< < Türkiye Göçmenler İçin Neden Üçüncü Güvenli Ülke Kabul Edilemez?

Almanya’da yerleşik, kar amacı gütmeyen bir insani hakları örgütü olan Medico International tarafından hazırlanan bu uzman görüşü, 2022 yılının Temmuz ayında Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), Avrupa Demokratik Avukatlar (EDL) ve Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Avrupa Demokratik Avukatlar Derneği tarafından hazırlanıp Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) sunulan üçüncü taraf görüşüne dayanmaktadır.

İlgili görüş AİHM’de görülmekte olan ve Yunanistan’ın geri ittiği göçmenlerin başvurucu olduğu çok sayıda dosyaya sunulmuş olup Türkiye’nin göçmenler için neden üçüncü güvenli ülke olarak kabul edilemeyeceğini güncel gelişmeler ve hukuki argümanlarla ortaya koymaktadır.

Bu rapor ise ilgili görüş ile aynı amaç doğrultusunda daha geniş bir araştırma ile hazırlanmıştır. Uzman görüşünde Eylül 2021 ile Haziran 2023 tarihleri arasında Türkiye’den avukatlar, STK’ler, gazeteciler ve araştırmacılarla yapılan 38 mülakatın çıktıları yer almaktadır. Ayrıca araştırmada ilgili tarihler arasında göçmenler ve Türkiye’nin göç politikasına dair kamuya açık şekilde yayınlanan raporlar, basında yer alan haberler, göçmenlerle yapılan görüşmeler, uzman görüşleri ile alanda çalışan hak savunucularının tecrübeleri ve dava deneyimlerinden de geniş biçimde yararlanılmıştır.

Çağdaş Hukukçular Derneği, ÖHD ile ELDH’nin dayanışma ve işbirliğine dayanan ve Medico İnternational’in öncülüğünde ortaya çıkan bu uzman görüşünü, büyük bir göçmen mezarlığına dönen Ege ve Akdeniz’de yaşam mücadelesi veren göçmenlerin mücadelesine katkı sağlaması ve Avrupa Kalesi ile onun para karşılığında gardiyanlığını yapan rejimlerin iki yüzlü politikalarının daha net görülmesi amaçlarıyla kamuoyu ile paylaştı.

“Sınırsız ve sınıfsız bir dünya istiyoruz. Bu dünyayı kurana kadar da mücadeleye devam edeceğiz! Dayanışmayla” diyen hukuk örgütlerinin verilerine dayanılarak Medico International tarafından hazırlanan uzman raporu şöyle:


Hangi Güvenlikten Bahsediyorsunuz?

Medico International tarafından hazırlanan uzman raporuna göre Türkiye neden "güvenli bir üçüncü ülke" olarak değerlendirilemiyor?

'Güvenli üçüncü ülke' kavramının genişletilmesi ve dolayısıyla bu kavramın genişletilmiş uygulaması, Avrupa Birliği'nin (AB) 'Yeni Göç ve İltica Paktı'nın ve Ortak Avrupa İltica Sistemi reformunun önemli bir parçasıdır (CEAS). Uygulamada, bir devletin 'güvenli üçüncü ülke' olarak belirlenmesi, bu sözde güvenli üçüncü ülkeden geçen kişilerin sığınma başvurularının resmi olarak kabul edilemez olarak sınıflandırılmasını mümkün kılmaktadır. Yani sığınma başvurularınız içerik açısından incelenmiyor bile. Ancak mültecilerin Avrupa sığınma sistemine erişimini engellemek için üçüncü bir ülkeyi 'güvenli' olarak sınıflandırmak yeni değil.

2016 AB-Türkiye Deklarasyonu, AB İltica Prosedürleri Direktifi'nin 38. Maddesi anlamında Türkiye'nin 'güvenli üçüncü ülke' olduğu varsayımına dayanıyordu. Bu durum mültecilerin Yunanistan'ın Ege adalarından birine ulaştıktan sonra Türkiye'ye sınır dışı edilmelerinin yolunu açtı. O zaman ve şimdi bu sınıflandırma siyasi bir karardı ve mültecilerin yaşadıkları deneyimlere dayanarak yerel koşulların değerlendirilmesinin sonucu değildi. Aksine, AB-Türkiye Deklarasyonu'nun müzakere edildiği dönemde sivil toplum kuruluşları Türkiye'nin 'güvenli' olarak sınıflandırılmasını eleştirmiş ve Suriye'ye toplu sınır dışı etme gibi ciddi insan hakları ihlallerini belgelemişti. Bu rapor, Türkiye'deki mültecilerin durumunun o tarihten bu yana nasıl kötüleşmeye devam ettiğini gösteriyor.

