Kıbrıs sorunu Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de hakim olan, olmaya çalışan emperyalist ülkelerin Kıbrıs halkını sömürüye ve zora dayalı bir şekilde bölmesi, katletmesi ve bağımsızlığını ayaklar altına alarak kendi hakimiyetini sürdürmesi sorunudur. Kıbrıs işçi ve emekçi halkının bu sömürü çarkını dağıtması sorunudur.

Kıbrıs sorunu, Kıbrıs’ta yaşayan farklı milliyetlerden ya da dini inançlardan kesimlerin arasındaki bir anlaşmazlıktan çok, bu kesimler arasında anlaşmazlıklar yaratarak, bilinen “böl ve yönet” politikası ile Kıbrıs üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan dış güçlerin ve bu güçler arasından birilerine dayanarak kendi çıkarlarını koruyup geliştirmeye çalışan yerli egemen çevrelerin kendi aralarındaki hakimiyet kavgasıdır.

Kıbrıs sorunun devrimci bir temelde çözüm yolu, bu yapıdan zarar gören ve bu yapıyı Kıbrıs’ta yaşayan kesimlerin çıkarları açısından çözmek isteyenlerin birliğine ve gücüne dayanarak bir mücadele cephesi örmek ve bu yapıyı yaratanları ülkemizden defetmektir. Ve bunu yaparken de sadece ülkemizin dinamikleri değil, başta “anavatanlar” diye dayatılan ve milliyet, din, dil yakınlığı olan ülkelerdeki ve bölge ile dünya ülkelerindeki ilerici, demokrat kesimlerle de dayanışmamızı yükseltmeliyiz. Çünkü bu kesimler açısından da Kıbrıs’taki yapının bizim ortaya koyduğumuz şekilde değişmesi kendi çıkarlarına olacaktır. Çünkü böylesi bir gelişme kendi ülkelerindeki halk düşmanı kesimlerin gücünü azaltacak ve ülkelerindeki sömürü düzeninin ortadan kaldırılmasını kolaylaştıracaktır.

Tüm bunlar dikkate alındığında ülke işçi sınıfının bugün için tek başına örgütlenebilme ve kendi iktidarını kurabilme olanaklarının darlığı somut bir olgudur. Bu tespitten yola çıkıldığında, 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ile ülkede örgütlenen Kıbrıs Komünist Partisi’nin Uluslararası Komünist Hareket ile uyumlu bir şekilde belirlediği Anti-Emperyalist Birleşik Cephe siyaseti günün koşullarına uyarlanarak mücadelenin temel siyasetini oluşturmak durumundadır. Anti-emperyalist mücadele ülkenin emperyalist işgalini de hesaba katmalı; hem somut olarak kuzey coğrafyadaki emperyalizm destekli Türkiye işgaline karşı, hem de ada genelindeki tüm emperyalist işgale karşı yönelmelidir.

Bu mücadelenin merkezini ve önderliğini üstlenebilecek olan ise gerek Kıbrıs halklarının parçası olan, gerekse de ülkeye gelerek çalışan ve geleceğini burada planlayan Kıbrıs’ın tümündeki işçi sınıfıdır. Tüm ülkeyi en geniş şekildeki kapsayacak olan siyasal bir sınıf örgütlenmesi ile anti-emperyalist mücadelenin önderliği oluşturulmalıdır. Bu önderliğin yaratacağı güçle emperyalist politikalardan zarar gören ülkedeki küçük burjuva katmanlar bir müttefik olarak mücadeleye kazanılmalıdır.

Bununla birlikte ülke devrim mücadelesinin izleyeceği yolu belirlerken özellikle kuzey coğrafyada oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti’nin işgalci sömürge düzeni dikkate alınmak durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuzey coğrafya üzerindeki etki ve hakimiyetini köklü bir şekilde zayıflatacak gelişmelerin yaşanmadığı koşullarda, ülke devriminin izleyeceği yol Türkiye devrimi yolu ile çakışmaktadır.

