< İlk Gününde Uluslararası Lenin Yüzyılı Sempozyumu

 

Yeni Dönem Yayıncılık tarafından İstanbul’da “Uluslararası Lenin Yüzyılı Sempozyumu” bugün başladı. İki gün sürecek olan etkinliğin ilk günü Şişli Nazım Hikmet Kültür Sanat Evi’nde gerçekleştirildi.

 

Sempozyumda ilk olarak Sena Şat sempozyuma hazırlık süreci ve çevirmiçi yapılan etkinlikler konusunda bilgiler aktardı. Ardından programda yer alacak konuşmacılar hakkında bilgiler vererek program akışını anlattı. İlk konuşmanın ardından devrim ve komünizm mücadelesinde ölümsüzleşenler anısına Enternasyonal Marşı eşliğinde saygı duruşunda bulunuldu. Sempozyumun amacını anlatan ilk sunumu Nuran Güvenilir gerçekleştirdi.

 

“Yaşadığımız Yüzyıl Lenin Yüzyılıdır”

“Hiç kuşkusuz yaşadığımız yüzyıl Lenin yüzyılıdır. Bütün dünyayı etkisi altına almış bir çağın kapısını aralamıştır. Lenin’in önderlik ettiği Ekim Devrimi bütün bir yeni çağın, devrimler çağının başlangıcının müjdecisidir” diyerek sözlerine başladı. Lenin önderliğinde Ekim Devrimi’nin zafere ulaştığını belirten Güvenilir, onun ardında bütün ömrünü Lenin’e ve Bolşevik partiye bağlı olarak sürdüren Stalin’in de Lenin için “Proleter devrimler çağının önderidir” dediğini hatırlatarak Lenin’in düşünce ve eylemiyle komünizme adadığı yaşamıyla yeni bir çağı başlatan büyük bir deha olduğunu söyledi.

Ekim Devrimi’nin kapitalist üretim biçiminin burjuva egemenlik çağının sona ererek sosyalizmin kurulacağının müjdecisi olduğunu, insanlık tarihinin tanık olduğu iki büyük deha Marx ve Engels’in devrimci teori ve bütünlüklü dünya görüşüyle ezilen halklara proletaryaya ezilen halklara kurtuluşun yolunu gösterdiğini ancak komünist politikayı ilerletmeye ömürlerinin yetmediğini ifade eden Güvenilir, bunu Lenin’in gerçekleştirdiğini ve onların yolundan yürümekle kalmadığını aynı zamanda onların teorilerini geliştirdiğini, çürüyen asalaklaşan kapitalizm olarak emperyalizmin tespitini yaptığını belirtti.

“Lenin, Marx ve Engels’in geliştirdiği devrimci teoriyi eylem kılavuzu olarak aldı. Sorun ve problemlerle karşılaştığında onların devrimci teorisini bir dogma olarak değil, sorunların çözümünde kılavuz olarak gördü” diyen Güvenilir, böylece Marx ve Engels’in dünya devrimi beklentisine takılmadan eşitsiz gelişimi görerek kapitalist zincirin en zayıf halkasından kopacağını gördüğünü ve bunu dikkate alarak ilerlediğini belirtti.


“Lenin, İktidarın Proletaryanın Eline Geçmesi Demektir”

Lenin’in proletarya diktatörlüğüne ilişkin görüşlerini geliştirdi ve marksist düşünceye kesinlik kazandırdığını, 1844 Devrimlerinden çıkardığı derslerle proletaryanın görevlerini “Devlet ve Devrim”, “Dönek Kautsky” eserlerinde ortaya koyduğunu belirten Güvenilir “Lenin uzlaşmacılığa karşı amansız mücadele demek, proletarya enternasyonalizmi demektir. Sosyal şoven parti ve kişilere karşı tavizsiz kararlı amansız bir mücadele verdi. Lenin sayısız eserlerinde sınıf bilinçli öncü işçilerin eline en büyük silahı vermiş oldu. Lenin demek devrim demektir. İktidarın proletaryanın eline geçmesi demektir” dedi.


"İktidar Dışında Her Şey Hiçbir Şeydir"

Lenin’in “İktidar dışında her şey hiçbir şeydir”, “Amacı isteyen aracı yaratmalıdır” sözlerini hatırlatan Güvenilir, devrimi iktidara taşıyacak tek aracın devrimci komünist programa sahip bir parti olması gerektiğini sürekli vurguladığını, bu uğurda verdiği mücadeleyle ve büyük bir başarıyla Leninist Partinin doğuşunu yarattığını söyledi. Diyalektik düşünmeyi sürekli yaşamdan öğrenmeyi bir an bile ihmal etmeyen Lenin’in düşüncelerini dogmatik kalıplara hapsetmediğini, tüm düşüncelere canlı ve eleştirel yaklaştığını vurgulayan Güvenilir, 1917 Şubat Devrimi öncesinde burjuva demokratik devrim tanımlanmasını işçi ve köylülerin devrimci diktatörlüğü hedefleyen yoldaşlarının burjuvazinin saflarında yer aldığın eski yoldaşlarını en sert şekilde eleştirmekten çekinmediğini belirtti.


“Yeni Bir Evrede, Toplumsal Devrimler Evresindeyiz”

Marx ve Engels’in embriyo halinde ortaya koydu tüm teorik meseleleri ele alıp geliştiren Lenin’in adını Marx ve Engels’in yanın yazdırdığını belirten Güvenilir, şimdi yeni bir çağda proleter devrimler çağında yeni bir evreye kapitalizmin tarih sahnesinden silinip yok olacağı toplumsal devrimler evresine gelindiğini vurguladı.

Ayaklanmalar ve devrim girişimlerinin mücadelenin dünya çapında sürdüğünü, iktidarın işçi ve emekçiler tarafından ele geçirilme imkanın daha fazla olduğunu vurgulayan Güvenilir “O yüzden şimdi Lenin’in yolumuzu aydınlatan düşüncelerini ‘dün erkendi yarın geç olacak’ diyen sesine ihtiyacımız var. Şimdi bir kez daha onun sesine kulak veriyor ve ‘Çok Yaşa Lenin’ diyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.

I. oturumda moderatörlük yapan Çağlar Karabulut, bu oturumda yer alacak konuşmacıları tanıtarak sözü yazar Volkan Yaraşır’a bıraktı.


"Ekim Devrimi Dünyayı Ezilenlerin Yarattığını Gösteren Sarsıcı Bir Pratiktir"

Sempozyumun ilk oturumuna bir video ile katılan Volkan Yaraşır, Lenin’in ideolojik ve teorik mimarisiyle, Ekim Devrimi’nin momentleri arasında bağ kurup, bunun iç diyalektiğini açmaya çalışacağını belirtti. Yaraşır, 19. yüzyıl anlamak isteniyorsa 1789 Fransız Burjuva Devrimi’ne bakmak gerektiğini, 19. yüzyılın tüm dinamiklerini ve parametrelerini 1789 üzerinden çözümlenebileceğini; 20. yüzyılı ve 21. yüzyılı anlamak istiyorsak bakmamız gereken yerin ise Ekim Devrimi olduğunu vurguladı, “Ekim Devrimi 5 bin yıllık sınıflı toplumlar tarihinde bir başka dünyayı; işçi sınıfının, alt sınıfların, ezilenlerin yaratabileceğini gösteren muazzam ve sarsıcı bir pratiktir. Başka bir dünyayı kurma zarureti 21. yüzyılda artık yaşamsallaşmıştır” dedi.

Her devrimin diyalektik olduğunu ya da her devrimin bir diyalektiği olduğunu, modern çağda bu olguyu belirleyen şeyin ise sınıfsal antagonizma olduğunu ve unun öznelerinin Proletarya ve burjuvazi olduğunu belirtti.

Marx’ın felsefe, Prometheus ve proletarya arasında bir bağlam kurarak, proletaryayı başkaldırıyla özdeşleştirdiğini belirten Yaraşır, Prometheus'un gökyüzündeki tanrılara başkaldırdığını, proletaryanın ise yeryüzü ve gökyüzündeki tanrılara başkaldırdığını, proletaryanın ontolojisini emek gücü olmaya direnerek ortaya koyduğunu ve bunun aynı zamanda başkaldırıyla özdeşleştiğini ifade etti.

