< “Gwangju'daki Cesur İsyancılar Gibi Savaşmalı”

Gwanju’daki 11. Kore Uluslararası Forumu’nda, Yeni Dönem Yayıncılık adına Av.Bahattin Özdemir’in yaptığı sunumu paylaşıyoruz:

“Savaşı Önlemek İçin, Tıpkı Gwangju'daki Cesur İsyancılar Gibi Savaşmalı”

Değerli Yoldaşlar;

Kahraman Gwangju emekçi halkının, gençliğin ve onun yiğit devrimci öncülerinin faşist Chun Doo-hwan hükümetine karşı başlattığı silahlı ayaklanmanın 44. yılında, aranızda olmaktan büyük bir gurur duyduğumuzu belirtmek istiyoruz.

Kahraman Gwangju emekçi halkı, faşizme karşı gerçekleştirdiği silahlı ayaklanmayla dünya işçi sınıfına ve ezilen halklarına faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı gerçek kurtuluş yolunu göstermiş oldu.

Değerli Yoldaşlar;

Çok hızlı akan dünya tarihi yeni bir evreye giriyor. Bütün dünyayı, bütün insanlığı etkisi altına alacak olaylar o kadar çok ve o kadar hızlı gerçekleşiyor ki, bu hıza yetişmek neredeyse mümkün olmuyor.

Savaşlar, ayaklanmalar, isyanlar, büyük devrimci kitle eylemleri dünyanın her tarafına yayılmış ve hız kesmeden devam ediyor. İnsanlığı yıkıcı bir savaşın eşiğine getiren emperyalistler, gerçekte artık hiç bir yerde rahat ve egemen değiller.

Dünyada artık sadece emperyalistlerin ve onların işbirlikçisi kapitalistlerin neden olduğu savaşlar yok. Artık bu savaşlarla birlikte emperyalistlere, işbirlikçi kapitalistlere, faşizme karşı isyan ve ayaklanmalar, devrim ve devrim girişimleri de var.

Yerküre üzerinde iki kutup; iki ayrı dünya savaşıyor. Bir tarafta emperyalistler, işbirlikçi kapitalistler ve onların beslemesi faşistler; karşı tarafta dünya işçi sınıfı, emekçi halkları, ezilen, yoksul kitleler ve devrimci demokratik güçler var.

Bu, emekle sermaye; emperyalist-kapitalist sistem ile sosyalizm arasındaki savaştır. Bu küresel bir iç savaştır.

Bu küresel iç savaş, yani emeğin sermayeye karşı dünya çapında verdiği savaş, karşımıza çok çeşitli biçimlerde çıkmaktadır. Emperyalist devletlerin Rusya'yı parçalayıp, un ufak ederek sosyalizm hayaletinden tamamen kurtulduklarından emin olmak için başlattıkları savaş bu küresel iç savaşın bir görüngüsüdür. Filistin topraklarında siyonist İsrail'in soykırım biçiminde yürüttüğü savaş bir başka örnektir. Doğu Asya'da, Güney Kore'yi de içine alacak biçimde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ne ve Çin Halk Cumhuriyeti'ne karşı kışkırttıkları, hazırlıklarını yaptıkları savaş bu küresel iç savaşın bir başka alanı olacak.

Emperyalist devletler, emperyalist kapitalist sistemin ve kapitalist üretim biçiminin yıkımını önlemek için, savaşı her yere taşıyorlar. Latin Amerika ve Afrika kıtaları emperyalist saldırganlığın bir başka alanıdır. Yüzyılın Komünü diyebileceğimiz Küba'yı, Küba sosyalizmini yıkmak için en aşağılık yöntemlere başvurduklarını biliyoruz. Halkçı-demokratik iktidara sahip Venezuela'da kendi kuklalarını yönetime getirmek için ne çabalar harcadıklarını bütün dünya biliyor, görüyor. Aynı şekilde sosyalizm yolunda ilerlemeye çalışan Nikaragua'ya büyük baskı uyguladıklarını; kendilerine boyun eğmeyi reddeden başka devletlere karşı komplolar, darbeler tezgahladıklarını da biliyoruz.

Ancak bütün bunlar, emperyalist devletlerin her istediklerini hayata geçirebilen bir güçte oldukları anlamına gelmiyor. Tam tersine. Emperyalist devletler ve bir bütün olarak emperyalist kapitalist sistem tarihinin en zayıf, yıkıma en yakın dönemini yaşıyor.

