol, buna rağmen mesai bitiminde eşinin çocuklarıyla kaldığı daireye gitti. Çıkan tartışma kavgaya dönüşünce Bekir Erkol, yanında getirdiği bıçağı eşine sapladı.

Yaralanan Tuba Erkol, can havliyle kapıyı açıp, dışarı kaçmak istedi. Çiftin, 9-13 yaşlarındaki 3 çocuğu, babalarını engellemeye çalışsa da baba erkol çocukların tüm çabalarına rağmen eşinin peşinden giderek Tuba Erkol'u apartmanda defalarca bıçakladı, ardından 2 erkek çocuğunu yanına alıp, olay yerinden kaçtı. Gözaltına alınan Erkol, emniyete götürülürken, basın mensuplarının 'Neden öldürdün? Pişman mısın' sorusuna, "Namus için pişman mı olunur?" yanıtını verdi ve 'eşi kasten öldürme' suçundan tutuklandı.

Bunlar sadece bir gün içinde yaşanan kadın cinayetleri. AKP iktidarında kadına yönelik şiddetin %1400 arttığı bilenen gerçekler. Ve gerici iktidarın kadınların her tür haklarını ellerinden alarak eve kapatma çabaları da biliniyor. Yaşanan her kadın cinayetinin ardından “vardır erkeğin bir bildiği”, “namus meselesi” yorumları yapanlar bu defa yine görev başında. “Erkek öldürüyorsa vardır bir sebebi karıştırmayın” diyenler yine boşanmalara, “yuvaların yıkılmasına”, uzaklaştırma kararlarına, “yuvanın yıkılmasına” buluyor kabahati ve içlerindeki kadına yönelik kini kusuyorlar.

Son dönemlerde kadına yönelik her saldırı haberinin ardından “İstanbul Sözleşmesi” kabahatli bulunuyor.

2011 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan devlet Türkiye. İstanbul Sözleşmesi olarak anılan “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşme. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan Sözleşme, 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi.

İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metin. Ve bir de Sözleşmenin gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini denetlemek için oluşturulacak ve kadına yönelik şiddet alanında uzman üyelerden oluşan GREVIO (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu) adlı organın kuruluşunu, görevlerini ve işleyişini düzenleyen hükümler içeriyor.

İstanbul Sözleşmesi’ne göre:

-Psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini içeriyor.

-Sözleşme çerçevesinde eviçi şiddet, aynı evde yaşıyor olsun ya da olmasın mevcut ya da eski eş ya da partnerler arasında yaşanan her türlü şiddet edimini içerecek şekilde anlaşılır. Dolayısıyla “aile” olmayı, evlilik birliği içinde bulunmayı ya da aynı evi paylaşıyor ya da paylaşmış bulunmayı gerektirmez.

-Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yönelik. Devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorunda.

-Ancak devletlerin sorumluluğu bununla sınırlı değil. Aynı zamanda şiddeti gerçekleştiren ister kadının sevgilisi, ister kocası, ister babası, ister patronu olsun, yani kim olursa olsun şiddetin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, zararın tazmin edilmesi yükümlülüğü devlete ait. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde şiddetin sorumlusu İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde devlet olacaktır.

Tüm gericilerin nefretini kustuğu İstanbul Sözleşmesi uygulanacak ve denetlenecek olsa, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin azalacağı ortada. Ancak sayısız kanun, yasa, kararname ve sözleşmeler iş pratiğe dökülünce tamamen işlevsiz kalıyor. “Kravat takmak”tan, “aşk cinayeti”nden, “namus cinayeti”nden iyi hal indirimi alarak neredeyse ödül denebilecek cezalar taciz, tecavüz, şiddet ve cinayetleri önlemek bir yana teşvik ediyor. Diğer tarafta boşanmalarda kadına verilmesine hükmedilen “nafaka”nın da kaldırılması için çaba sarfeden gericilik, kadınların boşanamamasının ve şiddete mahkum edilmesinin de yolunu açıyor.