II. Enternasyonale kadar bu olgunun kendini dönemin ruhunda, örgütlenme tarzı ve eylem biçimlerinde net olarak gösterdiğini söyleyen Yaraşır, Ludizm, devrimci sendikacılık, I. Enternasyonal, 1831-34 Lyon Komünleri, 1844 Silezya Ayaklanması, 1830- 1848 Devrimleri, sokak savaşları, barikat savaşları, sabotaj ve genel grevlerin proletaryanın başkaldırı ruhunun somut yansımaları olduğunu vurguladı.

II. Enternasyonal ve onun başat partisi ASDP (Alman Sosyal Demokrat Partisi), aslında sınıfın emek gücü olmaya rıza gösterdiği koşulları ifade ettiğini, sınıf işbirliğinin ve sosyal şovenizminin kökleri buraya dayandığını söyleyen Yaraşır, dönemin parti anlayışı, örgütlenme tarzı ve pratiğinin de buna göre değiştiğini, sınıfın ihtilalci ruhunu kadavra eden bu sürecin ise reformizm ve revizyonizm olarak biçimleneceğini, aynı sürecin devrimin diyalektiğinin donması olarak da değerlendirebileceğini söyledi.

“Devrimin diyalektiği doğunun en batısında, batının en doğusunda kristalize olacaktır” diyen Yaraşır, 1873-96 Kapitalizmin yapısal krizinin, emperyalizm çağına geçişi, sınıfsal antagonizmanın şiddetlenmesini ve emperyalist paylaşım savaşını koşulladığını, sınıfsal antagonizmanın bir coğrafyada odaklanacağını ve bu odağın ise Rusya olduğunu, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Paris ve Fransa’nın sınıf savaşlarının odak coğrafyası olmasında olduğunu belirtti..

Volkan Yaraşır kapitalizmin yapısal krizi ve emperyalizme geçişinin sınıfsal antagonizmanın şiddetlenmesinin ve emperyalist paylaşım koşullarının odağının Rusya olmasının nedenini ise beş maddede özetledi.

1.Rusya kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının somutlandığı bir ülkedir.

2.Bu olguya bağlı olarak sistemin en zayıf halkası olarak şekillenmiştir.

3.Rusya topraklarında yaygın bir isyan geleneği vardır.

4.Rusya’da yüksek bir entelektüel mayalanma yaşanmıştır. Rus edebiyatı, 19. yüzyılda Alman felsefesinin işlevini görmüş, muazzam bir birikim sağlamıştır. Ayrıca aydınların militan ve radikal arayışları oldukça etkili sonuçlar yaratmıştır.

5.Rus işçi sınıfının karakteri son derece önemlidir. Nicelik olarak az ama hızlı örgütlenme ve hızla radikalleşme özelliklerine sahiptirler ve devrim tecrübeleri bulunmaktadır.

Lenin’in momentlerin teorisyeni olduğunu ve yıkıcı bir teori kurduğunu ve yıkıcı bir pratik gerçekleştiğini, sistematiğini 5’li parametre üzerinden açıklayan Yaraşır, bunların Tarih tezi, Parti anlayışı, Devrim anlayışı, Çalışma tarzı, Örgütlenme biçimi” olduklarını belirtti.

Ekim Devriminin tarihsel momentlerin, 1895- 1902 arası / 1905- 1912 arası / 1912-1917 arası ve 1917 Şubat ve Ekim arasındaki dönemler olarak özetlenebileceğini söyledi.

1895-1902 arasını birinci momentum olarak tanımlayan Yaraşır bu dönemde Rus işçi hareketinin siyasallaşması ve Çarlığın aldığı karşı önlemler ve Iskra’nın çıkışı ve partinin inşa sürecinin belirleyici olduğunu söyledi bu dönemde Lenin’in 1894’te kaleme aldığı Halkın Dostları Kimlerdir ve 1899 yazılan Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi adlı kitaplarını yazdığını hatırlattı. Bu iki kitabın Lenin’in tarih tezi olara tanımlayabileceğini ve çalışmalarda Narodnik hareketle hesaplaşma ve Rusya’da modern çağın çelişkileri üzerine vurgu yapıldığını belirten Yaraşır “Ardından 1902’de Ne yapmalı? Gelir. Lenin sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkaran bir örgütü ya da Marx’ın değimiyle Yıkıcı Partiyi arar” dedi.

1905-1912 arası ikinci dönemin ise devrimin karakteri ve devrim anlayışının tartışıldığı dönem olarak dikkat çektiğini, aynı zamanda Lenin, tarihsel materyalizme vurgu yaptığını ve dönemi belirleyen en temel olguların; Rus Japon Savaşı, 1905 Devrimi, savaş ve devrim diyalektiği, yenilgi ve likidasyon süreci olduğunu belirten Yaraşır “Lenin bu dönemde iki önemli çalışmasıyla dikkat çeker. 1905’de yazılan ‘İki Taktik’, aslında adı taktik olan bir strateji kitabıdır. Lenin, ittifaklar sorununa yanıt arar. Rus burjuvazisinin oportünist ve asalak niteliğini analiz eder. 1908’de kaleme aldığı Ampirio Kritisizm adlı çalışma yenilgi sonrası parti içinde ortaya çıkan yeni Kantçılığa karşı materyalist bir karşı tutumu ifade eder. Partinin çözülmesi engellenir ve likiditasyona karşı net bir tavır alınır” dedi.

Üçüncü önemli 1912 – 1914 -1917 arasındaki dönemde, Bolşevik partinin yeniden yapılanmasını içeren bir sürecin önünün açıldığını, ayrıca Lenin’in Hegel okumaları dönem olduğunu belirten Yaraşır, “1912’de Merkez Komite değişir, yeraltı kadroları Stalin, Sverdlov, Buharin gibi isimler Merkez Komite’de görev alır. Prag konferansı partinin yeniden yapılanmasını simgeler” dedi.

1914 savaş sürecinin İkinci Enternasyonalin çözülmesini ve sınıf işbirliğini netleştirdiğini, aynı dönemde Lenin’in Hegel okumalarına başladığını ve yeni bir enternasyonalin kurulması çalışmaları gündeme geldiğini hatırlatan Yaraşır, Hegel okumalarının aslında devrimin diyalektiğinin yeniden kurulmasını ifade eden bir içeriğe sahip olduğunu, bunun aynı zamanda teorinin yeniden kurulması anlamına geldiğini belirtti.

Bu dönemdeki en önemli çalışmalarından birisi Sosyalizm ve Savaş kitabı olduğunu, Savaş ve devrim diyalektiğini inceleyen çalışmanın aynı zamanda devrimci yenilgicilik gibi muazzam bir kontur politikanın devreye sokulmasını sağladığını ve diğer kitabı olan Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı adlı kitabını yazdığını belirten Yaraşır, “Rusya bir halklar hapishanesidir. Lenin, enternasyonal bir perspektifle işçi sınıfının sosyal anaforu içerisinde ulusların devrimci enerjisini birleştirmeye çalışmıştır. Lenin devrimin güncelliğini ya da imkanını arar” dedi.

1917 Şubat-Ekim arası dördüncü dönemde ise Nisan Krizi, Temmuz Ayaklanması, Kornilov Ayaklanması, Ekim Ayaklanması gibi dört iç moment olduğunu, kısa ve konsantre olarak bu dönemin ikili iktidarı ifade ettiğini ifade eden Yaraşır “Geçici hükümet ve Sovyetler. İkili iktidar olgusu varsa aslında politik manada bir iktidarsızlık vardır. Dönemde her an burjuva karşı devrim riski yaşanabilir. Kornilov, Ağustos darbesinden önce ilk hamlesini Nisan ayında yapar. Aynı koşullarda savaş devam etmektedir. Temmuz ayaklanması, kitlelerin militan kendiliğindenci ayaklanmasıdır. Devrim rotasını aramaktadır. Bolşeviklerin dışında Sosyalistler, aynı konjonktürde geçici hükümete angaje olur. Özellikle Ağustos sonrasında Bolşevikler Sovyetlere hakim siyasi akım olarak öne çıkar. Aynı zamanda yerel Sovyetlerde ve fabrika komitelerinde etkin şekilde örgütlenirler ve Ekim’de iktidarın fethedilme süreci başlar” diyerek süreci özetledi.