Bunun somut kanıtı, emperyalist devletlerin, özellikle de ABD-Britanya ikilisinin Ortadoğu bölgesinde bir ileri karakol, bir mızrak ucu olarak kullandıkları siyonist İsrail'in son aylarda yediği büyük darbelerdir.

Değerli Yoldaşlar;

Hepimizin bildiği gibi, Ortadoğu bölgesi, emperyalistlerin özel önem verdiği bölgelerin başında geliyor. Sadece zengin petrol yatakları nedeniyle değil, ama aynı zamanda coğrafyalar arası ulaşım, dünya ticareti, coğrafi konumundan ileri gelen askeri önemi gibi nedenlerle de büyük değer veriyorlar.

Ortadoğu denince akla ilk gelen Filistin devrimi ve Filistin halkının siyonist işgalci İsrail devletine karşı verdiği savaş oluyor. Ortadoğu'nun bir başka önemli ve devrimci savaşı Kürdistan topraklarında verilmektedir. Filistin Arap halkı ile Kürt ulusunun özgürlük savaşları, Ortadoğu'da devrim ateşinin başlıca iki kaynağıdır. 7 Ekim 2023'te Filistin devrimci güçlerinin siyonist İsrail'e vurdukları darbe ve onunla birlikte büyüyen savaş Filistin devrimini bir kez daha dünya gündeminin başına oturttu.

1948'de, Filistin halkının katliamlardan geçirilmesi ve yerinden yurdundan edilmesi (Nakba) sonucu Filistin toprakları üzerinde kurulan yapay, hiçbir varlık nedenine ve hakkına sahip olmayan siyonist İsrail emperyalist devletlerin Ortadoğu'ya sapladıkları bir hançer görevi görüyor.

SSCB, BM'de İngiliz emperyalistlerinin Filistin'den çıkarılması için mücadele etmenin yanı sıra, Filistin'in bölünmemesi ve İsrailliler ile Arapların eşit haklara sahip olabileceği, toprak bütünlüğü olan iki etnikli demokratik bir Filistin devletinin kurulması için de çaba göstermiştir. Amerikan emperyalistlerinin etkisi altında, Sovyetlerin Filistin'in iki etnikli devlet ve toprak bütünlüğü önerisi reddedildi ve BM kararı, İngiliz askerlerinin çıkarılmasını Filistin'in bölünmesine bağlayan bir "paket anlaşma" olarak öne sürüldü. Filistin'in resmen bölünmesi pahasına da olsa, Haganah'ın İngiliz takviyecilerinin uzaklaştırılmasına ve dolayısıyla Ben-Gurion'un ordusunun (kendisi bir MI6 ajanıydı) zayıflatılmasına öncelik veren SSCB bu karara oy verdi. SSCB'nin bu yapay devleti desteklediği hikayesi buydu.

Emperyalist devletler, kurulduğu andan itibaren bu yapay devleti özel olarak silahlandırdılar, desteklediler ve göz bebekleri gibi korudular. İsrail devleti, daha ilk yıllarından itibaren SSCB'nin Ortadoğu ülkeleriyle ilişki geliştirmesinin ve sosyalizmin Ortadoğu'da yayılmasının önünde, karşı devrim odağı antikomünist bir savaş makinesi işlevi gördü.

Siyonist devlet, Ortadoğu'da Suriye'ye, Irak'a, İran'a ve elbette Filistin halkına meydan okurken, onlara pervasızca saldırırken neye güveniyordu? Elbette, başta ABD-Britanya ikilisi olmak üzere emperyalist devletlere. Siyonist İsrail, emperyalist devletlerin mutemedi besleme yapay bir devletten başka bir şey değil. Arkasında bir tarihi yok; önünde bir geleceği de yok.

Emperyalistler bu gerçeği bildikleri için sürekli biçimde İsrail'in çevresindeki güvenlik alanını genişletmeye, işbirlikçi Arap devletlerini İsrail ile yakınlaştırmaya çalıştılar. Bu çabalarının ilk somut meyvesini Camp David Sözleşmesiyle aldılar. Bildiğiniz gibi, ABD aracılığı ve gözetimi altında 1978'de Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin arasında imzalanan Camp David Sözleşmesiyle ilk defa bir Arap devleti bu yapay devleti resmen tanımış, onun işgal toprakları üzerindeki varlığını meşru olarak kabul etmişti.

