Üniversiteler tarihte her zaman gençliğin aydın kesimlerinin bir araya geldiği ve toplumsal sorunların yoğun bir şekilde gündeme alındığı, tartışıldığı alanlar olması itibariyle neredeyse her zaman demokrasi mücadelesinin yoğunlaştığı yerler olarak da ön plana çıkmıştır. Aynı zamanda, dönem dönem bu mücadelede niteliksel sıçramalar yaşandığı ve mücadelenin devrimci amaçlara ve biçimlere büründüğü görülmüştür. Bu nedenle üniversiteler tarih boyunca faşist devletin de gündeminde olmuş, devletin baskı ve saldırı araçlarından nasibini sık sık almıştır.

Devlet baskısını sadece kendi baskı ve saldırı araçlarını doğrudan kullanarak değil, aynı zamanda sivil çeteleri destekleyip örgütleyerek de sürdürmüştür ve günümüzde de bu baskı ve saldırılar polis destekli sivil çetelerle yürütülmeye ve üniversitelerin aykırı yanları törpülenmeye, üniversite öğrencilerindeki özgürlük ve demokrasi özlemi korku, şiddet ve terörle bastırılmaya çalışılmaktadır. Son zamanlarda Ankara’da da sık sık bu saldırılar gündeme gelmeye başlamış ve demokratik, aydın, devrimci üniversite öğrencilerle faşist çeteler arasındaki gerilim artmıştır.

Bu artışın temelinde yatan sebep ekonomik krizin ve geleceksizleşmenin had safhaya ulaştığı bu siyasi ve ekonomik kriz döneminde öğrenci gençliğin devrim saflarına kaymasının önüne geçilmesi için rıza üretme mekanizmasının tamamen işlevsiz hale gelmesidir. Artık baskılarla ve ideolojik mücadele yoluyla kafasını kuma gömerek okulunu okuyan, tek çekincesi kariyerini güvence altına almak olan öğrenci gençlik kitlelerine rastlamak, eskisine nazaran çok daha zor ve burjuvazi de bunun farkında. Gelin Ankara’nın iki köklü üniversitesinde son dönemlerde yaşanan olaylara bir göz atalım.

 

ODTÜ:

ODTÜ, 60’lı yılların sonlarından itibaren devrimci mücadelenin tarihinde kendisine yer edinmeye başlamış ve o dönemden beri devrim ve sosyalizm mücadelesi tarihinin bir parçası olmuş bir üniversite… Öyle ki çok nitelikli bir eğitim-öğretim kurumu olmasına rağmen, ODTÜ’nün mücadele alanındaki ünü akademik ününün önüne geçmiştir. Bu özellikleri nedeniyle de faşizmin her zaman gündeminde olmuş ve baskının ve saldırıların en sistematik halde yürütüldüğü üniversite olmuştur.

Son zamanlarda yaşanılanlar da bütün bunlardan bağımsız değil. 2010’lu yılların başlarından itibaren ODTÜ’de örgütlülüğün güçlenmesiyle sivil faşistler neredeyse susturulmuş ve etkisiz hale getirilmişti. Gezi’yle beraber de ODTÜ’de ilerici kesim okuldaki neredeyse tüm alanları doldurarak ciddi bir üstünlük sağlamıştı. Okulda açıktan faşist provokasyon yapmaya cesaret edebilecek hiçbir müessese kalmamıştı. Ancak 2015 yılına gelindiğinde IŞİD’e eleman göndermesiyle gündeme gelen Mescid Topluluğu adı altında dinci-faşist bir çete ile provokasyonlar başlamış, ancak ilerleyen yıllarda ODTÜ’de dinci faşizmin alanının çok dar olduğunun fark edilmesiyle bu macera çok uzun sürmemişti.

2016 yılında başlayan şehit ve vatan edebiyatı altındaki bayrak yürüyüşü girişimleri ile provokasyonun dincilik vurgusu azaltılmış ve vatanseverlik ve milliyetçilik ön plana çıkarılmaya başlanmıştı. 2016’dan 2019’a kadar her sene bir kere mutlaka bir yürüyüş girişiminde bulunan ve kendilerine “Dergi101”, “ODTÜ Biziz” gibi takma isimler bulan TGB’li olduklarını bildiğimiz faşist çete, 2019 yılına gelene kadar okulun içine sokulmamış provokasyon girişimleri engellenmişti.