Lenin’in en önemli eserlerden biri olan Nisan Tezleri’nin kısa ve öz olarak bütün iktidar sovyetlere şiarını ortaya koyduğunu ardından ise Emperyalizm kitabını yazdığını belirten Yaraşır, “Lenin bu çalışma ile devrimin koordinatlarını değiştirir. Devlet ve İhtilal adlı çalışması ise devrim günlerinde kaleme alınan bir çalışmadır ve öz olarak, onların devleti varsa bizim de devrimimiz var demektedir. Lenin teori ve praksisin diyalektiğiyle hareket eder. Lenin’i en iyi ifade edecek şey devrimin cebirini ısrarla çözme gayreti ve teori ve praksisin rezonansıdır” diyerek Lenin’in 21. yüzyılda yol göstermeye devam ettiğini vurguladı.


“Ekim Devrimi’nin Tarihsel Deneyimi Ve 21. Yüzyıl Devriminin Zaferine Etkileri”

Güney Kore’den People’s Democracy Party Delegasyonu, “Ekim Devrimi’nin Tarihsel Deneyimi ve 21. Yüzyıl Devriminin Zaferine Etkileri” konusunu ele aldı.

“Rus Ekim Devrimi 20. yüzyılın başında dünya devrim tarihi üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Lenin'in dehası, Marksizmi emperyalizm çağına yaratıcı bir şekilde uygulamasında ve ilk sosyalist devrimi zafere ulaştırmasında yatmaktadır.” diyerek giriş yapan Koreli yoldaşlar, Ukrayna savaşı, 3. Dünya savaşı ve Filistin’de de yürütülen savaşa, 3. Dünya Savaşı’na değindi. Komünist partilerin bir araya gelmesinin önemine de değinen Güney Kore Delegasyonu, Geçtiğimiz yıl toplanan SolidNet organizasyonunun Ukrayna savaşı konusunda geri bir tavır aldığını, bu yıl yapılan toplantıda da Filistin’e yönelik toplantılarda muğlak tutum izlendiğini anlatarak sekter konuma düşüldüğünü hatırlattı. Geçtiğimiz yıl kendilerinin de aralarında olduğu dünyanın dört bir yanından devrimci partilerin kurduğu Dünya Antiemperyalist Platformu’na da değinen yoldaşlar, üç ana hedefe -Dünya çapında antiemperyalist mücadeleyi örgütlemek, Revizyonizme karşı ideolojik mücadele yürütmek, Uluslararası komünist güçleri güçlendirmek- ulaşmak için mücadele ettiklerini söyledi.

“Bugün emperyalist kamp, aşırılıklarını kamufle etmek ve kendi siyasi ve ekonomik krizini gizlemek için ‘Yeni Soğuk Savaş’ stratejisi altında Üçüncü Dünya Savaşını planlamaktadır. Emperyalizm küresel ölçekteki tüm savaşların temel nedenidir ve onları kışkırtmaktan tek başına sorumludur.” diyen G.Kore Delegasyonu, “Dünya proleterleri, birleşin! ve Birleşen halklar asla yenilmez. Bilimsel inançlarıyla çağımızın ‘Büyük Ekim Devrimi’lerinin zaferi için ilerlemeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. En haklı antiemperyalist kampın nihai zaferi kesindir.” diyerek bitirdi konuşmasını.

Lenin’in Eseri Günümüz İçin Rehber Olmaya Devam Ediyor

Büyük Britanya Komünist Partisi -ML adına katılan Joti Brar “Lenin’in Eseri Günümüz İçin Rehber Olmaya Devam Ediyor” başlığını taşıyan sunumunda “Ukrayna-Rusya savaşında agresif taraf NATO ve ABD’dir. Ukrayna bu savaşta egemenliği için savaşmıyor. Egemenliği özgürlüğü için savaşacaksa ABD’ye karşı savaşmalıydı” dedi.

Bu savaş başladığında Ukrayna’nın bir sömürge durumunda olduğunu belirten Brar, ordusunun ise NATO’nun en güçlü ordusu olduğunu ve Rusya’nın buraya savunma için Donbasss halkları için bu savaşa girdiğini söyledi. Sendikalarla sosyalizme ve komünizme varılamayacağını ve işçilerin bir komünist partisi öncülüğünde mücadele etmek zorunda olduklarını vurguladı.


“Amaç Dünyanın Devrimci Dönüşümüdür”

Birinci oturumun son konuşmacısı ise Önsöz Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Songül Yücel oldu. “Amaç Dünyanın Devrimci Dönüşümüdür” başlıklı sunumuna eski marksistlerden menşevik Akselrod’un Lenin’i anlatan "Günün yirmi dört saati devrimle meşgul olan, devrim düşüncesinden başka bir şey düşünmeyen ve uyurken bile devrimden başka bir şey hayal etmeyen başka bir adam yoktur." sözlerini hatırlatarak başladı.

Lenin’in devrimi, dünyanın devrimci dönüşümünü her şeyin başına koyduğunu, toplumu ve siyasal gelişmelere bu pencereden baktığını ve teoriyi, dünyanın devrimci dönüşümü için ele aldığını belirten Yücel “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” sözündeki, teorinin başındaki o “devrimci” sıfatı, öylesine söylenmiş olmadığını ifade ederek “Teori, pratiğin ihtiyaçlarına yanıt verecek, ona yol gösterecek bir alandır. Ve bu açıdan o, devrimci teori olmak zorundadır” dedi.

“Teori ‘bir eylem kılavuzu’dur. ‘Aslolan dünyayı yorumlamak değil değiştirmek’tir ve teori, değiştirmek istediğimiz dünyayı anlamak için vardır” sözlerinin Lenin’in tüm mücadele yaşamı boyunca devrimin ihtiyaçlarını en başa koyduğunu ve tüm teorik yaklaşımlarının devrimci sonuçlar çıkarmak üzerine olduğunu belirten Yücel, “Amacınız dünyanın devrimci dönüşümü ise tarihte ve toplumda bunun olanak ve eğilimlerini saptarsınız. Nesnele kölece teslim olan değil, tüm imkanları zorlayarak onu dönüştüren olursunuz. Bir devrimciler örgütü ile dünyayı yerinden oynatırsınız” dedi.


"Dünyayı Değiştirmek İstiyorsak Devrimci Dinamikleri Bulmak Zorundayız"

Emperyalist-kapitalist sistemin 2008’den başlayan krizinin Ukrayna savaşı sonrası daha da derinleştiğini, tüm dünyayı korkunç bir yıkıma sürükleyecek büyük savaşları çıkarma pahasına ayakta kalmaya çalıştığını belirten Yücel, diğer yanda ise her geçen gün büyüyen küresel isyan ordusu olduğunu özellikle Filistin halkının kahraman direnişinin ve İsrail siyonizminin soykırım saldırıları sonucu, tüm dünya başkentlerinde milyonlarca emekçi harekete geçtiğini ve tarihin en büyük devrimci dalgalarından birine tanık olduğumuzu ifade ederek “Yıkıcı dalgaları her geçen gün şiddetlenen bu kriz sürecinde günümüz dünyasını devrimle dönüştürmek istiyorsak, bu dönüşümün dinamiklerini arayıp bulmak zorundayız” dedi.

Emperyalist kapitalist sistemin gelişim aşamalarına değinin Yücel, tüm bu sürecin sıçrama ve çöküşlerle kriz ve çatışmalarla savaşlarla dolu olduğunu küresel ölçekte emek örgütlerinin yerle bir edilmesinin büyük çatışmalarla gerçekleştiğini belirtti.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından dünya burjuvazisi “zafer naraları” atarken, 93 ortalarından itibaren tüm Avrupa’nın grevler ve eylemlerle sarsılmaya başladığını, küresel ticaret anlaşmalarına karşı eylemlerin tüm dünyaya yayıldığını hatırlatan Yücel “Brüksel’de kamyoncular otoyolları bloke etti, çiftçiler tüm Avrupa’yı kasıp kavurdu, Japonya’dan Roma’ya çiftçi eylemleri tekellerin tarım uygulamalarına meydan okudu... Hemen ardından Chiapas’ta Zapatist hareketin başlattığı ayaklanma gündeme geldi. Dünya Ticaret Örgütü’nün doğuşu yeni eylem dalgalarını tetikledi. Grevler, eylemler, gösteriler hiç hız kesmedi. Dönem dönem küresel başkaldırılara dönüştü.