Ancak, siyonist devletin varlığını kabul etmeyen, tanımayan Arap devletleri de vardı. Suriye bunların başında geliyordu. Irak, siyonist İsrail'in varlığını tanımayan bir başka Arap devletiydi. Ürdün, Suudi Arabistan, Katar gibi gerici Arap devletler, kendi halklarından duydukları korku nedeniyle siyonist devletle yakın ilişki kurmaktan geri duruyorlardı. 1979'da, dinci bir yönetimin başa gelmesiyle birlikte, İran, bir Arap devleti olmamasına rağmen, ideolojik ve dini nedenlerle siyonist İsrail devletine karşı duran bir Ortadoğu (Batı Asya) devleti oldu.

Fakat bu emperyalist plana en büyük direniş Filistin halkından geldi. Filistin halkı, işgalin ilk günlerinden başlayan örgütlü ve silahlı direnişini 2 Haziran 1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)'nün kurulmasıyla örgütlü bir biçime kavuşturdu. FKÖ, birçok Filistin direniş örgütünü içinde barındıran bir çatı örgütü olarak kuruldu.

Filistinli örgütlerin büyük bir kısmı, sosyalizmden ve Filistin halkına büyük destek veren SSCB'den etkilenmişti. FHKC gibi örgütler kendilerini Marksist-Leninist örgütler olarak tanımlıyorlardı. Filistin halkının devrimci savaşının bu karakter çizgisi Filistin devrimine antiemperyalist, antikapitalist bir nitelik kazandırıyordu.

Bunun sonucu, Filistin devrimi, özellikle 70'li yıllarda tam bir devrimci enternasyonal çizgide gelişti. Bu özelliği ile Filistin devrimi dünyanın her tarafından devrimci örgütleri kendine çekti; Japonya'dan Latin Amerika'ya oradan Avrupa ve Asya ülkelerine kadar sayısız devrimci örgüt FKÖ ile ilişki geliştirdi; FKÖ bu örgütlerden gelen militanları kendi kamplarında silahlı eğitimden geçirdi ve ülkelerine geri gönderdi.

Filistin devriminin sosyalist yönelimli bir devrim olarak gelişmesi, gerici Arap devletleri ve dinci İran devletinin hoşuna gitmeyen bir durumdu. Filistin devrimini bu çizginin dışına çıkarmak, bugün birbirine hasım gibi duran bütün bu devletlerin ve elbette emperyalistlerle siyonist İsrail'in ortak amacı oldu. Filistin halkını ayağa kaldıran, devrimci bir halk haline getiren FHKC ve diğer devrimci örgütlerin etkisini kırmak için hepsi elbirliği halinde çalıştılar. HAMAS, işte bu ortak amacın çocuğu olarak 1987'de, I. İntifada'dan hemen sonra dünyaya geldi. Daha doğrusu, dünyaya getirildi. Merkezi Mısır’da bulunan İhvan’ın (İhvan-ı Müslim’in) Filistin kolu bu planın parçası olarak HAMAS adı altında ayrı bir örgüt haline getirildi. Özellikle İran, Katar ve Türkiye tarafından sınırsız maddi, askeri, teknik olanaklarla donatıldı. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun HAMAS'a milyarlarca dolarlık paranın gitmesine izin verdiği şimdi itiraf ediliyor. HAMAS böyle güçlendi. Filistin devrimci örgütler ise tüm maddi ve askeri kaynakları kesilerek böyle zayıflatıldı.

HAMAS, siyonist İsrail, ABD, Katar ve diğer gerici Arap devletlerine olan borcunu 2011’de emperyalistlerin Suriye'de başlattığı dinci gerici saldırı sırasında emperyalistlerin ve siyonist İsrail'in safında yer alarak ödemeye başladı. Bu durum, Suriye devletinin savaşı kazanacağı belli olana kadar sürdü. Suriye devletinin dinci faşist çetelere karşı savaşı kazanacağı ortaya çıkınca HAMAS saf değiştirmeye başladı.

Filistin devrimi, 7 Ekim 2023 saldırısıyla yeni bir aşamaya girmiştir. İsrail devletinin caydırıcılığı, yenilmez, dokunulmaz devlet olduğu miti yerle bir olmuştur. 7 Ekim saldırısı aynı zamanda İsrail içindeki iç çatışmayı, sınıf savaşını derinleştirdi, bir iç savaş noktasına getirdi. Faşist Natenyahu hükümetine karşı uzun zamandır ayakta olan İsrail emekçileri 7 Ekim'den sonra daha büyük bir öfkeyle sokağa çıktılar.