2019 senesine gelindiğinde devlet ODTÜ içerisinde yapılmaya çalışılan faşist saldırıları örgütlemek adına kendisine yeni bir merkez inşa etmeye karar vermiş ve KYK Yurdu’nun yapımına başlamıştı. Ancak duyarlı ve öngörülü ODTÜ öğrencilerinin inisiyatifiyle, reformist ve oportünist örgütlerin umursamazlığına rağmen devletin bu çabası da şimdilik engellendi ve KYK Yurdu’nun inşaatı 14 Mayıs 2019’da atılmaya başlanmasına rağmen o günden bu güne en ufak bir ilerleme dahi sağlanamadı. Bu TGB adlı sırtını her daim devlete dayayan bu faşist çete de bu yurtlara ilk yerleştirilecek grup olduklarını bildiklerinden yurdun yapımını desteklediklerini, yurt yapımına karşı olanları “vatan haini” ilan ederek açıklamışlardı.

27 Eylül 2019’da ODTÜ A1 kapısında buluşan faşistler, HDP önündeki anneleri kullanarak polis eşliğinde ODTÜ’ye ilk defa girip okul içerisinde bir basın açıklaması gerçekleştirirken örgütlü solun kararsızlığı ve uzlaşmacılığı neticesinde ne ciddi bir tepki örgütlenebilmişti ne de karşılarına çıkıp “Yürütmüyoruz” diyebilen bir irade…

Bu olayla birlikte faşistler cesaret buldu ve neredeyse her ay yeni eylem ve etkinliklerle ODTÜ’de var olabileceklerini gösterme çabası içerisine girdiler. Sonraki süreçte Türkçe Topluluğu adı altındaki AKP’li faşist çetenin yapmaya çalıştığı etkinlik engellenirken Savunma Sanayi Topluluğu adı altındaki TGB’li faşist çetenin aynı gün çok yakında düzenlediği etkinlik reformist örgütlerin açıkça dile getirdikleri “Biz onları burada engellersek onlar da bizi Gazi’de engeller” mantalitesiyle gerçekleştirildi. Böylece kapı faşizme bir kere daha aralanmış oldu.

23 Ekim’de Türk-Eğitim-Sen kamuflajı altında ODTÜ’e “kıyım” yapma amacıyla bir araya gelen faşist çeteler, okul öğrencisinin yoğun hazırlıkları ve uzlaşmaz duruşu karşısında geri adım attılar ve A1 kapısı önünde ufak çaplı bir şeyler yaparak dağıldılar.

28 Aralık’ta ise Türkçe Topluluğu ve Savunma Sanayi Topluluğu “Namık Kemal Anması” adı altında ortak bir etkinlik düzenlediler. Etkinlikten bir gün önce etkinliğin yapılacağı yer olan İİBF’nin dekanlığı etkinliğin fakülteyle alakası olmadığı gerekçesiyle iptal edildiğini açıkladı ve gereken yerlere bildirim yapıldı. Ancak faşistler birbirlerini bulmuşlar ve örgütlenmişlerdi bir kere. Zaten amaç da etkinlik yapmak filan değil ODTÜ’de bir provokasyon çıkarmaktı. Etkinliğin yapılacağı bina önüne gelip bozkurt işaretleriyle “vatan-millet-sakarya” düsturuyla polis koruması eşliğinde şovlarını yapıp gittiler. Öğrencilerin farklı yerlerde toplanması faşistlerin ve onların korumalığını yapan polislerin işine gelmişti. Fakülte önünde öğrencilere ve öğretmenlere tehditler savuran faşistler, bunu sonrasında sosyal medyada da devam ettirdiler. Öğrencilerin cevabı çok daha güçlü ve örgütlü olmuştu: Birçok bölüm, fakülte ve neredeyse tüm topluluklar duruma dair açıklama kaleme aldılar ve ODTÜ’de faşizme geçit olmadığını ilan ettiler.

18 Şubat günü okulda halka açık alanda görülen ve tespit edilen faşistlere devrimciler müdahale ettiler ve onları okulda barındırmayacaklarını söylediler. Bunun üzerine çıkan kavgada devrimciler faşistleri okulun bir birimi olan iç hizmetlerin arabalarına binene kadar kovalayıp kampüs dışına püskürttüler. Ancak bir sonraki gün bu olayı bahane eden faşist çeteler, yine vatan-millet edebiyatıyla yemekhanede açıklama yapmak istediler. Duruma müdahale eden öğrenciler yemekhane içerisinde polis müdahalesine maruz kaldılar ve polis koruması eşliğinde açıklamalarını yapan 50 kişilik grup yine polis eşliğinde okuldan çıktılar. Öğrenciler olay sonrasında ve sonraki gün birer açıklama yaptılar ve “ODTÜ Faşizme Mezar Olacak” dediler.

 

Ankara Üniversitesi:

Ankara Üniversitesi de aslında tarihsel olarak ODTÜ’yle birçok benzerlik barındırıyor. Ancak Ankara Üniversitesi hiçbir zaman demokrasi ve sosyalizm mücadelesi anlamında ODTÜ’yle özdeş bir tutum sergileyemedi ve bu konuda ODTÜ gibi bir itibara sahip olamadı.