Hangi güvenlikten bahsediyorlar?

Raporun ilk bölümünde 'güvenli üçüncü ülke' kavramı açıklanmakta ve bunun günümüz AB göç politikasındaki uygulamasının pratik önemi ortaya konulmaktadır (I.). Aşağıdaki bölüm Türkiye'deki yasal çerçeveyi sunmaktadır (II.): Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Mülteci Sözleşmesini (GFK) onaylamış olmasına rağmen, hâlâ coğrafi kısıtlamalarına uymakta ve dolayısıyla Avrupalı olmayan tüm sığınmacıları etkin bir şekilde GRP tarafından yapılan mülteci korumasının dışında tutmaktadır. (II.1.). Buna göre, Avrupa dışındaki ülkelerden gelen sığınmacılar, Türkiye'de yalnızca Türk hukuku kapsamında uluslararası korumaya veya iç mevzuat çerçevesinde diğer ikamet izinlerinden birine başvurabilirler (II.2.).

Türkiye'de spesifik olarak aşağıdaki 'koruma' biçimleri mevcuttur: birincisi, Suriye vatandaşları için geçici koruma statüsü (II.2.a. & II.3.a.); ikincisi, 'şartlı mülteci statüsü' ve ikincil koruma statüsü (II.2.b & II.3.b.); ve üçüncüsü, genel göç mevzuatına dayalı bir oturma izni. Ancak bu tür ikamet izinleri hukuken 'koruma statüsü' olarak değerlendirilemez (II.2.c.). Ayrıca ne Türk hukukundaki uluslararası koruma ne de göç hukukundaki oturma izinleri GRP'ye göre verilmesi gereken korumayla örtüşmemektedir.

Ayrıca, örneğin işkence mağdurları, cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet (SGBV) mağdurları veya LGBTQIA+'ların özel koruma ihtiyaçları ve kabul koşullarına ilişkin özel gereklilikler yeterince dikkate alınmamaktadır (II.3.c.). Belirli mülteci gruplarına yönelik ilgili yetersizlikler, belirli durumlarda uluslararası hukukta yer alan ayrımcılık karşıtı normları ihlal edebilir ve aşırı durumlarda, bir kişinin yaşamına veya özgürlüğüne ve dolayısıyla Madde 38 Paragraf 1 Mektubuna yönelik bir tehdit oluşturabilir.

Bu rapor için görüşülen tüm kişiler arasında, kayıtlara sınırlı erişimin, Türkiye'de koruma statüsü elde etmenin önündeki en önemli engel olduğu vurgulanmıştır (III.). 2018 yılında, bölgesel göç idaresi (daha sonra İGİM, şimdi ise PPMM) dokuz ilde özellikle hassas vakalar haricinde yeni gelen Suriyelilerin kaydını fiilen durdurdu. Mültecilerin nüfusun nispeten yüksek bir kısmını oluşturduğu İstanbul gibi büyük şehirler ve diğer iller etkilendi.

O tarihten bu yana, yeni geçici ve uluslararası koruma başvuru kayıtlarına “kapanan” il ve mahallelerin sayısı artmaya devam etti. Şubat 2022'de 16 ilde kayıtların artık kabul edilmeyeceği açıklandı. Ayrıca, Mayıs 2022'den itibaren, mültecilerin her ilçedeki toplam nüfus içindeki oranı yasal olarak %25 ile sınırlandırıldı; bunun sonucunda, geçici koruma, uluslararası koruma statüsüne sahip yabancı uyrukluların çoğu için 781 ilçeye taşınarak kayıt veya yeni kayıt mümkün olmuyor; koruma veya oturma izni kapatıldı.

