Antakya Devrimci Öğrenci Birliği, Ankara’da aylar boyu eylemde olan ve KHKile işten atılan Acun Karadağ öğretmenle bir röportaj yaptı. O röportajı paylaşıyoruz:
Öncelikle bizler DÖB olarak bu coğrafya da ses getiren ve Ankara’nın göbeğine büyük bir gövde olarak oturan eyleminizi çok onurlu buluyor, öğrencileriniz olarak bu eylemi selamlıyoruz. Antakya DÖB olarak sizinle bu söyleyişi yapmak bizi gururlandırdı.
Merak edilen soruların en başında KHK ile görevden alınmanız ve bununla beraber başlayan süreçte öğrencilerinizin ve eğitimci arkadaşlarınızın tepkilerinin sizdeki etkilerinin nasıl olduğudur. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Şimdi direnişe başlama sürecimiz herkesin aynı şeyi yaşadığı süreç; bildiğiniz gibi son derece korkunun hakim olduğu, bir darbe girişi masalının anlatıldığı ve insanların sokakta öldürüldüğü, korkunç şeylerin yapıldığı bir süreç. Siz o süreçte sokağa çıkıyorsunuz ve yalnızca 2 kişisiniz önce Nuriye hemen ardından ben. Haliyle saldırı var, iktidar saldırıyor. Hemen gözaltı ve bu gözaltının sonunda ne olacağı belli değil. Belki tutuklayacaklar ilk çıktığınızda onu da bilmiyoruz. Biz bunu 2 hafta kadar gözaltına alınıp ondan sonra oturmayı elde ettik. Yani oturma hakkını elde ettik ve oturduk. Ama böyle olmayabilirdi de yani tutuklanabilirdik. Ama böyle olmadı. Fakat bu korku ortamı herkesi etkiledi. Haliyle benim öğretmen arkadaşlarımı ve öğrencilerimi de etkiledi.
Bugün herkes Yüksel Direnişinde fiilen gözaltına mı alınıyor, herkes eylemde mi? Hayır, ama bizimle konuşanlara bakın; milyonlarca insan destek veriyoruz, gönlümüz sizinle diyor. Ama fiilen sokakta değiller dediğim gibi. Benim öğrencilerimi ve öğretmen arkadaşlarımı da aynı onlar gibi düşünebilirsiniz.
Ben okulun önüne ilk çıkacağım 14 Kasım’da valilikten öğretmenlere dair yazı gelmişti. Tehdit yazısı. Eğer destek veren olursa çok büyük ceza alacaklar. Biz bu durumu gördük ve milletvekillerine yazıyı gönderdik. Vali hakkında suç duyurusunda bulunduk öğretmenleri tehdit ettiği için. Müdür öğrencilerin sınıflarını tek tek gezip desteğe çıkan olursa okul hayatını bitiririm dediğini öğrendik. Bunun içinde suç duyurusunda bulunduk. Bu kadar tehdit edilen, bu kadar gözü korkutulan insanların sizin yanınıza gelmesi aslında hiç beklenmez. Kaldı ki okulun ilk günü eyleme çıktığımda bir otobüs dolusu çevik polis vardı. Onlarca güvenlik şube polisi vardı. Hatta bir çatının üstünde snipper vardı. Bu direnişe destek olunmaması için korku ortamının yaratılmasıyla ilgili. Çünkü 2 hafta sonra bunların hiçbiri kalmadı, çekip gittiler. Sadece bir ekip aracında 2 polis uzaktan benim oturma eylemimi seyretti. Buna rağmen gurur duyuyorum.
Birçok arkadaşım okuldan çıkıp yanıma geldiler, sarıldılar, ben gözaltına alınırken gözaltı arabasının arkasından koştular. Öğrencilerimin gözü sürekli pencerelerdeydi çünkü yanıma gelmemeleri için kapıları kilitlemişlerdi. Buna rağmen destek olmak için pencerelerden el sallıyorlar bana çay-kahve yolluyorlardı. Öğrencilerimin 4-5 tanesi hiçbir şeyi takmadılar. Kapatılan kapıların demirlerin üzerinden atlayıp yanıma geldiler. Gözaltına alınmadığım ilk gün onlar vardı yanımda, ‘gitmeyeceğiz bizi de alsınlar’ dediler. Bunlar 7.sınıf, 6.sınıf öğrencileri… Ben korktum mesela onlara zarar verirler diye. Ama o gün polis saldırmadı, gözaltı da yapmadı. Ve biz öğrencilerle oturduk ders yaptık. Belki videolarını da izlemişsinizdir. Hava çok soğuktu. Polisin biri gelip öğrencilerime ‘çocuklar eve gidin, üşürsünüz’ dedi. Öğrencilerimden birisi ‘sana ne, üşüme hakkımızı kullanıyoruz’ dedi.