Ve kadını şiddetten koruyan 6284 sayılı Yasa da gericilerin hedefinde. Kadına yönelik şiddet, hayatının tehlikede olması, şiddetli geçimsizlik durumlarında kadınlara savcılık kararıyla “eşlerini evden uzaklaştırabilme” hakkı veren yasa; “yuva yıktığı”, “erkekleri mağdur ettiği”, “aileleri dağıttığı”, “erkeklerin giyecek temiz giyecek dahi bulamadığı” gerekçelerle hedef tahtasında... Ve pek çok cinayetin, erkeklerin evden uzaklaştırıldığı yahut uzaklaştırma kararının bittiği dönemde işleniyor olması bir tesadüf mü, yoksa ne kadar ihtiyaç ve yerinde bir karar olduğunu mu gösteriyor?

Bu sonbaharda yeniden tartışılmaya açılacak olan "yargı reform"unda “nafaka” ve “arabuluculuk” da var. Kadına yönelik şiddet söz konusu olduğunda mahkeme, yargı değil “arabuluculuk” devreye girecek ve kadını tecavüzcüsünün, dayakçının, müstakbel katilinin evine geri gönderebilmek için her yolu deneyecek.

Ve Temmuz ayı başında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi bir boşanma davasında ‘süresiz nafaka’ verilemeyeceğine ilişkin karar verdi. Bu karar emsal gösterilerek kadınlar evliliğe mahkum edilebilecek.

“Yuva”ları cenehheme dönüşen kadınlar için yeniden özgürlüğünü kazanıp, ayaklarının üzerinde durabilmelerine olanak sağlayan “nafaka”, kadın ve çocuk için neredeyse hayatta kalabilme aracı.

Medeni Kanun’da eşlerden biri lehine hükmedilen nafaka tedbir ve yoksulluk nafakası olarak ikiye ayrılıyor. “Tedbir nafakası”, boşanma davası açılmadan önce veya açıldıktan sonra taraflardan birinin veya ergin olmayan çocukların geçinmesini sağlamak için hükmedilen bir nafaka. Medeni Kanun’a göre hakim, boşanma davası açılınca davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine ilişkin geçici önlemleri res’en alır. Yani kadın, boşanma davası açtığında ‘talebi olmasa bile’ dava boyunca geçerli olmak üzere tedbir nafakasına hükmeder. Boşanma davası sonunda mahkemenin yoksulluğa düşecek taraf lehine diğer tarafın mali gücü oranında bir “yoksulluk nafakası”na hükmeder. Ve nafaka süresiz değil, sona rme halleri de belirtilmiş. Ve üzerinde fırtınalar koparılan “nafaka” burjuva kadınlarının aldığı gibi milyon dolarlar yatlar, villalar değil, çoğunlukla 200-250-350 TL gibi bir kadının asgari geçimini dahi sağlayamayacak kadar komik rakamlar. Ve bunlar çoğunlukla ödenmiyor bile. Ve çalışan kadınlar için nafakanın sözü bile edilmiyor.

Nafaka Hakkı Kadın Platformu, imza kampanyası başlatarak “Nafaka hakkını sınırlandır” ılması için çabalıyor. Nafakanın erkekleri mağdur eden ve kadınların kötüye kullandığı, aileleri, yuvaları yıkan bir sistem olarak tanımlıyor.

Öğretmen P. alkoliklik, kumar ve şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1,5 yaşında bebeğiyle boşandığında, bebeğine şu anki 20 tl denk düşecek bir nafaka bağlandı. Ailesinin desteğiyle hem çalışıp hem çocuğuna bakan P, çocuğu okula başlayınca alamadığı nafakalar ve nafakanın artırılması için mahkemeye başvurdu. Ortaokul, lise ve üniversitede de başvurdu mahkemelere. En son yetişkin olan kızı üniversitede okurken nafaka 350 tl kadar çıkabilmişti, ama geçen yaklaşık 20 yıl boyunca 20 defa dahi zor alabilmişti bu nafakayı.

