Boğaziçi’nde başlayan ve birçok kente yayılan üniversiteli gençliğin isyanı her yerde etkisini sürdürmeye devam ediyor.

Onca çelişkinin üst üste biriktiği, toplumsal sorunların giderek katmerlendiği, gençliğin payına geleceksizlik, işsizlik, intiharlar ve baskılardan başka bir şeyin düşmediği Türkiye ve Kürdistan’da, gençlik patlamaya hazır bir volkanı andırır durumda. En son Boğaziçi ile başlayan ve her yere sıçrayan eylemler gençlikteki isyancı ruh halinin ve harekete geçme isteğinin göstergesidir.

Dinci faşizme ve düzenin bütün kurumlarına karşı toplumsal öfkenin bu kadar yoğun olduğu yaşadığımız topraklarda, sermaye sınıfı ve onun devleti küçük bir eylemin bile neler ortaya çıkarabileceğini gördü ve hemen harekete geçti. Boğaziçi eylemlerinin başladığı aynı gün eyleme saldırdığı gibi, devam eden günlerde de ev baskınları, tehditler, işkenceler, çıplak arama dayatmaları ile gençliğin geniş kesimlerini korkutmak, gençliğe bir gözdağı vermek istedi.

Öğrencilerin evlerinin kapılarının, hatta duvarlarının kırıldığı alaca karanlık baskınlarında, ters kelepçe işkencesi, çıplak arama dayatması, kaba dayak işkencesi faşizmin ayakta kalabilmek için yoğun olarak sürdürdüğü savaşın pratik sonuçlarıydı elbette. Yoğun polis operasyonlarının sürdüğü, insanların helikopterlerden atıldığı, her gün onlarca gözaltının tutuklamanın, soruşturmanın devam ettiği, işkencenin alenileşip herkese uygulanır hale geldiği bir dönemdeyiz.

Düşmanın bu kadar saldırganlaştığı böylesi bir ortamda zaferi isteyen emekçi sınıflar ve onların devrimci öncüleri ile karşı-devrim arasında aynı zamanda iradelerin çarpıştığı çok sert bir kapışma da sürüyor. Devletin en tepesindekilerin toplumun tüm kesimlerini tehdit ettiği ve faşizmin son kanlı savaşa hazırlandığı böylesi bir ortamda Boğaziçi’ndeki eylemlere katılan devrimci-demokrat öğrencilere yönelik saldırı münferit veya olağandışı değil. Toplumsal devrim güçlerine yönelik süren bu savaşta en başta gençliği yıldırmak, susturmak, korkutmak istiyorlar. Bu yüzden basın açıklamasına katılanlar bile evden alınabiliyor artık.

Boğaziçi eylemlerine katılıp gözaltına alınanlardan biri de bendim. Eylemden iki gün sonra, evimiz özel harekatçılar, TEM ve Güvenlik Şube polisleri tarafından basıldı. Eve girer girmez kafamıza silah doğrultup ters kelepçe ile yere yatırılmam bile, irade savaşının o andan başladığını gösteriyordu. Kimlik tespiti yaptıktan sonra gözaltına alınan devrimciyi psikolojik olarak yıpratmak için sohbet etme, laf atma, evin içinde sigara içerek, soruşturmayla alakası olmayan sorular sorarak beni ve ev arkadaşlarımı yıpratmaya çalışıyorlardı. Düşmanla daha önce birçok defa yüz yüze geldiğim ve ne yapılması gerektiğini bildiğim için, düşmanın sorduğu gereksiz sorulara hiçbir şekilde cevap vermedim, birebir konuşmaya veya herhangi bir laf dalaşına girmedim. Bu doğru tutum, düşmanın her zaman en çok zoruna giden şey olmuştur.