Siyonist İsrail, içine girdiği bu süreçten çıkmak için en iyi bildiği yola, savaşı yayma, sağa-sola saldırma yoluna girdi. Bu, varlığını sürdürmek için yapabileceği tek şeydi. Suriye topraklarına sürekli saldırıları; Suriye'deki İran Büyükelçiliği'ni bombalaması bu yüzdendi. Savaşı yaymak, emperyalist devletleri de peşinden sürükleyerek bu savaşa ortak etmek siyonist İsrail'in başlıca planıdır.

Siyonist İsrail, Ortadoğu'da dünya savaşını körükleyen, kışkırtan bir odaktır.

Bir diğer savaş odağı ise, Türkiye'dir; Türkiye'nin dinci faşist iktidarıdır. Türkiye, 2011'de emperyalist devletlerin Suriye devletine karşı geliştirdikleri yıkım savaşının başlıca uygulayıcısı oldu. Emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinin dünyanın dört bir tarafından toplayıp getirdikleri dinci faşist çeteler Türkiye üzerinden Suriye'ye geçirildi. Türkiye bunlara ev sahipliği yapmakla kalmadı ama aynı zamanda bizzat korudu, silahlandırdı, eğitti, örgütledi ve yönetti. Suriye devletine karşı savaşın Türkiye'den yönetildiği zaten biliniyor.

Türkiye, emperyalistlerin tam desteği ile Kürt ulusunun özgürlük savaşını bastırmak için Kürt Özgürlük Hareketine (KÖH) karşı tam bir savaş yürütüyor. Bu savaş sonucu, Suriye'nin, Rojava'nın ve Irak'ın bir kısım topraklarını işgal altında tutuyor. Bu savaşta, G.Kürdistan yönetimi, KÖH'e karşı Türkiye'nin yanında yer alıyor. ABD emperyalizmi, ortaya çıkışı itibariyle Marksizmden güçlü biçimde etkilenmiş olan KÖH'ü tasfiye etmek için bir yandan Türkiye'ye her türlü desteği verirken öbür yandan Kürdistan devrimine nüfuz ederek onu içeriden çökertmeye çalışmakta. Bu tipik örnek, emperyalistlerin ulusal kurtuluş hareketlerini sosyalizm yönelimli çizgiden çıkartmak için çok çeşitli yöntemlere başvurduklarını gösteriyor.

Güncel olarak dinci faşist iktidarın yönetimindeki Türkiye, işgal, ilhak ve savaş politikalarını Suriye ve Irak'la sınırlı tutmuyor. Libya'dan Azerbaycan-Ermenistan hattına ve Rusya-Ukrayna savaşına, Kıbrıs'tan Afrika kıtasına kadar ulaşabildiği, gücünün yettiği her yere burnunu sokuyor; savaş ve çatışmaları kışkırtıyor.

Ama, nasıl ki Türkiye ve İsrail Ortadoğu'da iki savaş odağı ise, Filistin ve dört ülke tarafından parçalanmış ve ilhak edilmiş Kürdistan da Ortadoğu'da iki devrim odağı olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu iki halk, bütün bölgede gelişmekte olan büyük bir devriminin ateşini canlı tutmaktadır.

Yalnızca Ortadoğu değil, Afrika halkları da emperyalist soygun düzenine karşı harekete geçiyor. Burkina Faso, Mali, Nijer, Gana öncelikle Fransız emperyalizmini, onunla birlikte ABD emperyalizmini ve emperyalist tekelleri topraklarından birer birer kovmaya başladılar.

Emperyalist devletler her taraftan darbe alıyor. Dünya proletaryası ve emekçi halklarına, sosyalizme karşı açtıkları savaşı şimdi devletler arası toplu bir yıkım savaşına, topyekun bir dünya savaşına çevirme çabalarının nedeni bu. İnsanlığı nükleer bir savaşın eşiğine getiren gözü dönmüş bir saldırganlıkla hareket etmelerinin, nedeni bu.

Değerli yoldaşlar,

Bütün bu koşullar, bütün bu tablo bir tek noktayı gösteriyor: Devrimci durum dünya çapında ortaya çıkmıştır. Dünyada devrimci durum vardır.

Dünya burjuvazisi, eski yöntemlerle yönetemiyor, egemenliğini koruyamıyor. Yönetmek ve egemenliğini korumak için her yerde, baskıya, teröre, faşist yönetimlere, savaş ve işgale başvurmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Dünyanın bütün faşistlerini bir araya getirip toplamaları; örgütleyip silahlandırmaları; Suriye'de, Irak'ta Ukrayna'da, Afrika'nın sayısız ülkesinde halk kitlelerinin üzerine salmaları bunun ifadesi ve kanıtıdır.