Tekstil işçisi Ş. evlendiğinde 17 yaşındaydı ve evlendiği için işten ayrılmıştı. 22 yaşına gelmeden 2 çocuğu vardı ve sürekli aldatılıyor, horlanıyor, dışlanıyordu. Geçen yıllarda ne bir mesleği, ne bir işi ve ailesinden destek olanı vardı. Ş.’in boşanıp ayakları üzerinde durabileceği konusunda kendine güvenmesi büyük çocuğunun üniversite çağına gelmesiyle oldu. Ve şu an tek geliri kocasının kendisine ve çocuklarına verdiği nafaka...

Etrafımızda olan yüzbinlerce kadının hikayesi. Hakları yasalarca sadece kağıt üzerinde korunan, her fırsatta ellerinden parça parça alınan milyonlar...

Gericilerin hakim olduğu sistemlere bir göz atalım.

Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan, 'çok batılı' olduğu için Amerikalı anne Bethany Vierra'ya 4 yaşındaki kızının velayetini vermedi. Suudi Arabistanlı eşinden boşanan kadın kızının velayeti için savaşıyor. Mahkeme çocuğun velayetini babaannesine verdi. İslam üzerine master yapan ve Riyad'da bir yoga stüdyosu olan Amerikalı anne "Suçum ellerim üzerinde havaya kalkmak mı? Suudi Arabistanlı olmamak mı? Ülkeme gittiğimde başımı örtmemek mi?” diye isyan ediyor.

Suudi Arabistan’da kadınlara tek başına seyahat etme, çocukları için kimlik çıkartma, evlilik ve boşanma başvurusu hakkı daha son aylarda tanınmıştı.

Ve kadınlara Hindistan’da verilen bir hak, akıllara zarardı. Hindistan’da yaşayan müslümanların üç kez “boş ol” denilerek boşanabilmesi anayasadan kaldırıldı... Haber, “Kadınlar için tarihi bir gün” manşetleri ile verildi...

İslami gericilik ve ülkemizde kadınlar üzerinden getirilmeye çalışılan gericiliği bir yana bırakalım. Dünyanın başka yerlerinde, kadınlar adına güzel şeyler de yaşanıyor. Küba Kadın Federasyonu (FMC) bugün 59. yılını kutluyor.

23 Ağustos 1960’ta Vilma Espin’in kurduğu ve başını çektiği Küba Kadın Federasyonu ülkede gelişen toplumsal ve ekonomik değişimlerin yanı sıra kadınların topluma ve çalışma hayatına tam katılımı için mücadele ediyor.

FMC’nin kurduğu Kadınlar ve Aileler için Rehberlik Merkezleri’nde, şiddet, yasal meseleler, aile dinamikleri ve başka konularda sorun yaşayan kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve erkeklere yardımcı olacak eğitsel ve düzeltici çalışmalar yürütülüyor.

Bu merkezlerde aynı zamanda ev kadınlarının sosyal hayata daha çok katılımını sağlamak için sınıflar ve eğitimler mevcut. Yapılan etkinliklerin içerisinde, sorumlu cinsellik ve genç yaşta hamileliğin üzerine eğilebilmek için doğumevlerine ve okullara ziyaretler var. Çalışanlar, aynı zamanda yasadışı uyuşturucu ticareti, uyuşturucu madde kullanımı ve seks işçiliği gibi toplumsal sorunların tespiti konularıyla da ilgileniyorlar.

FMC’nin bir diğer çabası, 2-5 yaş arası çocukları okul ortamına hazırlayabilmek için, anneler ve okul öncesi çağdaki çocuklarıyla beraber yürütülen “çocuk eğitimi programı”nı sürdürmek.

Kübalı kadınları buradan selamlıyor ve ülkemizi gericiliğe değil, onların yolunu açtığı devrimci, güzel günlere götüreceğimize söz veriyoruz.