1 Temmuz 2022'den bu yana mültecilerin toplam nüfusa oranının %20'yi geçmemesi gerekiyor, bu da 'kapalı' mahalle sayısının 1.169'a çıktığı anlamına geliyor. STK'lar ve hukukçulara göre 'resmi olarak kapatılmayan' illerde bile yeni başvuruların kaydedilmesinde sorunlar yaşanıyor. Bir şehir veya ilin 'kayıt durumu' hakkında sürekli güncellenen bilgiler de kamuya açık değildir. Bu ortamda, başvuru sahipleri, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün “vahşi kaz kovalamacası”[1] olarak tanımladığı bir süreçte, uluslararası koruma başvurularını kaydetmeye istekli bir kurum bulma umuduyla bir bölgesel göç bürosundan diğerine gönderilecekti.

Haziran 2022'den bu yana, geçici koruma başvurularının Suriye-Türkiye sınırındaki 'Geçici Barınma Kamplarından' birine yapılması gerekiyor. Ancak bu raporun yazıldığı dönemde Suriye vatandaşlarının yeni başvuruda bulunması fiilen imkansız hale gelmişti. Bu çerçevede, bu durumda 38. Maddenin 1. Fıkrasının gereklerinin karşılanması gerekmektedir. e İltica Prosedürü Direktifi - ve dolayısıyla 'güvenli üçüncü ülke' tanımı - yine yerine getirilmeyen olarak sınıflandırılabilir.

Türkiye'de geçici veya uluslararası koruma başvurusunu kayıt altına alamayan mülteciler aynı zamanda diğer haklardan yararlanamamakta ve sosyal hizmetlerden yararlanamamaktadır. Başvuru sahipleri için koruma statüsü veya kimlik belgesi almayı başaranlar teorik olarak eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim hakkına ve çalışma iznine başvurma olanağına sahiptir (IV.).

Ancak uygulamada bu hakların kullanılması son derece zordur. Güvencesiz yaşam koşulları çoğu zaman insanları ikamet ettikleri ili terk etmeye ve geçimini sağlamak için daha büyük şehirlere taşınmaya zorluyor. Ancak atandığı şehri terk eden herkes, statüsüyle bağlantılı tüm sosyal hak ve yetkilere erişimini kaybeder.

Bu rapor, Türkiye'deki mültecilerin çoğunlukla felaket koşulları altında tam bir yoksulluk içinde yaşamak zorunda kaldıklarını gösteriyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), içtihadında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 3. maddesi kapsamındaki geri göndermeme şartından kaynaklanan yükümlülüklerin, bir sözleşmeci devletin bir kişiyi geri göndermesini yasaklayabileceğini belirtmiştir. Bir ülkede, eğer bu kişi kabul edilme koşullarına sahipse, orada insanlık dışı ya da aşağılayıcı sayılabilecek durumlara maruz kalacaktır. Ayrıca belirli bir grup insanın sosyal hak ve hizmetlere erişimden dışlanması ve yeterli kabul koşullarının sağlanmaması da ayrımcılık teşkil edebilir ve bu durum insan hakları yükümlülüklerini ihlal eder.

Aynı zamanda Türk siyasetinde artan ırkçı ajitasyon, defalarca fiziksel şiddete dönüşen yabancı düşmanlığı havasının yayılmasına da yol açıyor. Genel olarak bu, birçok mültecinin artık kendini güvende hissetmediği bir ortam yarattı (IV.5.). Ayrıca, Türkiye'de bir mülteci olarak sözlü veya fiziksel ırkçı şiddetin hedefi haline gelme riski, İltica Prosedürü Direktifi'nin 38. Maddenin 1. Fıkrası ile potansiyel olarak çelişmektedir.

Yukarıda belirtilen geri göndermeme şartı aynı zamanda Türk mevzuatında da yer almaktadır. Bununla birlikte, Türkiye'de koruma statüsü verilmesi, geri göndermeye karşı mutlaka etkili bir koruma anlamına gelmemektedir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, geçici veya uluslararası koruma statüsüne sahip olan ya da göç hukuku kapsamında oturma iznine sahip olan kişiler, oturma izninin keyfi olarak iptal edilmesi riskiyle her zaman karşı karşıyadır (II.4. & V.1.). Uygulamada bu, ilgili kişilerin, menşe ülkedeki bireysel riskler veya Türkiye'de kalış süreleri de dahil olmak üzere, kişisel durumları önceden dikkate alınmaksızın, gerçek bir sınır dışı edilme riskine maruz kaldıkları anlamına gelir (VI.3.).