Gözaltılarda, sorgularda düşman en başta gözaltına alınan devrimciyi yıpratmak için onu tehdit eder, şiddet uygular, çıplak arama dayatır, birebir sohbet etmeye çalışır, mülakat adı altında sorgulamaya çalışır vs... Aslolan, gözaltının başladığı andan itibaren kendimize ve bilincimize güvenmek ve korkmamak, paniklememektir. Ayrıca gözaltılar sırasında, birçok bedel ödenerek kazanılan haklarımızın olduğunu da bilmeliyiz. Polisin verdiği hiçbir kağıda imza atmama yani imzadan imtina etme, ev baskını sırasında arama ve yakalama kararını görme, avukata haber verme, gözaltındayken avukatla görüşme, polis sorgusunda susma hakkını kullanma vs. Faşizme karşı devrimcilerin uzun yıllar boyunca yürüttüğü devrimci mücadelenin bize öğrettiklerinden biri de, düşmanın verdiği yemeği politik tutum olarak kabul etmeyip açlık grevi yapmaktır, bunu yapmamız bize işkence yapan, baskı uygulayan düşmanın “iyi niyetli davranışlarla” bizi iradi olarak zayıflatma hamlelerini boşa düşürmeye yarayacaktır. Uzun süreli gözaltılarda açlık grevine kişinin dayanamayacağını düşünenler varsa, kesinlikle yanılıyor. Devrime gerçekten inanan, iradi olarak çelikleşmiş, ne yaptığının bilincinde bir devrimci her türlü zorluğa göğüs gelebilir. Elbette zorlanabiliriz, ama 3 gün bir şey yemememe rağmen herhangi bir şey hissetmedim. Daha uzun sürelerde de dayanacak gücü kendimizde buluruz, bulmalıyız. Ayrıca muayene için hastaneye götürüldüğümüzde polisin muayene odasına girmesine izin vermemeli, ters kelepçe takılmışsa, darp edilmişsek bunu kesimlikle rapora girmesini doktora söylemeliyiz.

Konumuza dönecek olursak, ev baskınından sonra hastane ve oradan emniyete kadar olan süre zarfında polis sürekli ama sürekli bir şeyler sormaya, sohbet etmeye çalıştı, ama ben hiç cevap vermeyince en sonunda bundan vazgeçmek zorunda kaldı. Gözaltına alındığınızda kemerinizi ve ayakkabı bağcıklarınızı vermenizi isterler, hatta uygulamada varmış gibi gösterip, çıplak arama da dayatırlar. İrademizi kırdırmamak için düşmana ne kemerimizi ne de bağcıklarımızı vermeli ne de çıplak arama yapmasına izin vermeliyiz. Bırakın bağcığınızı, kemerinizi kessinler ama onların önünde eğilmemiş olursunuz; çıplak arama insan onurunu ayaklar altına alan, aşağılık bir saldırıdır.

Ben gözaltı sürecinde çıplak arama dayatmasını kabul etmedim, darp edildim, ama irademi kırdırmadığım, bunu kabul etmediğim için bundan güçlü çıktım. Çıplak arama dayatmasını bir şekilde kabul edenlerin psikolojik olarak ciddi travmalar yaşadığı, daha önce haberlere yansıdığından; darp edilecek olsak bile bunu asla kabul etmemeliyiz, slogan atmalı, buna karşı koymalıyız. Devrimci irademizi teslim alamayacaklarını her yerde onların yüzüne baka baka haykırmalıyız.

Ayrıca gözaltı boyunca polis mülakat adı altında ajanlık dayatmasında bulunabilir, sizi sorgulamak isteyebilir, buna kesinlikle kağıt üstünde hakları yok, ama hukuk denen şeyin faşizmin elinde bir araç olduğunu düşündüğümüzde her zamanki gibi kendi bilincimize güvenmek, böyle bir haklarının olmadığını yinelemek ve bunu kabul etmemek doğrusu olacaktır.

Örneğin gözaltına alındığımda nezarete girerken, polis bana sürekli yüzümü duvara dönmemi, bir suçluymuş gibi kafamı yere eğmemi istedi, bunu hiçbir şekilde kabul etmediğimde etrafımdaki insanlara, diğer gözaltına alınan arkadaşlarıma da cesaret verdiğimi gördüm. İrademizi hiçbir şekilde kırdırmamalıyız. Cesaret, kendimize ve devrime olan inancımız emin olun tüm bu saldırıları boşa düşürmeye yetecektir. Bir arkadaşımıza işkence mi yapıyorlar, slogan atmalı, kapı dövmeli, ters kelepçeye her zaman karşı çıkmalıyız, slogan atmamız onları her zaman rahatsız edecektir çünkü.

Sonuç olarak, faşizmin sistematik hale gelen bu saldırıları karşısında devrime olan inancımız, kolektifimize olan güvenimiz ve irademizin sağlamlığı, yaptığımızın bilincinde olmamız her türlü saldırıyı, baskıyı boşa düşürecek yegane güçtür. Korkmamalıyız, asıl kendilerini güçlü zannedenler devrimden, bizim örgütlenmemizden, mücadele etmemizden, boyun eğmememizden korkuyorlar. Korksunlar, korkuları gerçek olacak! Dirençle…

İstanbul’dan Bir DÖB’lü