Kıbrıs’taki sömürücü sınıflara karşı vurulacak darbe, öncelikle Türkiye’deki sömürücü sınıflara vurulmak durumundadır. Yani mevcut koşullarda Kıbrıs veya Türkiye’deki sömürücü sınıflara vurulacak darbe, hem Türkiye hem de Kıbrıs devriminin yolunu açacaktır.

Türkiye özelinde ise benzer bir durum Kürdistan devrimi ile ilişkilidir. Yani Türkiye devrimi ile Kürdistan devrimi de tıpkı Kıbrıs ve Türkiye devrimleri gibi bir biriyle iç içe geçmiştir. Bu olgular sonucunda ortaya çıkan tablo; Türkiye, Kürdistan ve Kıbrıs devrim mücadelesinin, her üç ülkeyi de kapsayan bir “Birleşik Devrim” sürecine dönüşmek durumunda olduğudur. Benzer bir olgu, bu kadar güçlü olmasa da Kıbrıs’ın özellikle güney coğrafyası ile Yunanistan arasındaki bağlardan kaynaklanan, Kıbrıs-Yunanistan devrimleri arasındaki ilişkide de mevcuttur.

Elbette Türkiye-Kürdistan-Kıbrıs ve belki de Yunanistan Birleşik Devrimi, sadece bu ülkelerle sınırlı kalmayacak kadar güçlü bir etkiye sahip olacaktır. Böylesi bir devrim sürecinin başta Ortadoğu ve Balkanlar olmak üzere çok geniş bir coğrafyayı etkileyen, güçlü bir devrim dalgalanmasına yol açacağı kesindir.

Ancak bizler açısından öncelikli görev, Kürt Ulusal Hareketi’nin ulaştığı nokta, Haziran Ayaklanması, Rojava Devrimi, Yunanistan’daki krize bağlı gelişen halk hareketleri gibi gelişmelerin ışığında, tüm bu coğrafyayı kapsayan ve çok daha somut bir olasılık olarak beliren, Türkiye-Kürdistan-Kıbrıs ve Yunanistan Birleşik Devrimi’nin ilerlemesi için üzerimize düşeni yapmaktır.

Bu noktada; Kıbrıs’ta halkların iradelerini kendi ellerine almaları ve yeniden ortak bir vatanın inşa edilmesi için verdikleri mücadelenin temeli, emperyalist işgale karşı ülkedeki tüm anti-emperyalist kesimleri kapsayacak olan birleşik bir cephenin kurulması ve Türkiye-Kürdistan-Kıbrıs(ve olası Yunanistan) Birleşik Devrimi ile birlikte ülke üzerindeki tüm emperyalist hegemonyayı dağıtarak bir halk iktidarının kurulmasına dayanmaktadır.

Bu mücadele bir süreci gerektirmektedir ve belli aşamalardan geçmek durumundadır. Öncelikle ülke işçi sınıfının gerek kuzey, gerekse güney, gerek yerli nüfus gerekse sonradan ülkeye gelerek yerleşen ve geleceğini bu coğrafyada gören göçmen işçi nüfusun, kendi devrimci sınıf örgütlenmesini yaratması ve mücadelenin önderliğini üstlenmesi bir zorunluluktur. Bu olmadan böylesi devrimci bir mücadelede daha tutarsız yer alabilecek kesimlerin anti-emperyalist siyasete çekmek ve mücadelenin bir müttefiki haline dönüşmelerini sağlamak çok olası değildir.

Bu kapsamda bölge devrimci güçlerine Kıbrıs bağlamında düşen sorumluluk, Kıbrıs Devrimci Hareketinin bunu başarabilmesine katkı koymak, Kıbrıs’ta yaşayan büyük miktardaki kendi ülke vatandaşlarının Kıbrıs’taki devrimci örgütlenmelerle daha güçlü bağlar kurmasını teşvik etmesi şeklinde olmalıdır. Bu yönde atılacak her bir adım günün sonunda sadece Kıbrıs Devrimci Hareketinin değil, gelecekteki birleşik devrim sürecinin de önünü açacak bir birikimi sağlayacaktır.


NOT: www.birlesikdevrim.org sitesinden alınarak yayınlanmıştır