Dünya işçi sınıfı, emekçi, ezilen halkları, devrimci demokratik güçleri, sosyalist ve sosyalist eğilimli devletler emperyalistlerin bu yönelimine devrimci kitle eylemleriyle, devrimci savaşlarla, ayaklanmalarla, isyanlarla yanıt veriyorlar. Dünya burjuvazisi artık eski yöntemlerle yönetemezken dünya işçi sınıfı, emekçi kitleleri, ezilen halklar, yoksul kitleler de eskisi gibi yönetilmek istemiyor.

İşte bu koşullarda emperyalist-kapitalist ülkelerdeki komünist partilerin temel görevi, politik iktidarın ele geçirilmesi hedefini en başa koymak; bütün politikalarını bu temel hedefe bağlamaktır. Emperyalist kapitalist ülkelerin büyük çoğunluğunda toplumsal devrimlerin koşulları ortaya çıkmıştır. Bu, çağımızın, içine girdiğimiz yeni evrenin temel çizgisidir.

Meselenin özü, kapitalist üretim biçimi altında gelişmiş ve dev boyutlara ulaşmış üretici güçlerin -ki bunların başında en büyük ve en devrimci üretici güç olarak dünya işçi sınıfı geliyor- artık kapitalist kabuklarına sığmaz hale gelmiş olmasında yatıyor. Üretici güçler, kapitalist üretim biçimine, sermaye sınıfı egemenliğine, üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetine başkaldırıyor; kendilerini bir mengene gibi sıkan bu üretim biçiminin kabuklarını parçalıyor.

Emperyalist devletlerin, en ufak bir devrimci gelişme karşısında, aralarındaki tüm çelişki ve çıkar çatışmalarını bir kenara bırakarak “birlik” olmaları; kenetlenmeleri, birleşmiş bir karşı devrim hareketi biçiminde karşımıza çıkmaları işte bu çatışmadan dolayıdır.

Dünya burjuvazisi her devrimci gelişme karşısında böyle birleşmiş bir karşı devrim biçiminde davranırken, dünya işçi sınıfı, emekçileri, devrimci demokratik güçleri de birleşik bir devrim gücü biçiminde tarih sahnesine çıkıyorlar. Filistin devrimi on milyonlarca insanı bir araya getirdi, birleştirdi ve ayağa kaldırdı. Avrupa'lı tarım emekçileri, sınırları aşarak sermaye sınıfına karşı eylem içinde birleştiler. Dünya işçi sınıfı bütün ülkelerde sermaye sınıfına karşı enternasyonal dayanışma ruhuyla hareket ediyor.

Emperyalist devletler, sürmekte olan bu küresel iç savaştan zaferle çıkabilmek için şimdi insanlığı yıkıma götürecek topyekun bir dünya savaşını kışkırtmaya çalışıyorlar. Ukrayna'da yapmaya çalıştıkları budur. Siyonist İsrail üzerinden Ortadoğu'da yapmaya çalıştıkları budur. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ne karşı kapitalist G.Kore'yi; Çin Halk Cumhuriyeti'ne karşı Tayvan'ı kışkırtarak yapmaya çalıştıkları budur.

Ancak bütün bunlara rağmen biz, insanlığı yıkıma götürecek topyekun bir dünya savaşına olmuş bitmiş gözüyle bakmıyoruz. Topyekun bir dünya savaşı çıkarma konusundaki bütün heves ve çabalarına karşın, emperyalistleri tetiğe dokunmadan on kez düşünmek zorunda bırakan karşı güçler de var.

Dünya işçi sınıfının, emekçilerinin, ezilen halklarının sermayeye, kapitalist üretim biçimine, emperyalizme ve faşizme karşı isyan, ayaklanma halinde oluşu emperyalistleri korkutan etkenlerin başında geliyor.

Öte yandan, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin askeri güçleri emperyalist devletleri, bunların saldırganlık ve savaş örgütü olan NATO'yu topyekun bir dünya savaşı başlatmak konusunda tereddüde düşürüyor.

Emperyalistlerin tüm kışkırtmalarına rağmen, devletler arası topyekun bir dünya savaşı kaçınılmaz değil. Bu savaş önlenebilir ve önlenmelidir de. Ancak, bunun koşulu, “barışçıl” gösteriler değil, tıpkı Gwangju’nun yiğit ayaklanmacılarının yaptığı gibi savaşa atılmak, emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı; dünya burjuvazisinin egemenliğine karşı devrim ve iktidar mücadelesi vermektir.

Şimdi Devrim Zamanı!

Venceremos!