İkinci olarak, Türkiye, Avrupalı olmayan vatandaşları sınır dışı etmek için (örneğin Suriye'ye) rutin olarak zorla 'gönüllü geri dönüş' araçlarını kullanıyor. İlgili kişinin ilgili muvafakat beyanındaki imzası ya sahtekarlık yoluyla ya da zorla elde edilir (VI.2.). Temmuz 2022'de AİHM Akkad v. Türkiye, insanları Suriye'ye 'gönüllü olarak dönmeye' teşvik etmek için zorlayıcı tedbirler kullandığını etkili bir şekilde kabul etmiş, aynı zamanda Türk yetkililerin bu uygulama yoluyla başvuranın bireysel insan haklarını çeşitli açılardan ihlal ettiğini kaydetmiştir.

Üçüncüsü, koruma arayanlar Türk güvenlik güçleri tarafından sistematik olarak kara sınırlarından Suriye ve İran'a geri itiliyor (VI.1.). Mayıs 2015'ten bu yana -dolayısıyla AB-Türkiye deklarasyonu sonuçlanmadan önce- Türk hükümeti “Suriye'ye yönelik açık kapı politikasından”[2] vazgeçti ve o zamandan bu yana, diğer şeylerin yanı sıra, kısmen AB tarafından finanse edilen bir sınır aracılığıyla bu sınırı genişletmeye çalıştı. AB Sınır duvarı kapatılacak. Türkiye'nin Suriyelileri savaştan zarar görmüş Suriye'ye zorla geri ittiğine dair ilk raporlar Kasım 2015 gibi erken bir tarihte ortaya çıktı. Ağustos 2022 ve Kasım 2022'de Uluslararası Af Örgütü[3] ve İnsan Hakları İzleme Örgütü[4], Afgan vatandaşlarına yönelik sistematik ve aşırı şiddet içeren geri itmelere ilişkin ayrıntılı raporlar yayınladı. Bu raporlar, Türkiye'nin mültecilere etkili koruma sağlamadığını ve bu nedenle Madde 38 Paragraf 1 Bent uyarınca 'güvenli üçüncü ülke' şartlarını karşıladığını doğrulamaktadır. İltica Prosedürleri Direktifi'nin c, d ve e'si karşılanmamaktadır.

Olası sınır dışı edilmeden önce mülteciler genellikle hapsedilir (V.), bazen de insanlık dışı ve aşağılayıcı hapishane koşulları altında tutulur (V.2.). Her ne kadar Türk hukuku hem sınır dışı edilmeye hem de gözaltına alınmaya karşı hukuki çözüm yolları sağlasa da, avukatlara ve STK'lara göre, etkilenenlerin çoğu zaman yasal temsile erişimleri yok, bu nedenle gözaltı sırasında bu usuli hakların kullanılması çok daha zor (V.3.) – uygulamada çoğu mahkum, yasal temsilden yoksun kaldı.

Belirli engeller arasında mevcut haklar hakkında yetersiz bilgi, iletişim araçlarına erişimin sınırlı veya eksik olması, son teslim tarihlerinin kısa olması veya gözaltı merkezleri arasında sık sık yapılan nakiller gibi sistemsel eksiklikler yer alıyor. Mültecilerin cezaevinden yasal temsilci atamaya çalıştıklarında ortaya çıkan bu sistematik engeller, sonuçta etkilenenlerin özgürlüklerine yönelik potansiyel bir tehditle karşı karşıya kalmasına ve aynı zamanda İltica Prosedürü Direktifi'nin 38. Madde 1. Fıkrasının bendi olduğu varsayımına yol açmaktadır.

Raporun son bölümünde ise Şubat 2023 başında yaşanan yıkıcı depremlerin ardından mültecilerin durumunun nasıl geliştiği sorusu ele alınıyor (VII.). Toplamda 50.000'den fazla insan hayatını kaybetmiş ve mülteciler dahil tahminen 2,7 milyon insan hayatını kaybetmişti. Türkiye'den sınır dışı edildi. Depremlerle bağlantılı olarak “göçmenlerin yaşam koşulları kötüleşti” ve ortaya çıkan “ırkçılık şiddetli saldırılara yol açtı.”[5] Ayrıca Suriyeliler -en azından başlangıçta- yardım dağıtımlarının dışında tutuldu ve acil durum barınaklarına erişimde zorluk yaşadılar. Belirli bir grup insanın acil yardıma erişimden ayrımcı bir şekilde dışlanması, uluslararası hukuku ihlal eden bir ayrımcılık teşkil edebilir.