Bunlar da oldu ama herkesin direnişe destek vermesini beklemedim. O korkuyu yenmek, o alana çıkmak, gözaltına alınmayı göze almak herkesin yapabileceği bir şey değil. Ama herkesin sabrının inceldiği bir yer var, o ip inceldiği yerden kopacak herkes sokağa çıkacak. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi. Bir ağaç meselesi değildi. Herkesin ne derdi varsa onun için sokaktalardı. Mutlaka öyle olacağını tahmin ediyorum. Çok korkunç bir iktidar, korkutuyor. Ama ilelebet böyle gitmez. Mutlaka bir yerde insanlar isyan edecekler. Destek bu.
Bir diğer soruya geçelim isterseniz. Yüksel Direnişi diye simgeleşen eyleminiz bir süre sonra açlık grevlerine dönüştü. Bu eylem sürecindeki duygularınız nelerdi? Bir de siz dışarıda kalan taraftınız, neler söylemek istersiniz bu konu hakkında.
Tabi bizim için çok zordu. Yani şöyle diyelim açlık grevi en yüksek mücadele biçimi, en son denendi. Zaten 120 gün kadar buna karar vermemişti Semih ve Nuriye. Ben de yapabilirdim, mahkemede de söyledim. Ama kalp hastasıyım, tansiyon hastasıyım bu mümkün olmadı. Yapılabilir. Ne zaman yapılabilir? Sesinizin duyulmadığını düşündüğünüz zaman yapılabilir. Evet, biz orada 120 gün oturduk, seslendik. Ama çok dar kaldı. Biz bu direnişi daha büyük bir sesle duyurmak zorundaydık. O zaman karar verdiler Nuriye ve Semih. Dediler ki çok az duyuldu sesimiz, biz burada daha kaç gün oturacağız? İktidar orayı sönümlendirmeyi göze almış. Nitekim açlık grevlerinin çok etkili olduğunu onlarda bildiği için açlık grevlerine saldırdılar.
Aslında tutuklamalardan sonra bedensel olarak işkence gördük, çok acı çektik. Sokakta defalarca gaz ve plastik mermiye -bacaklarımda halen izleri duruyor- maruz kaldık. Defalarca darp edilerek gözaltına alındık, karakollara götürüldük, davalar açıldı. Ama fiziki acının ötesinde tutsak olan 2 insan var ve açlık grevinde. Bir aklımız orda, bir aklımız Yüksel’de… Hem direniş devam etmek zorunda, hem de onları nasıl çıkarabiliriz içeriden, nasıl kurtarabiliriz ellerinden onu düşünüyoruz. Son süreçlerde 200’lü günleri geçtiğimizde kalbimiz pırpır ya bir şey olursa diye. Ani ölüm gerçekleşirse ya da zorla müdahale ederlerse… Özellikle son hastaneye kaçırdıklarında, Numune Hastanesi’nin önünde gündüz gece nöbet tuttuk. Hani bir şey yapabilir miydik? O kalabalık polis gücünün karşısında orada 10 kişi ne yapabilir? Ama istedik ki Nuriye bilsin dışarıda onu bekleyenler var. Sahiplenenler var.
Ben açlık grevlerini bitirdiklerini açıkladıklarında, 324.gün ağladım. Bir rahatlama duygusuyla ağladım. Artık duygularım gözyaşlarım eşliğinde boşaldı. Uzun süre de ağlamak istedim. Nitekim Semih ve Esra’nın anneleri de aynı şeyi hissettiler. Zor süreçti. Ben güncelerimi facebookta yazıyorum ve yazarken diyorum ki, ben unutmayacağım bugünleri, siz de unutmayın. Çünkü unutamayacağımız şeyler yaşadık.
Bu iktidarın bize zulmü sadece bize emek sömürüsü değil, arkadaşlarımızla bizi tehdit ettiler, canımızla tehdit ettiler. Yani onları öldürebileceklerini düşündük, içerde zorla müdahale edip sakat bırakabileceklerini düşündük. Evet, bizim için çok zor süreçti. Hem onların sesi olmak zorunda kaldık hem de kendimizin sesi olmak zorunda kaldık. Bir süre ‘İşimizi Geri İstiyoruz!’ sloganı atılmadı. Açlık grevi bitene kadar ‘Nuriye Ve Semih Yalnız Değildir!’, ‘Nuriye Ve Semih İşe Geri Alınsın!’ sloganlarını attık biz. Yani Nuriye ve Semih için dayak yedik.
Aylarca böyle devam etti. Açlık grevi bittikten sonra yeniden ‘İşimizi Geri İstiyoruz!’ sloganına döndük. Öyle yapmak zorundaydık. Tüm dünyanın yüreği ağzındaydı. Bizim de öyleydi. Aslında açlık grevi hiç olmasın. Öyle duyarlı bir medyamız olsun ki, herkes birbirini o kadar sahiplensin ki insanlar bedenlerini açlığa yatırmak zorunda kalmasınlar.
Devam edecek…
DEVRİMCİ ÖĞRENCİ BİRLİĞİ ANTAKYA