Seattle ayaklanması, Davos, Washington, Güney Asya ayaklanmaları, Latin Amerika ayaklanmaları ve sokak savaşlarıyla emperyalist-kapitalist dünyanın nasıl bir bıçak sırtında olduğu iyice ortaya çıktı. 1 Mayıs 2000 tam bir patlama oldu. Bütün kıtalarda milyonlarca işçi, halk kitleleri sokağa çıktı. Proletaryanın ve halk kitlelerinin antikapitalist dünya ayaklanmaları, yüzyılımızı sosyal-devrimler ve sosyal-ayaklanmalar yüzyılı yapan gelişmeleri başlattı” dedi.

Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirildiği çağın yeni ve en son evresine girdiğimizi vurgulayan Yücel, devrimler çağının yıkıcı enerjisini, üretici güçlerin içinde bulundukları kapitalist üretim ilişkileri kabuklarına sığamayacak ve bu kabukları çatlatacak denli gelişmiş olduklarını ve gücü eski toplumun yeterince çürümüş, dağılmış ve toplumsal ögeleri denetleyemez duruma gelmesinden aldığını belirterek “Tüm dünya çapında, yönetenler eskisi gibi yönetemiyor,dünya çapında, yönetilenler artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor” dedi.

Kapitalist sistemin küresel çöküşüne, ABD emperyalizminin dünya çapında hegemonyasının ve kendi toplumsal dokusunun çözülüşünün eşlik ettiğini bu durumun, başlı başına, dünya emekçi sınıflarına, eğer harekete geçerlerse zafere ulaşabileceklerine dair umudu aşıladığını vurgulayan Yücel, Donbass’ta tüm emperyalist güçlere ve onların saldırı kıtası olarak iş gören faşist sürülere karşı yürütülen savaşın, antiemperyalist ve antifaşist karakterde olduğunu ve bugün tüm dünyada işçi sınıfı ve emekçi halklar arasında emperyalizme karşı mücadele ruhunu güçlendirdiğini, devrimci Filistin halkının kahraman direnişinin, bu antiemperyalist mücadele ruhunu gözler önüne getirdiğini söyledi.

Lenin’in “İşçi sınıfının örgütten başka bir silahı yoktur” sözünü hatırlatan Yücel, bu cümlenin sınıflar savaşımının tüm bir tarihinin en özlü ifadelerinden biri olduğunu, proletaryanın, örgütsüzken bir hiç olduğu gerçeğinin en kısa ifadesi olduğunu ve tarihi ve toplumu değiştirme görevini üstlenen proletaryanın, hiç olmak istemiyorsa, en güçlü örgütle silahlanmak zorunda olduğunu vurguladı.

Komünistler Birliği’nin bir savaş çağrısı olan programıyla (Komünist Manifesto) dünya tarihine damgasını vurduğunu, demokratik merkeziyetçiliğe dayanan modern tüzüğüyle kendinden sonra gelen bütün işçi ve komünist partilerine yön verdiğini vurgulayan Yücel, Komünistler Birliği’yle işçi sınıfının bağımsız örgütlenmeye giriştiğini ve dünyanın devrimci dönüşümü kavgasına atıldığını belirterek birliğin 1848 devrimlerinin ateşinde doğdu, zorlu kavgalara atıldığını ve devrimlerin yenilgisi ve devrimci dalganın geri çekilmesiyle birlikte uykuya çekildiğini söyledi.

1864’te doğan I. Enternasyonal’in Komünistler Birliği’ne göre çok daha gevşek bir yapıda olduğunu, İşçi partisinden ziyade “demokrasi güçlerinin gevşek koalisyonu” şeklinde oluştuğunu belirten Yücel, bu yönüyle bir savaş örgütü olmaktan çok Marksist teorinin belli başlı ülkelerin proleter kitleleri arasında yayılmasının aracı olduğunu ve örgütsel olarak ilkine göre daha zayıf olan bu yapının, düşünsel olarak bilimsel sosyalizmin daha geniş kesimlere ulaşmasını sağlamakla daha ileri bir adım olduğunu ve 1876’da resmen dağıtıldığını ve ardından birçok kapitalist ülkede marksist işçi partilerinin kurulduğunu vurguladı.

Marx’ın ölümünden sonra kurulan II. Enternasyonal’in temelde Avrupa ülkelerinde kurulan Marksist işçi partilerin (sosyal-demokrat partilerin) oluşturduğu Marksist bir Enternasyonal olduğunu, uluslararası arenada Marksist teorinin yayılmasını ve gelişimini sağladığını ve büyük oranda yasal kitle partileri olduğunu ve Enternasyonal’in bu partilerin bir nevi danışma kurulu işlev gördüğünü belirten Yücel “II. Enternasyonal, sınıflar mücadelesinin görece barışçı geçtiği dönemde mücadele verdi. Yaptığı esas hizmet, sosyalizmi en geniş kitlelere götürmek ve parti yönetiminde kitlelerin kapitalizme karşı mücadelelerini yönetmek oldu” dedi.

Bu dönemde legal mücadele araçları sosyalizm için başarılı olarak kullanıldı. Koşullarda önemli bir değişim meydana gelince, II. Enternasyonal partileri gelişmelere ayak uydurmakta zorlandılar. Barış döneminin ürünü olan II. Enternasyonal ve onun partilerinin içten nasıl çürümüş oldukları fırtınalı dönemle birlikte açığa çıkacaktı.

Yücel, yüzyıl dönümünün aynı zamanda kapitalizmin kapitalist emperyalizme dönüşüm dönemi olduğunu Lenin’in yıllar sonra isabetli olarak gösterdiği gibi, bir çürüme, asalaklaşma ve aynı zamanda sosyalizmin öngünü olan bir çağın başladığını ve bu çağın, kelimenin gerçek anlamında devrimler çağının savaşçı örgütünü yaratmak, Lenin’in bizzat kendi pratiğinden çıkardığı temel görev olduğunu söyledi.

Leninist parti düşüncesinin hatalı bir şekilde Çarlık Rusyası koşullarıyla özdeşleştirildiğini o koşullara özgüymüş gibi ele alındığını belirten Yücel İlk dönem tartışmalarında, “Gerçekte ise Çarlık Rusyası’nın şartlarından daha çok yeni dönemin özelliklerinin yansımasıdır Leninist parti. Bu gerçeğin anlaşılması için “kapitalizmin barışçı döneminin” sona ermesi, emperyalizmin toplumsal yaşamda tamamen hakim olması ve büyük savaşın patlak vermesi gerekecekti” dedi.

Dönemin devrimci sınıf partisi olan Leninist Part’nin böylesi bir devrimci dönemde doğduğunu, Leninizmi yaratan koşullar aynı koşullar olduğunu vurgulayan Yücel, hem Rusya’da ve hem de dünyada Leninizmin koşulları ortaya çıktığını, Stalin’in Leninizm için yaptığı “proleter devrimler çağının Marksizmi” tanımının bu gerçeği vurguladığını söyledi.

Ekim Sosyalist Devrimi’nin yeni tipte bir parti olan Bolşevik Parti (Leninist Parti) tarafından zafere ulaştırıldığını, emperyalizmin pratik olarak proleter devrimlerin başladığı çağ olduğunu belirten Yücel, “Proletarya diktatörlüğünün pratik bir görev olarak gündeme geldiği çağdır. Ve onun temel savaş örgütü de Leninist partidir. Bu pratik göreve soyunan bütün ülkelerin komünistleri hızla uzlaşmacı çürümüş II. Enternasyonal partilerinden kendilerini ayırırlar. Ayrı komünist partilerini kurarlar. Bu partilerin bir araya gelmeleriyle III. Enternasyonal (Komünist Enternasyonal) kurulur. III. Enternasyonal, proletarya devrimleri çağının ürünüdür. Komintern’in kendisi de bir Leninist partidir. Gevşek örgütlenmiş eski enternasyonallerden farklı olarak bir dünya partisi olarak örgütlenmiş Leninist partidir. Böylelikle işçi sınıfının örgütlenmesi bir adım daha ileri taşınmış olur” dedi.

Komünist Enternasyonal partilerin burjuvazinin en sert saldırılarında bile ayakta kalmasını bilen ve her koşulda mücadele etme yeteneği kazanan niteliklere sahip olduklarını 1943’te dağıtılan Komintern döneminde proletaryanın, komünist partilerin önderliğinde birçok alanda başarılı olduklarını vurgulayan Yücel, sınıflar mücadelesinde proletaryaya öncülük ettikleri için, mücadele alanında hiçbir boşluk bırakmadıklarını, sosyalizm bir sistem olduktan sonra, hem yeni tip proletarya partilerinin, hem de sosyalizmin etkinliğinin iyice arttığına işaret etti.