Toplumsal özgürlük mücadelesinin yükseldiği dönemlerde faşizme alan tanımasalar da, mücadelenin görece güçsüz ve seyrek seyrettiği dönemlerde faşizmle ciddi çekişmeler yaşadılar. Örneğin Gezi’nin hemen sonrasındaki dönemde emek ve demokrasi temelinde örgütlenen örgütler okulda ciddi bir hâkimiyet sağlarken, 2015 sonrası dönemde ise faşizm sol örgütlere hiç alan bırakmamıştı. Faşistler öğrencilere eziyet ediyor, kafalarına göre öğrencileri hırpalıyor ve hiç ceza almadan bunlardan yırtıyorlardı.

Ancak 2019’la beraber toplumsal mücadele Ankara Üniversitesi’nde de tekrar güçlenmeye başladı. 15 Ekim’de solcu öğrencilerin derse girdiğini gören faşistler, “Size bu okulu mezar edeceğiz” söylemleriyle öğrencileri tehdit ettiler. Bunun üzerine DTCF’ye dışarıdan desteğe gidildi, faşist çeteler kaçarken solcular bir açıklama yaparak toplu bir şekilde üniversiteden çıkış yaptılar.

21 Kasım günü faşistler, “Sanat Merkezi” bildirisi dağıtan bir öğrenciye saldırıp bildiri dağıtmasını engellediler. Sonrasında solcuların oturduğu yere giderek olay çıkaran faşistler, bir öğrenciyi yüzünden yaraladılar.

19 Kasım’da da Cebeci Kampüsü’nde yapılan “Türkiye’nin Modernleşme Süreci ve Mekteb-i Mülkiye Sempozyumu” üniversite öğrencileri alınmamış, sonrasında rektör Erkan İbiş’i protesto eden öğrencilere ögb saldırısı gerçekleşmişti. Ögb saldırısının ardından faşist saldırıya uğrayan öğrencileri darp ve tehdit etmişlerdi. Bunun sonucunda da üniversite faşistlere yaptırım uygulamak yerine, okulundaki bir etkinliğe gitmek isteyen öğrencilere soruşturma açtı ve bu soruşturmalar 1 dönem uzaklaştırma gibi ağır cezalarla sonuçlandı.

24 Aralık’ta TGB Ankara Üniversite’sinde “Las Tesis” karşıtı eylem yapıp bu dansı yapanları “vatan haini” ilan ederken, bu durumu mor boyalarla protesto eden 8 kadın öğrenci gözaltına alındı. Bir gün sonra 25 Aralık’ta kadın öğrenciler “Las Tesis” dansı yapmak için bir araya geldiler ve polis saldırısı sonucu 5 kadın 3 erkek öğrenci gözaltına alındı. Dekanlıklar tarafından 37 öğrenciye soruşturma açılması ve 16 öğrencinin burslarının kesilmesi nedeniyle öğrenciler, 21 Şubat’ta Mülkiyeliler Birliği’nde bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Öğrenciler açıklamada “Erkan İbiş’in rektör olarak atandığı ilk günden beri iktidarın okuldaki gölgesi olduğu Ankara Üniversitesi’nde öğrencilere yönelik baskılar, soruşturmalar, gözaltılar, ÖGB tacizleri, faşist çetelerin saldırıları artarak devam etmektedir. Bunun en son örneği Şili’de başlayan ve tüm dünyada erkek egemen sisteme karşı kadınların öfkesi ve isyanını; sokaklara, kampüslere taşıyan Las Tesis dans eylemine yönelik gerçekleştirilen polis şiddetidir” ifadelerini kullanırken üniversite yönetimi, dekanlıklar ve faşist çeteler arasındaki işbirliğine de dikkat çektiler.

Açıklama hakkında görüşlerini almak istediğimiz bir üniversite öğrencisi arkadaşımız duruma dair “İHD, Eğitim-Sen, HDP gibi birçok kurum bizimle dayanışma gösterdi. Bunun yanında kredisi kesilen, kesilmeyen; soruşturma açılan, açılmayan çoğu öğrencinin bu süreçte bizim yanımızda olması gördüğümüz en güzel nokta” yorumunda bulundu.

Gençliğin devrimci mücadelesi giderek gelişirken ve militan bir çizgiye yönelirken faşizmin tüm örgütlü güçlerine karşı liselerde, üniversitelerde, sokaklarda enerjik ve etkin bir mücadelenin birleşik bir hat temelinde örülmesi devrimci öğrenciler olarak bizlerin en acil görevidir.