< Öfkemiz Sağlık Sistemine-2

Bir Tıp Asistanı İntiharının Pataloji Raporu

 "Öfkemiz Sağlık Sistemine" yazı dizimizin birincisinde, sağlık sistemimizin yıllar içindeki özelleştirmeye doğru gidişini ve sağlık sisteminin hem hasta hem sağlık çalışanları açısından nasıl yıkıma uğradığını anlatmaya çalıştık. Kapitalizmin ana kavramları olan “Maliyet, Risk, Fayda”, “Kar-ücret”, “Hız” kavramlarının sağlığımızı nasıl tehdit ettiğini aktardık.

Bu bölümde, kendi sağlığı hatta yaşamı risk altında olan sağlık çalışanlarının neden bizim öfkemizin kaynağı olmadıklarını açıklamaya çalışacağız.

Tıp fakültesini kazanmanın ne demek olduğunu hepimiz biliriz. Onlar okulların ve ailelerin en parlak öğrencileridir. Doktor olmak isteyen bu meşakkatli işe yönelirken çoğunlukla zorlukların farkında değildir. İyi bir statü sunar insana bu meslek.

Altı yıllık tıp fakültesini bitirebilenler pratisyen olarak mezun olur. Eğer TUS'u (Tıpta Uzmanlık Sınavı) kazanamazsa mecburi hizmeti için atama onu beklemektedir. TUS'u kazanmak üniversitede Tıp Fakültesini kazanmaktan daha zordur. Tıbbı bitirdikten sonra yıllarca TUS'a hazırlanan hatta artık hazırlanmaktan vazgeçen hekimler olmuştur. Pratisyen kalmak ömür boyu atanılan bir yerde poliklinik yapmayı kabullenmektir. Bunu seve seve seçen meslekte parmakla gösterilen hekimlerimiz olduğunu da söylemek gerekir.

Puanlarına göre seçtikleri dallara ayrılan mezunlar şansları varsa "iyi" bir şefin (yeni adıyla eğitim görevlisi) yönetiminde uzmanlıklarını almak için asistanlığa başlarlar. "Şansları varsa" diyoruz çünkü bu olasılık hızla aşağıya doğru düşüyor. Şeflik sistemini anlamamız gerekiyor. Bölüm şefleri sorumlu oldukları klinikteki her şeyden hem sorumludur hem de tek söz sahibidir. Bu şefin kişilik özelliklerine bağlı olarak etik değerleri yüksek ve bilimsel bir klinik de olabilir, performans ve rantı yüksek bir klinik de. Performans sisteminde uzmanlar yapılan işlemlerden performans alırken asistanların yaptıkları tüm işlemlerden şefler toplam olarak performans alır. Kimse şefe "siz nasıl oluyor da 24 saat, 365 gün işlem yapabiliyorsunuz" diye sormaz. Bütün yazılan bilimsel çalışmalar da şefin hanesine yazılır ve kimse ona "siz nasıl oluyor da bu kadar zamanda bu kadar çalışma yapmış olabiliyorsunuz" demez. Sadece asistanlar değil uzmanların da akıbeti şefin iki dudağı arasında. Şef isterse ya da adilse, uzman, bilimsel çalışma yapabilir, kongrelere katılabilir ya da akademik olarak yükselebilir vb. İstemez ya da engel olursa gelişimi kendi çabasına kalmıştır ve 8-17 memuru olur. Uzmanların şefleriyle "iyi geçinmesi" beklenir. Yine de uzman doktorların yaptıkları işlemlerden aldıkları performanslar bir ayrıcalıktır ve maaşın 2-3 katına çıkabilir.

Asistanlar, sağlık sisteminin hastaneler ayağında hekimlerin içinde en alt basamağı temsil ederler. Onlar performansta diğer sağlık çalışanlarıyla birlikte üst kademeye dağıtılandan arta kalanı bölüşür. Bundan sonrasını sıralayalım.

Asistanın en kısası dört yıl olan uzmanlığını alma süreci, Şefin iki dudağının arasındadır. Asistanlık yıllarca sürebilir. "Bitirtmeyecek" diyip istifa eden ve geride bıraktığı yıllarını yakanlar az değildir.

Asistanın işleri nelerdir? Her şey...

Poliklinik yapar, acile bakar, serviste hasta bakar, ameliyata girer, şefinin kongresinin sunumlarını hazırlar, her birinin ilk ismi şefi ve onun belirlediği uzmanlarının ismi olan poster, makale vb hazırlar, şefin "istediklerini" yapar... Asistanın hayatı "şef seni çağırıyor"dan ibarettir.