III. Enternasyonal’in dağılmasından sonra uluslararası komünist hareketin ara sıra yapılan komünist ve işçi partileri zirvesi biçiminde bir araya geldiğini, son yarım yüzyıl da ise komünist partileri birbirinden farklılaştıklarını, Avrupa komünist partilerinin büyük bölümünün, burjuvaziyle sınıf işbirliği anlamına gelen “Avrupa Komünizmi”ni benimsediklerini söyleyen Yücel, bu partilerin, Leninist parti anlayışından, bilimsel sosyalist öğretiden tamamen kopup proletarya diktatörlüğünü ve “öncü parti” anlayışını yadsıyarak düzene yöneldiklerini, sosyalist ülkelerdeki komünist partileri temelde bilimsel sosyalist ilkelere bağlı kalırken, çeşitli noktalarda Marksist-Leninist ilkelerde ciddi hatalar işlediklerini ve giderek komünist partisi konumundan uzaklaşarak sonuçta dağıldıklarını belirtti.

Bağımlı ülkelerin komünist partilerinin ise çoğunlukla oportünist-reformist bir temele oturduklarını ve zamanla sınıflar mücadelesinin dışına düştüklerini, bağımlı kapitalist ülkelerde sınıflar mücadelesindeki boşluğu sol devrimci örgütler doldurduğunu belirten Yücel, 1989-91 karşı-devrimleri sonrası Marksizme pamuk ipliğiyle bağlı bu partilerin hemen tamamı sosyalizmden uzaklaştıklarını söyledi.

“Leninist partinin çağının geçtiği”, “eski örgüt modellerinin miadını doldurduğu” türünde sıralanıp giden “yeni arayışlar”ın, aslında örgütsüzlüğü yaymakla tam da sermayenin hedeflediği şeyi gerçekleştirdiğini vurgulayan Yücel “Biz ise çağımızın tam da Lenin’in ifade ettiği proleter devrimler çağı olduğu gerçeğinden hareketle, bir kere daha, ‘öncü örgüt’ diyoruz, Leninist parti diyoruz. Sosyalizm günümüzün acil bir sorunudur, Leninist parti de aynı şekilde günümüzün temel aracıdır” dedi.

Sosyalist ülkelerde gerçekleşen karşı-devrimlerin tarihsel birikimi ortadan kaldıramadığı gibi sosyalizmin yarattığı maddi kültürel birikimi ve onun etkinliğini de ortadan kaldıramadığını söyleyen Yücel, sözlerini “Proleter hareketin yaslanacağı ve besleneceği muazzam bir birikim mevcut. Komünist parti, kitleler içinde derin kök salan sosyalist birikimi kucaklamak ve onu her yerde egemen yapmak zorunda. Bu kapsamlı görev, komünist partisini nitelik olarak yetkin olmaya zorluyor. Öte yandan her ülkedeki burjuva egemenlikleri uluslararası bir nitelik kazandığında, uluslararası devrimci proletaryanın enternasyonalizmi eylemsel temelde bir zorunluluk olarak öne çıkmıştır. Uluslararası komünist hareketin en önemli meselelerinden biri yeni bir savaşçı "Enternasyonal" kurmaktır” diyerek tamamladı.


Lenin, Emperyalizm Ve Savaş

Öğle arasından sonra II. Oturum Avukat Bahattin Özdemir’in moderatörlüğünde Mücadele Birliği gazetesi yazarlarından Cuma Şat’ın “Lenin, Emperyalizm ve Savaş” başlıklı konuşmasıyla başladı.

Emperyalizme karşı savaş ve dolayısıyla emperyalizm üzerine tartışmaların, belki de Lenin'in emperyalizm tahlili ve eleştirisini yaptığı yıllar hariç, tarihte hiç bu kadar gündeme gelmediğini söyleyen Cuma Şat buna Rusya’nın Ukrayna'da ABD-NATO-AB gibi emperyalist devletlere ve onların koruması altındaki faşist birliklere karşı yürüttüğü savaşın büyük bir etkisi olduğunu söyledi.

Bu tartışmaların gündeme gelmesinin nedenlerinin başında emperyalizme, dolayısıyla kapitalizme ve faşizme karşı verilen mücadelenin bütün dünyada daha önce görülmemiş bir düzeye ulaşmasının geldiğini söyleyen Şat, dünyanın bir uçtan bir uca emperyalizme karşı mücadelelerle sarsıldığını, anti kapitalist anti faşist eylemlerin arttığını bunun da bize dünyada antiemperyalist mücadelenin yeni bir aşamaya girdiğini gösterdiğini vurguladı.

Filistin halkının siyonist İsrail'e karşı giriştiği savaş, bu savaşta siyonist İsrail'in kullandığı yöntem ve yaptığı vahşet düzeyindeki katliamların dünya halklarını ayağa kaldırdığını, Bu mücadele, milyonlarca insanı kapsayan bir niceliğe ulaşırken niteliksel bir dönüşüme, bir sıçramaya da yol açtığına dikkat çeken Şat, emekçi sınıfların, Filistin halkıyla enternasyonal dayanışma için meydanlara çıkarlarken, Filistin halkına her türlü desteği yasaklamaya çalışan kendi emperyalist hükümetlerine de meydan okumuş olduklarını ve bu eylemlerin, devrimci, yıkıcı içeriğini de derinleştirdiğini belirtti.

Bir başka önemli nedenin yüzyıldan fazla zamandır süren emperyalizmin köleci sömürüsü altındaki Afrika halklarının son bir kaç yıldır emperyalist devletlere karşı yeni başkaldırı dalgası olduğunu söyleyen Şat, Burkina Faso, Mali, Nijer, Gine, Gana gibi Afrika ülkelerinin son bir kaç yıl içinde ardı ardına gerçekleşen askeri darbelerle başta Fransa olmak üzere emperyalist devletleri topraklarından kovduklarını söyledi. Nijer’in ise Aralık ayında, son Fransız askerini de kovarak Fransa'nın askeri varlığına son verdiğini hatırlattı.

Emperyalizme karşı mücadelenin tüm tarihi ve Lenin'in emperyalizm tahlilinin bize antikapitalizmle birleşmemiş antiemperyalizmin önünde sonunda yarı yolda kalmaya mahkum olduğunu açıklıkla gösterdiğini söyleyen Şat, Lenin’in “tröstlerin ve bankaların politikasına karşı, bu tröst ve bankaların ekonomik temellerine dokunmayan bir 'mücadele' burjuva reformizmine ve pasifizme çıkar, masum ve iyi niyetli dileklerden öteye gidemez” tespitini hatırlattı.

Bütün bu bilimsel ve tarihsel gerçeklerden, somut olgulardan çıkarılacak başlıca sonucun, antiemperyalist mücadelenin tam ve kesin bir zafer için, kapitalizme, burjuva sınıfa, üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetine karşı mücadeleyle birleştirilmesinin gerekliliği olduğunu vurgulayan Cuma Şat, Lenin'in 1916'larda yaptığı bilimsel tahlilin, aradan geçen yüzyıldan fazla zaman içinde çok daha geçerli olduğunu, çünkü emperyalist mali sermayenin ve “onun sadık dostu” emperyalist diplomasinin gücünün, yüz kat, bin kat artırdığını ve başka kapitalist ülkelere, o ülkelerin burjuva sınıfına boyun eğdirme gücü de o oranda artmış olduğunu söyledi.

Her kapitalist ülkenin sermaye sınıfının varlığını sürdürmek, dünya işçi sınıfının, emekçi halkların ve doğanın sömürüsünden sermayesi oranında pay kapmak için emperyalist mali sermaye ile, emperyalist bankalarla, tröstlerle, devlet ve hükümetlerle bağını sürdürmek; bu güçlerin bağımlılığı altına girmek zorunda olduğunu ifade eden Şat, diğer yandan emperyalist devletlerin başka ulusları sömürü ve ulusal baskı altına almalarının, ezilen ulus durumuna düşmelerinin ulusal başkaldırılara ulusal isyan ve ayaklanmalara yol açtığını belirtti. Afrika ülkelerinde gerçekleşen iktidar değişikliklerinin bunun örnekleri olduğunu söyledi.

1999'da emperyalist-kapitalist sistemin kalbi ABD'de, Seattle'de, “Başka Bir Dünya mümkün” sloganı altında başlayan ayaklanmanın dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarının kapitalizmden kurtulma isteğinin, bu isteğin artık dünya halklarını saran bir istek haline geldiğinin en somut kanıtı olduğunu ifade eden Şat, bu isteğin emperyalist kapitalist sisteme karşı bir ayaklanma nedeni haline geldiğini vurguladı.