Türkiye 'Güvenli Üçüncü Ülke' Kriterlerini Karşılamıyor

Özetle bu rapor, Türkiye'nin, ne İltica Prosedürleri Direktifi'nin mevcut 38. Maddesi ne de planlanan CEAS reformu (I.) kapsamında 'güvenli üçüncü ülke' kriterlerini karşılamadığını, çünkü Türkiye'nin yabancılara izin vermediğini belirtmektedir. Avrupalı koruma arayanlar, etkili koruma (VIII.). AİHM, içtihadında, sığınmacıların, doğrudan bu üçüncü ülkede veya dolaylı olarak, örneğin zincirleme sınır dışı etme yoluyla, sınır dışı edilme yoluyla AİHS'nin 3. Maddesini ihlal etme riskine maruz bırakılmaması gerektiğini doğrulamıştır. Dolayısıyla, sınır dışı etme sonrasında böyle bir muamelenin AİHS'nin 3. maddesini ihlal etme riskinin olabileceğine inanmak için nedenler varsa AİHM, ilgili kişiyi bu riske maruz bırakmama ve dolayısıyla sınır dışı etmeme yükümlülüğünü teyit etmiştir. Bu aynı zamanda, AİHS'nin 3. maddesinin ihlali tehdidini incelerken, mültecilerin varış ülkesindeki genel kabul koşullarının yanı sıra ilgili kişinin bireysel durumunun da dikkate alınması yükümlülüğünü de içermektedir. Bu görevin, AB-Türkiye Deklarasyonu da dahil olmak üzere belirli bir ülkeyi 'güvenli' olarak belirleyen herhangi bir siyasi anlaşmaya bakılmaksızın geçerli olduğunun altı çizilmelidir.

Türkiye'nin 'güvenli' olduğu iddiası ile mültecilerin sahada yaşadıkları deneyimler arasındaki bariz çelişki tek bir sonuca varılmasına olanak sağlıyor: Türkiye'nin 'güvenli üçüncü ülke' olarak sınıflandırılması siyasi hesaplardan kaynaklanıyor ve hukuki kriterleri karşılamıyor. Türkiye örneği, 'güvenli üçüncü ülke' kavramının genişletilmiş uygulamasının, sığınma hakkının tamamen erozyona uğramasından başka bir risk teşkil etmediğini göstermektedir.


[1] İnsan Hakları İzleme Örgütü (2022), “Afganların Türkiye'den Geri İtilmesi ve Sınırdışı Edilmesi”, s. 61.

[2] İlker Ataç, Gerda Heck, Sabine Hess, Zeynep Kaşlı, Philipp Ratfisch, Cavidan Soykan, Bediz Yılmaz (2017), 'İtiraz Edilen B/Siparişler. Türkiye'nin Değişen Göç Rejimi Bir Giriş', s.13.

[3] Uluslararası Af Örgütü (2022), "Afganistan: 'Bize insan gibi davranmıyorlar': Afganların Türkiye ve İran'dan yasa dışı ülkelerine geri gönderilmesi."

[4] İnsan Hakları İzleme Örgütü (2022), “Afganların Türkiye'den Geri İtilmesi ve Sınırdışı Edilmesi.”

[5] ELDH, ÖHD, ÇHD ve ark. (2023), "2016 AB-Türkiye Bildirisinin 7. Yıldönümü"; Deniz Sert, Didem Danış, Eda Sevinin (2023), 'Durum Değerlendirme Raporu: Göç ve Deprem', Göç Araştırmaları Derneği (GAR), Friedrich Ebert Stiftung, s. 13; TİHV (2023), "Antep, Maraş, Hatay ve Malatya Merkezli, 6-27 Şubat 2023 Depremleri Sonrası İnsan Hakları İhlalleri Raporu".


Raporun tamamı için tıklayınız