NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Türkiye ile Yunanistan’ın bir çatışmayı önlemek için aralarında teknik komite kurmak üzere mutabakata vardıklarını açıklamasının üzerinden saatler geçmeden Yunanistan’dan yalanlama geldi.
Yunanistan’ın şartı vardı: Böyle bir mutabakat için önce Türkiye’nin tehditlerinden vazgeçmesi ve Yunanistan’ın egemenlik alanlarından çekilmesi gerekir.
Macron’un “beyin ölümü gerçekleşmiş” dediği NATO, sözünü dinletip, iki üyesi arasındaki savaş ihtimalini ortadan kaldırmayı başaramadı.
“Beyin ölümü gerçekleşmiş” NATO ve onun amiral gemisi ABD, geri çekiliyorlar. ABD emperyalizminin hegemonyasının çöküş içinde olduğunu gösterdiğimiz makalemizde bunu ileri sürmüştük. Ancak şimdi bu iddiayı Fransa adına Macron da ileri sürüyor:
“Bir şekilde ABD ve NATO’nun geri çekilmesi yüzünden bölgesel emperyal güçlerin kendi tarihlerindeki fantezilerle geri dönüş yaptığını görüyoruz, burada Türkiye’yi kast etmek istiyorum.”
Ancak Macron’un sözleri gerçeğin sadece bir yanını gösteriyor. Eksiği tamamlamak lazım. Macron’un eksik bıraktığı iki noktadan biri, NATO ve ABD’nin geri çekilmesinden doğan boşluğu kendisinin doldurmak için büyük bir saldırganlık içinde olduğu; diğeri, Türkiye’nin, ABD’nin “vekili” olarak dört tarafa saldırdığıdır. Irak ve Suriye’deki saldırgan politikalar sadece iki örnektir.
Burada yanlış bir anlamayı önlemek için parantez içinde kısa bir açıklama zorunlu. Şu: Türkiye’nin ABD’nin “vekili” olarak hareket etmesi, kendi çıkarının olmadığı anlamına gelmemeli. Aksine, her taşeronun belli bir kârı olması gibi, bir savaş kışkırtıcılığında Türkiye tekelci sermayesinin hem ekonomik hem siyasi çıkarları fazlasıyla mevcut.
Türkiye tekelci sermayesinin ve faşist devletin, karşı-devrim tabanındaki erimeyi durdurmak, toplumsal devrimin önünü kesmek için şovenizmi kışkırtacak bir savaşa ve bu savaşta kazanılacak bir zafere fazlasıyla ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Bunun yanı sıra, bu yağma savaşında kapacağı payın tekelci kapitalist ekonomiye ilaç gibi geleceği düşleri de var.
Ne var ki faşist devlet, böyle bir yola arkasında ABD emperyalizminin destek ve onayı olmadan asla kalkışamaz. Öte yandan ABD, çekildiği yerlere Türkiye’yi sokarak “boşluk” bırakmamaya çalışıyor. Türkiye’nin Libya seferi buna örnektir. “Vekillik” derken işte bu ilişkiye işaret ediyoruz.
D.Akdeniz’de olası bir savaşın bir yağma ve paylaşım savaşı olduğunun altını bir kez daha çizmek gerek.
Kapitalist devletler, dünya emekçi sınıflarını aldatmak ve şovenizmle zehirlemek için giriştikleri savaşların burjuva gerici karakterini gizlemeye her zaman dikkat etmişlerdir. Dolayısıyla, bu savaşların birer yağma, paylaşım, halkları soyma savaşı olduğunu ve bunun için halkları birbirlerine boğazlattıklarını ortaya çıkarmak, bugüne kadar, hep devrimci komünistlerin görevi olagelmiştir.
Şimdi biraz farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Savaşın bir paylaşım savaşı, bir paylaşma, bir pay kapma savaşı olduğunu bizzat kendileri açığa vurmaya başlamışlar. İşte o sözler:
“Halbuki biz her platformda, her görüşmede, her mesajımızda Türkiye'nin, adil olması şartıyla her türlü paylaşıma hazır olduğunu ifade ediyoruz. Bu sözümüzde samimiyiz.”
Samimiyet tamam da bir yere kadar. Dinci faşist iktidarın paylaşıma hazır olduğu konusunda “samimi” olduğundan şüphe etmeye gerek yok. Ama “her türlü paylaşıma” hazır olduğu kuşku götürür. Adil paylaşım neye göre belirlenecek?
Zurnanın zırt dediği yer işte burası. Burjuvalar arası, kapitalist devletler arası “adil paylaşım” sadece güce göre yapılır. Kapitalist bir devletin gücü ise, silah envanteri sayılarak ölçülmez. Kapitalist devletler arasında gücü ölçmenin savaştan başka yolu yok.
Bundan olsa gerek, RTE, kuzu postuna büründüğü aynı konuşmasında tehditler savurmayı da ihmal etmiyor:
“Türkiye'nin kendisine dayatılan ahlaksız haritaları ve belgeleri yırtıp atacak siyasi, ekonomik ve askeri güce sahip olduğunu anlayacaklar. Ya siyasetin ve diplomasinin diliyle anlayacaklar ya da sahada yaşayacakları acı tecrübelerle anlayacaklar.”
NATO, kendisinin dağılmasıyla sonuçlanacak böyle bir savaşı önlemeye çalışıyor. Çünkü böyle bir savaş, NATO üyesi üç devlet (Yunanistan-Fransa-Türkiye) arasında başlasa bile nereye kadar yayılacağını ve hangi devletleri içine çekeceğini şimdiden kestirmek mümkün değil. Bir nokta bellidir: Bu savaş, savaşı başlatacak ülkelerle sınırlı kalmaz.
Avrupa Birliği devletleri, Türkiye’ye karşı “Havuç-sopa” politikasına hazırlandıklarını açıkladılar. Ancak bu meselede “havuç”un büyüklüğü, ağırlığı belli olmadığı gibi kesin çözüm için işe yaramayacağını şimdiden söyleyebiliriz. “Havuç”, Türkiye razı olsa bile ancak sorunun bir süreliğine; kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin güçler dengesini yeniden bozacağı zamana kadar ertelenmesine yarayabilir.
Emperyalist-kapitalist devletlerin egemenliği altında bu paylaşım kavgasının savaşla sonuçlanması kaçınılmaz. Bugün olmazsa yarın.
Halkların bundan kaçınmasının tek yolu, burjuva egemenliklerden kurtulması, proletaryanın önderliğinde kendi iktidarlarını kurup sosyalizme yönelmeleridir.
Leninistler Türkiye ve Kürdistan proletaryasına savaşın ortaya çıkaracağı koşullardan burjuva iktidarı yıkıp kendi devrimci demokratik iktidarlarını kurma yolunu gösteriyor.
Ya sosyal reformistler, oportünistler, liberaller, küçük burjuva uzlaşmacılar?..