Tüm işleri yürütmek zorunda olmak tüm hasta ve yakınlarının tepkilerini de karşılamak demektir. Hastanede olup biten her şey için hemşireler ve diğer sağlıkçılarla birlikte saldırıları göğüslerler.

Bu iş yoğunluğu ve psikolojik baskının uzun saatler boyunca sürmesi ve üstelik uyumlu, problemsiz görünmek için çoğunu kendisi halletmek ve hatta içine atmak zorunda olmak basında sık sık duyduğumuz intiharlar ve kalp krizlerinin temelidir. Uzun saatler demişken asistanlar nöbet izni kullanmaksızın nöbetlerine devam ederler. Gündüz çalışan asistan gece nöbete ve ertesi gün, gün bitimine kadar dayanmak zorundadır. Kesintisiz otuz altı saat... Hafta sonu 24 saat... Haftada iki nöbet düşmesi iyi bir ihtimaldir. Bu durumun acilde, ameliyathane ya da yoğun bakım gibi yerlerde sürmesi hataya, tahammülsüzlüklere yol açabilir. Bu durum hem vicdani bir hesaplaşmaya hem de her yönden gelecek olan saldırılarla baş etmeyi gerektirir.

Sıra yabancılaşmada... Eğer tüm bunları yürütme konusunda "azmetmiş" bir hekimden bahsediyorsak ve "amacına ulaşmaya" kilitlenmişse burada hastaya, kendine ve diğer meslektaşlarına yabancılaşan bir "uzman adayı" çıkar. Hastaya ne olduğu onun umurunda değildir. Sistemin ondan ne istediğini ondan istenmeden yerine getirecek kadar zekidir. O da tıpkı kendisinden öncekiler gibi yeni gelecek asistanın yolunu hiç de iyi olmayan niyetlerle bekler. Hele hayallerine ulaşıp uzman olduğunda bütün bu yılların acısını hem maddi hem manevi olarak çıkaracaktır.

Üçüncü bir yol var mı? Elbette var. Uzun yılların emeğiyle kazandığı, insanlığa hizmet etme amacındaki mesleğine ulaşan hekim eğer etik değerleri için mücadele ederse, örgütlenirse tüm baskı ve saldırılar karşısında insan kalmayı başarabilir. Bu durumda karşımıza meslektaşlarıyla dayanışmayı tercih eden, hastalarını önemseyen, bilimsel yaklaşımı temel alan hekimler çıkar. Üstelik zorluklara karşın hastası ve kendisi için mücadele etmeyi ve dik durmayı başarabilirse tüm meslek camiası tarafından da hakettiği saygıyı kazanacaktır.

Bugünlerde bilim dışı uygulamaların tıpta uygulanmasının tartışıldığını duyuyoruz. Devlet temsilcilerinin hasta ziyaretinde kurşun dökmeleri aklımızda kalanlardan. Hastalık, tıp dışında da birçok kesim için ağız sulandıran kar alanlarının içinde. Tıp fakültesi mezunu olduğu ve hatta profesör olduğu söylenen kişilerin elleri ile yayılan koca bir rant alanı. Sistemin kar hırsına hizmet eden ve kar hırsı ile gözü dönmüş hizmetkarlara ihtiyacı var. TTB gibi, SES gibi örgütlere neden yoğun bir saldırı olduğunu anlayabiliyoruz.

Yabancılaşmayı da, intiharı da reddeden her sağlıkçı, kapitalist sağlık sisteminin düşmanıdır. "Sizin karınız beni ilgilendirmiyor, bilimsel olan bu, ben hastama bunu uygulayacağım" ya da "sırf karlı diye hastama bunu uygulamayacağım" diyen bir sağlıkçı bu sistemin dişlilerine çomak sokmuştur.

Kapitalizmin uçurumun kıyısına sürüklediği hekimlerin kendi dokularına saldıran kanserin patoloji raporunu iyi incelemesi gerek. Yönlerini değiştirdiklerinde, yabancılaşmaya karşı mücadeleyi seçtiklerinde, yüzlerini kendileri gibi emekçilerin mücadelesine döndüklerinde, hem hastalarını hem de kendilerini kurtarma şansları olacaktır.

Gezi doktorlarının yaptığı gibi...

Devrimci Sağlık Emekçisi