Emperyalistlerin, sınıf savaşının dünya çapında geldiği bu aşamanın gerçek içeriğini anlamada hiç gecikmediklerini ve yeni “Yüzyıl”ın “ayaklanmalar yüzyılı” olacağını ilan ettiklerini ve hazırlıklarını “karşı ayaklanmalar” biçiminde yapmaya başladıklarını söyleyen Şat, NATO’nun askeri güçlerini iç savaşa göre eğitip konumlandırma planlarına giriştiğini ifade ederek “ABD hegemonyası, bununla birlikte emperyalist-kapitalist sistem çökmeye, isyanlar, ayaklanmalar ve toplumsal devrimler çağı ise günün gerçekliği olmaya başlamıştı. Kuşku yok, bu dünya tarihinde sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünyaya doğru giden süreçte bir ‘yeni evre’ idi” dedi.

ABD emperyalizminin buna karşı 11 Eylül 2001'de kendi “İkiz Kuleler”ini tarihin gördüğü en büyük provokasyonla yıkarak dünya proletaryası ve ezilen, sömürülen emekçi halklarına karşı “küresel iç savaş”ı ilan ettiğini “Ya bizdensiniz ya onlardan” sloganıyla tüm emperyalist hükümetlere kendi üstünlüğünü kabul ettirdiğini ve dünya proletaryası ve ezilen halklara karşı saldırıya geçtiğini söyledi.

Türkiye’de ise Leninistlerin, “İkiz Kuleler”in binlerce insanın ölümü pahasına yıktırılmasının ABD provokasyonu ve ABD'nin dünya proletaryası ile emekçi halklarına karşı “küresel iç savaş” ilanı olduğunu hemen ikinci gün açıkladığına dikkat çeken Cuma Şat, “ABD ve diğer emperyalistler, dünya proletaryası ve emekçi halklarına karşı “küresel iç savaş” ilanı ile birlikte, her yerde terör estirmeye başladılar. McCharthizm yeniden ve çok daha güçlü biçimde hortlatıldı” dedi.

Tekelci kapitalizm ve onun en gelişmiş hali olan emperyalizmin, özgürlük değil, egemenlik istediğini ifade eden Şak, tekelci kapitalizmin demokrasiye değil siyasi gericiliğe tekabül ettiğini politik olarak şiddet ve gericilik eğiliminde olduğunu belirtti.

Ukrayna'da süren savaşın, esasında dünya burjuvazisi ile dünya proletaryası arasında; emperyalist-kapitalist sistemle sosyalizm arasında süren bir savaş olduğunu ve Filistin halkının verdiği mücadelenin ve ezilen halkların mücadelesinin küresel iç savaş”tan ayrı olarak ele alamayacağnı belirtti.

Ukrayna savaşında bütün emperyalistlerin, gerici güçlerin, faşistlerin ABD arkasında toplanmaları; buna karşılık, Küba'dan Kore Demokratik Halk Cumhuriyetine, Çin Halk Cumhuriyeti'nden Nikaragua ve Venezuela'ya kadar, sosyalist, halkçı iktidarların, dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının Donbass ve Rusya Ordusu arkasında cepheleşmeleri savaş hakkındaki değerlendirme ve görüşümüzü doğrulayan somut kanıtları olduğun söyleyen Şat, “başta ABD emperyalizmi olmak üzere bu savaşın bir ‘emperyalist paylaşım savaşı’ ya da büyük güçlerin çarpışması olarak değerlendiren işbirlikçi, uzlaşmacı, sosyal reformist parti ve güçlerin açıktan ya da gizlice emperyalist cephede yer aldıkları tartışma götürmez açıklıkta. Emperyalizm, oportünist çıbanı düşündüğümüzden çok daha fazla olgunlaşmıştır” dedi.

Emekçi sınıfların, ezilen halkların proletarya önderliğinde iktidara gelmelerinin tek yolunun devrim olduğunu, emeğin iktidarı ancak bir devrimle kurulabileceğini söyledi. “Dünya burjuvazisinin bir karşı devrim gücü olarak faşizmi, faşist partileri bütün ülkelerde yönetime taşımaya çalışması dünyada devrimci durumun varlığının; emperyalist güçlerin buna karşı savunma pozisyonunda olduklarının ifadesidir.” dedi.

Burjuvaziyle proletarya arasında çelişkilerin sertleşerek emperyalist kapitalist sistemi çöküşün eşiğine getirdiğini tarihin insanlığı noktaya getirdiğini belirten Şat, “Onun için şimdi büyük bir haklılık ve güvenle diyoruz ki, emperyalist-kapitalist sistem çöküyor ve yeni bir çağ, toplumsal devrimler çağı sökün ediyor. Onun için bir kez daha haykırıyoruz: Şimdi Devrim Zamanı! Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!” diyerek sözlerini tamamladı.


“Temel Tehdit: Ortadoğu Halklarının Devrimci Başkaldırısı”

Uzun yıllardır devrim mücadelesinde yer alan Ergun Adaklı çevrim içi olarak sempozyumda yer aldı.

Lenin'in gerek Marksist teoriye katkıları, gerekse temel politik tespitleri, gerekse örgüt anlayışı konusundaki getirdiği örgüt ve mücadele anlayışı konusunda getirdiği yenilik, yeni kavrayışla bugün de hala yolumuzu aydınlattığını belirten Adaklı, yüzyıl geçtikten sonra bu çağda geçmiş dünya sol hareketin pek çok unsurunun Marx'tan Lenin de vazgeçtiğini ama uluslararası kapitalizme karşı, emperyalizme karşı, ortadoğu bölgesi başta olmak üzere, savaşı devam ettiren devrimciler, komünistler daha hala Lenin'in yol göstericiliğinde şiddetle ihtiyaç duyduklarını söyledi.

"Lenin'in özellikle dünya devrimci hareketine kattığı en temel konulardan birisi sınıftan bakış ve sınıf üstünden örgütlenme, sınıfsal örgütlenme. Buna bugün şiddetle ihtiyacımız var. Tabii ki Lenin, gerek Marksist-Leninist teori itibariyle, gerek örgütlenme ve mücadele anlayışı itibariyle ortaya koyduğu perspektifleri burada aktaracak veyahut da sözünü edecek değilim. Zaten biliniyor ve arkadaşlar da bunların üzerine değil de iniyorlar. Benim esas vurgulamak istediğim konu şudur. Bir bütün olarak Ortadoğu, Ortadoğu coğrafyasının tümü yeni bir devrimci başkaldırıya gebedir. Buna hazırlanmamız lazım. Ve hazırlanırken de Marx'tan, Lenin'den bugüne kadar bu savaşın, sınıf mücadelesinin rotasını çizmekte, bize her zaman yol göstericilik, rehberlik yapmış olan tüm devrimcilere ihtiyacımız var. Tüm düşünürlere, tüm geçmiş politik önderler ihtiyacımız var ama en fazla Lenin'e ihtiyacımız var" diyen Adaklı, Lenin'in emperyalizm üzerine ortaya koyduğu tahlillerin bugün her zamankinden çok daha canlı olarak karşımızda durduğunu vurguladı.

Sovyetler Birliği çözüldükten sonra ’92’den ‘97’ye kadar NATO'nun, emperyalist kapitalist sistemin temel merkezi savaş örgütü olarak, aynı zamanda politik örgütü olarak uzun yıllar, beş yıl boyunca belli tahliller, çalışmalar yaptığını amacın ise Sovyetler Birliği ve aynı zamanda Varşova Paktı çözüldükten sonra NATO'nun şimdi karşısındaki esas düşman kim olacağını belirlemek olduğunu söyleyen Adaklı, NATO'nun karşısındaki temel tehdidin, dünya çapında gelir dağılımı uçurumların derinleşmesi ile birlikte ve giderek halkların yoğunlaştığı yoksul ulaşmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni bir devrimci dalganın yol açacağı aşağıdan gelen halkların ayaklanması olduğu tespitini ortaya koyduklarını belirtti. NATO'nun Büyük Ortadoğu'yu tehdit olarak gördüğünü bu bölgenin Kafkaslarda Kuzey Asya'yı, Kuzey Afrika'yı da kapsadığını belirten Adaklı, ikincil alan olarak da Latin Amerika'yı işaret ettiklerini bu tehdit tespitinin ardından NATO'nun ilk olarak doğuya doğru harekat planlarını yapmaya başladığını söyledi.

Adaklı "Ortadoğu halkları uygarlıklar tarihinde çok eski zamanlardan beri kültürler, birikimler yaratmış, değerler yaratmış toplumlar. Bu toplumlar Mezopotamya ve Anadolu merkezinden başlayarak çevresine yayılarak giderek Mısır'a kadar, tabi ki Suriye akarsulara kadar ve tabii ki Çin'e kadar, Hind kadar genişleyen bir alanda uygarlıklar tarihinde çok önemli bir rol oynamıştır. Aynı zamanda İpek Yolu kültürüyle bütün bilgi birikimini paylaşmışlar. Aynı zamanda Haçlı seferlerine karşı savaşı toparlayan Selahaddin Eyyübi ruhuyla da aynı zamanda birleşik bir kavganın, dışarıdan gelecek bir savaşın, saldırının güçlenmesi ve bertaraf edilmesi konusunda halklar arasında iş birliği, toplumlar arasında dayanışma ve mücadele birliği konusunda bir birikim yaratmıştır. Dolayısıyla tarihten gelen bir birikimleri var, tecrübeleri var ve şimdi de yine aynı şekilde emperyalist kapitalist sistem Amerika'sında, Avrupa'sında, Batı'da Doğu'ya doğru büyük bir saldırı içerisinde. Bu saldırının amacı, dünya hegemonyasını devam ettirmek için Ortadoğu'da sağlam bir konum elde edebilmek. Ortadoğu'yu elde tutamazlar ise dünya çapında da hegemonyasını devam ettiremez" dedi.

Şimdi batının, NATO’nun, emperyalist sistemin kontrol altına alamadığı bölgelerdeki hegemonyasını devam ettirmeye çalışmak, pekiştirmek için Ortadoğu'ya yüklendiğini, son girilen Gazze'de Filistin halkına karşı girişilen katliam ve saldırı savaşın da bu, hegemonya mücadelesinin, bu hegemonya çabasının bir parçası olduğunu ifade eden Adaklı, "O savaş, Netanyahu'nun savaşı değil. Netanyahu sadece göstermelik bir maşa" dedi. NATO'nun Ortadoğu'da tekrardan askeri ve siyasi olarak kökleşmesi, yerleşmesi Gazze Savaşı'nın başladığını amacın ise Gazze değil, Ortadoğu'ya saldırı olduğunu söyleyen Adaklı, "Çünkü buralarda sınıf çelişkisi, ulusal çelişki, bütün siyasi çelişkiler, dünyadaki bütün çelişkilerin uzantısı bu alanda yoğunlaşıyor. Dolayısıyla Türkiye, Kürdistan merkezli ve Ortadoğu'ya yayılacak. Ortadoğu'nun pek çok alanında cevap bulacak bir yeni bir başkaldırı sürecinden son derece tedirgindir.

Bu başkaldırı sürecini baş kaldırmadan, başını ezme yöntemiyle, taktiğiyle halkları hazır olmadıkları ve haksız yere karşılaştıkları savaşlarla yoğurarak engellemeye çalışıyorlar. Ve aynı zamanda dünyanın geldiği evre, tarihin geldiği evre de zaten artık bütün halkların, aynı bölgede yaşayan bütün halkların ortak kaderinin, ortak mücadelesinin ön plana çıkması için gerekli bütün koşulları oluşturmuştur. Dolayısıyla sorunumuz şimdi Amerika ve Avrupa gibi emperyalist ülkelerin NATO'nun derin devleti Gölgeler Ordusu vasıtasıyla organize ettiği Ortadoğu'ya yönelik ve Asya'ya yönelik yeni bir saldırı savaşına karşı halkların birleşik mücadelesini yükseltmektir" dedi.

Barış Kaya ise “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Ve Lenin” konusuyla yer aldı. Barış Kaya sunumuna “Ezilen ulusların devrimci mücadelesi geçen yüzyılın en önemli gelişmelerinden biri oldu. Bugün de halen ulusal sorun dünya devriminin önemli bir bileşeni ve yakıcı bir sorun olarak duruyor. Yarım yüzyıldan daha uzun bir zamandır yeryüzünü kasıp kavuran devrimci ulusal kurtuluş mücadeleleri. Filistin, Bask, Sri Lanka ve Kürdistan… Proletaryanın toplumsal kurtuluş mücadelesi ve dünyanın ezen ve ezilen uluslar olarak bölünmesi devam ettikçe ulusal sorun canlılığını koruyacak ve tartışılmaya devam edecek.” diyerek başladı.

“Lenin’in ortaya koyduğu görüşler proletaryanın demokratik sorunlara yaklaşımın temelini oluşturuyor. Ölümünün 100. Yılında kesin olarak belirtmek gerekiyor ki ulusal sorun ancak Lenin’in Emperyalizm teorisi temel alınarak doğru bir şekilde anlaşılabilir. ‘Ulusal baskı, ulusal ayaklanmaya yol açar.’ diyen Kaya, Lenin’in bu belirlemesinin bugün de tüm canlılığıyla karşımızda durduğunu söyleyerek, Afrika’daki Fransız egemenliğinin sona erişini anımsattı.

Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın tam olarak “kendi geleceklerini kendileri belirlemeleri” anlamına geldiğini, ezilen uluslar adına, bu ulusların geleceğini başka bir ulusun tayin edemeyeceğini söyleyen Kaya, “Kendi kaderini tayin etmek” denen şeyin, “kesin olarak politik iktidar sorununu, sınırlar sorununu” da içerdiğini; Ve bu hakkın, zorunlu olarak bir ulusun, kendisine yabancı ulusal bütünlerden ayrılma hakkını ifade ettiğini vurguladı.

Barış Kaya “Leninist UKKTH ilkesi kayıtsız ve şartsız olarak ezilen ulusun ayrılıp bağımsız devlet kurma hakkını içerir. Bu ilkeyi şu veya bu şarta bağlayanlar, bu konuda Leninist düşünceye ihanet ediyorlar. Onlar ezilen ulusların, ulusal özgürlüklerini şarta bağlayarak, ulusal baskının devamı demek olan zoraki birliği savunuyorlar. Bunun yerine çeşitli öneriler sunmak (tam hak eşitliği, federasyon, ulusal özerklik vb.) bu ilkenin çiğnenmediği anlamına gelmiyor. Ayrılıp bağımsız devlet kurma hakkı, tamamen ezilen ulusun inisiyatifindedir. Hangi formuyla olursa olsun ister özerklik ister federatif, birleşmenin önkoşulu ayrılma hakkıdır. Ezen ulus gibi, ezilen ulus ta kendi geleceğini kendisi belirleme hakkına sahiptir. Ancak böyle olursa uluslar arasında ayrıcalıklar ortadan kalkabilir. Proletaryanın ve emekçi halkların gerçek enternasyonalist birliği ve mücadelesi ancak bu özgür temelde gerçekleşir. Ezilen ulus, bu sorunu tam demokrasi koşullarında, özgürce yapacağı referandumla çözüme kavuşturur.

UKKTH’yi böyle ele almak ezilen ulus milliyetçiliğini desteklemek midir? Kesinlikle hayır. Komünistler, milliyetçiliğin her türüne karşıdır ancak böyle bile olsa ezilen ulus milliyetçiliği ile ezen ulus milliyetçiliğini aynı kefeye koymak doğru değildir. Çünkü bu, ezilen ulus milliyetçiliğini doğuran tarihsel koşulları görmezden gelmek demektir. Tersinden Leninist UKKTH ilkesine “şerh” koymak, ezen ulusun burjuva milliyetçiliğine ve gericiliğine destek vermektir.” diyerek “Kürdistan Sorununa Leninist Yaklaşım”a değindi.

“Kürt Ulusal sorunu, Kürdistan sorunundan ayrı ele alınamaz, bu nedenle sorunun doğru tarifi ‘Kürdistan Sorunu’ olmalıdır. Çünkü Kürt Ulusal sorunu, bir sınır sorunudur, politik iktidar sorunudur.

Kürdistan dört parçaya bölünüp, dört devlet tarafından -Türkiye, Irak, İran ve Suriye- ilhak edilmiştir. Tıpkı İsrail’in Filistin’de yaptığı gibi, Kürdistan da bu devletler tarafından zorla parçalanıp kendi sınırlarına dahil edilmiştir. Kürt ulusu da bu dört devlet tarafından kendi iradesi dışında bölünmüş ve ezilen ulus konumuna getirilmiştir. İlhakçı devletler iradesi dışında sınırlarına dahil ettikleri Kürt halkının varlığını inkâr etmiş, dilini, kimliğini, kültürünü yok saymıştır.” diyen Kaya sunumunu şöyle bitirdi:

“Kürdistan sorunu, Kürt Ulusuna kendi kaderini tayin hakkının -ayrılıp bağımsız devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere- tanınmasıyla çözülecektir. Bugün gerek Kürt Ulusal Hareketinin gerekse küçük-burjuva sol çevrelerin gündeme getirdiği federasyon, özerklik, özyönetim Kürdistan sorununa çözüm olamaz. Tam tersi ayrılma hakkının koşulsuz tanınması dışındaki her öneri Kürt Ulusunun ezilen ulus konumunun sürmesi anlamına gelir. İşçi sınıfı, gerçek bir kurtuluş istiyorsa Kürt ulusunun ayrılma hakkını sonuna kadar savunmalıdır.”

II. Oturumun son konuğu ise Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden Dr. Meryem Abu-Dagga oldu. Geçtiğimiz aylarda Fransa’dan sınırdışı edildiği Mısır’da seyahatinin kısıtlı olması nedeniyle Meryem yoldaş, çektiği bir video ile sempozyumda yerini aldı.

“Biz sosyalist görüşe sahip olanlar olarak Karl Marx'ın teorisini ve fikirlerini benimsiyoruz. Biz uzun zamandır emperyalist olan ABD'yi ana düşman olarak görüyoruz. Temel yapı taşı siyonizm olan 14 milyon nüfuslu İsrail devleti, emperyalist ABD ve dünyadaki gerici güçleri bize düşman olarak belirledik.

Yoldaşlarımız ve dostlarımız, geçmişte Sovyetler Birliği’nin önderliğini de yapan Sosyalistler, dünyada Siyonizm’e ve emperyalizme karşı mücadele eden ve özgürlüğüne kavuşmak isteyen tüm güçlerdir.” diyerek dünyadaki tüm yoldaşlarına teşekkür eden Abu Dagga, “Onlar bizimle aynı savaşın içinde olduğumuzu bilsinler.” diyerek konuşmasına başladı.

“Filistin'deki Siyonist işgalin ön planda olduğu ve Amerika Birleşik Devletleri ile tüm dünya emperyalizmi Fransa, İngiltere, İtalya, Kanada ve daha birçok ülkenin desteğiyle uygulanan bu kirli savaştan sonra, diğer tarafta, Siyonist işgalin ve Siyonist düşünceyi, ırkçılığı, faşizmi ve Nazizm’i temsil eden küresel Siyonizm'in yanlışlığını, yalanlarını ve tehlikesini ortaya çıkarmaya başlayan Filistin halkını destekleyen gerçek ülkeler, Latin Amerika ülkeleri, dostlar, kurtuluş hareketleri ve halklar tasnif edilmiştir ve bunların hepsi Lenin'in sosyalist devrimde üzerinde durduğu güçlerdir. Sosyalist devrimin zaferi ancak işçiler, köylüler, emekçiler, tüm dünya halkları ve sömürgecilik altında yaşayan ve özgürleşmek isteyen ülkeler arasında birçok devrimci ulusal ittifakın başarılmasından sonra elde edildi ve aynı zamanda Arap halklarımızı ve bölge halklarını kurtuluşlarını tamamlamak için desteklediler.

Ne yazık ki sosyalist sistemin ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra ABD emperyalizmi tek hakim güç oldu. Amerikan, Fransız, İngiliz ve Alman donanmalarının Siyonist varlığı korumak için Filistin'e koştuğunu görüyoruz; çünkü Siyonist varlığın çöküşü, Amerika Birleşik Devletleri'nin Orta Doğu'daki çıkarlarını koruyan, Arap bölgesini de vuran ve kaynaklarını kontrol etmek için onu parçalayan işlevsel devletin ölümü demek.” diyen Abu-Dagga, “En büyük başarı, bu savaşın tüm dünyanın gerçek yüzünü göstermesidir” diye vurguladı.

Meryem yoldaş konuşmasını “Biz imkanlar dahilinde hayatı seven bir halkız. Toprağımızdan vazgeçmeyeceğiz! Yerinden edilmelere ve öldürmelere rağmen bayrağı düşürmeyeceğiz! Biz mücadele etme ve savaşı sürdürme hakkına sahip bir halkız.

Aynı zamanda diyoruz ki, mücadele, Filistin halkının topraklarıyla, devletinin kurulmasıyla ve bu işgalin sona ermesiyle sonlanacaktır. Çünkü onlarla savaşımız bir sınır savaşı değil, bir varoluş savaşıdır.

Marx ve Lenin'in fikirleri bize yol gösteriyor ve bizim pratiğimiz onların fikirleri yönündedir. Halkların dayanışması, yoksulların zenginlerle mücadelesi, halklara Siyonist emperyalizmin işgalleri karşısında özgürlük hakkı tanınması ve dolayısıyla halklar arası mücadele ve işbirliği onların fikirleri doğrultusunda önemlidir. Bu bizim yöntemimizin, düşüncemizin ve mücadelemizin ana taşıdır.

Sovyetler Birliği yıkılmasına rağmen sosyalizmin bütün başarılarını kutluyor selamlıyorum. Sosyalizm düşüncesi hep güçlü olacak.

Sosyalist, demokratik bir Filistin devlet kurulana kadar mücadele edeceğiz. Halkın da dayanışmasıyla din, ırk, renk ve cins ayrımı gözetmeksizin herkesin yaşayabileceği bir ülke kuracağız.

Emperyalizm her zaman bizim düşmanımızdır. Sosyalizm ise Arap halkının ve bütün dünya halklarının gelecekte inşa edeceği bir sistemdir. Lenin'i, bütün dünya sosyalistlerini ve yoldaşlarımı selamlıyorum.” diyerek bitirdi.

Moderatörlüğünü Çiğdem Yıldırım’ın yaptığı III. Oturum, işçilere ait idi. Oturum öncesinde Yılmaz Ekşi, Mücadele Birliği yazarlarından Vefa Serdar’ın “Ekim Devrimi: Düşü Gerçeğe Çevirmek” başlıklı yazısının sunumuyla başladı. Ve Vefa’nın bir çocuk arkadaşının ebeveyninin yaptığı Vefa portresi de burada hediye edildi.

Yılmaz Ekşi Vefa Serdar’ın satırları ile “Bugün birileri Marksizmden bahsederken Leninizmden de bahsetmek zorundaysa, bunda onun yazdığı devasa eserlerinin yanı sıra en büyük yapıtı olan Ekim Devrimi’nin ağırlığı vardır.

Şunun da altının kalın çizgilerle çizilmesi gerekiyor: Şüphesiz Ekim Devrimi sadece Lenin’in ve Bolşeviklerin düşüncesi ve faaliyetleriyle, tezcanlılığıyla izah edilemez; ama onlarsız da izah edilemez. Bir büyük düşün gerçekliğe dönüşmesi için onların tarih sahnesine çıkması gerekiyordu. Çıktılar ve tarihe kıpkızıl bir şerit çektiler. Onu oradan almaya ya da izlerini silmeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Gelecek, düş kurmaya devam eden; düşünü gerçekleştirmek için var gücüyle çalışan; hem teorik hem de pratik olarak, o kızıl şeridi takip edenlerin ellerinde şekillenecektir.” dedi.

Bu son oturumun gündemi “İşçi Sınıfının Uzlaşmaz Mücadelesi Ve Lenin” oldu. Sağlık Emekçisi Ülkü Şeyda, Bağımsız Maden İş Örgütlenme Uzmanı Başaran Aksu ve KATAŞ-SEN Genel Başkanı Şahin Başaraner ard arda söz alarak örgütlenmenin önemini, günümüzde işçi sınıfının örgütünün nasıl olması gerektiğini, örgütlenmede yaşanan sorunları örnekleri ve önerileriyle ard arda söz alarak anlattılar.

Sempozyumun ilk günü marşlarla ve sahnede toplu fotoğraf çekimi ile sonlanırken, her oturum sonunda da konuşmacılara sertifika ve birer “Lenin Yüzyılı” hatırası verildi.