Çağımız nasıl bir çağdır? 21. yüzyıldayız ve bu yüzyıl ayaklanmalar yüzyılı... Neye karşı? Çürüyen, yok olan emperyalist-kapitalist sisteme karşı... İnsanlık bir ayaklanış, kalkışma içinde emperyalist-kapitalist sistemin dünyayı ve insanlığı yok edişine karşı... İnsanlık yok oluş tehlikesini artık çok somut olarak hissediyor ve buna karşı duruyor. Her şeyin metalaştırıldığı, alınıp-satılır hale geldiği, hatta bunun bir erdem gibi her gün bize TV ekranlarından yansıtıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Neruda’ya 2000 yılı hakkında soru yöneltildiğinde “Ben, ne bilebilirim ki?” diyor, biz ise şu anda 2000’li yılları yaşıyoruz. Ve bu konuda söyleyecek çok sözümüz ve görevimiz var.
“2000 yılında şiir nereye varmış olabilir?” diye soru yöneltildiğinde Neruda’ya; “Bu çok kapsamlı bir sorudur. Eğer bu soruya karanlık bir sokakta rastlasaydım, korkudan ödüm patlardı. 2000 yılı hakkında ne biliyorum? Ve dahası, şiir hakkında ne biliyorum?” Ama Neruda şunu bildiğini açıklıyor: “Şiirin cenaze töreninin gelecek yüzyılda yapılmayacağı”. “Şiir her çağda ölüme terk edilmiştir, ama o, savurucu ve dayanıklı olduğunu göstermiştir. Sağlıklı toparlanmanın her işaretini sergileyerek, canlılığını kanıtlamıştır, o, sonsuza dek yaşayacak görünüyor. Dante ile bittiği sanıldı. Ama kısa bir süre sonra Jorge Manrique ile kıvılcım yaktı (...) daha sonra Victor Hugo kendisini izleyenlere hiçbir şey bırakmaksızın her şeyi sildi götürdü. Ama çok geçmeden Charles Baudlaire adlı zarif, çıtkırıldım bir genç göründü sahnede, ardı sıra Arthur Rimbaud adlı bir serseriyi de sürükleyerek ve şiir taptaze bir soluğa kavuştu. Walt Whitman’dan sonra, şiir yazılacağını kim umabilirdi? Tüm çimen yapraklarını ekmişti o; kimse yeşilin üzerinde yürüyemezdi. Bununla beraber, Mayakovsky çıkageldi ve boru sesleri ve tüfek atışlarıyla, iç çekmeler ve hıçkırıklarla, tren homurtuları ve zırhlı arabalarla yankılanan bir şiir evi kurdu. Ve öykü devam eder “
Evet, öykümüz hala devam ediyor. Özel anlamda şiir, genel anlamda sanat, egemen sınıflarca kendi çıkarlarının koruyucusu yapılmak istense de o her seferinde isyancı olmuş, ileri doğru yürümek isteyen insanların elinde silaha dönüşmüştür. Neruda haklıdır, şiirin, biz de sanatın ekleyelim cenaze töreni 21. yüzyılda yapılmadı ve yapılmayacak.
“Şiir düşmanlarının, onun gözünü oymak, ya da onu boğup öldürmek için tetikte bekledikleri açıktır. Pek çok yola başvurdular -bireyci mareşaller, ışığın düşmanları, bürokratik ordular, şairlerin üzerine kaz adımlarıyla yürüdüler. Birkaçının cesaretini kırmayı başardılar, daha da acısı pek azının geri çekilmesine de yol açtılar aldatarak. Ama şiir, bir çeşme gibi püskürmeye ve bir yarık gibi fışkırmaya devam etti, büyük bir çabayla inşa ettiği binayı korumayı, çöllerde şarkı söylemeyi, bir ağaç gibi büyümeyi, bir nehir gibi coşup taşmayı, yüksek bir Bolivya platosuna gece gibi yıldızlar saçmayı sürdürdü.’’
“Şiir ölenin yanı başındaydı, ağrılarını keserek; zaferlerin öncüsüydü, yalnızlığa arkadaşlık etti, ateş gibi yandı, kar gibi serin ve aydınlıktı; elleri, parmakları ve yumrukları vardı; Granada kentine benzer gözleri vardı, hedefe atılan mermilerden daha hızlıydı; kalelerden daha sağlamdı. Köklerini insanoğlunun yüreğine daldırdı.”
Yüreğe daldırılan bu kök, insanı geleceğe taşıyacaktır. İnsanlığın yüreğini kazanmak için sanatın gücüne başvurmalıyız. Onun aracılığıyla yüreklere seslenmeliyiz. Yüreklerin sağırlaştırıldığı kapitalist sistemde, çürümenin egemen kılındığı 21. yüzyılda daha çok sanatın gücüne başvurmalıyız. Sanat daima iyi birer danışman olmuştur. Ona kulak vermeyenler, insanların yüreklerini ele geçiremezler. Neruda’nın şiir için söylediği “şiir insanın acılarına uzanan gizli bir köprüdür” sözüne, biz sanatı da ekleyelim. 2000’li yıllardayız ve sanat hala insanlığın yüreğine ulaşmada en önemli araç olarak karşımızda durmaktadır.
Neden sanat eserleri üretiyoruz?
Ortak yaşamın genel sorunlarını çözebilmek için...
Sanat, farklı biçimlerde bakabilmeyi getirir. Sanatçı kendisi için üretmez, işe yarar olması gerekir. Boş bir yaşantının da boş bir sanatı olur.
İnsanla birlikte var olan sanat, bir çeşit çalışma eylemidir. Doğadaki üretim kendiliğinden ama sanattaki üretim tasarımsaldır. İlk kabileler oluştuğunda insanlar bir ava çıkarken savaş dansları yapıyorlardı, çünkü kendilerini güçlü hissetmek istiyorlardı. Yüzlerine sürdükleri boyalar bu güçlülüğün simgeleriydi. Çığlık atışları, kendilerini yüce gösterme amaçlıdır.
Sanat toplumları yönlendirmede büyük bir araçtır. Burjuvazi bu aracı kullanmaktadır. Proletarya buna karşı sanatını yaratmalıdır. Burjuva kültür, yozluk çürümüşlük yayar. Saf sanat anlayışıyla ilerlemek mümkün değildir.
Bir tiyatro oyunu yaparken yaşadığımız koşullardan bağımsız ele alamayız. Eğer biz güçlü bir sanat anlayışı ortaya koyabilirsek, saflarımız çoğalacaktır. Sanat toplumu bilinçlendirme, yönlendirme de önemli bir araçtır. Estetik yan mutlaka olmalıdır. Karşı taraftan öğrenilecek çok şey var. Biz boşluk bırakırsak, burjuvazi kendi sanatıyla bu alanı dolduracaktır.
Sanat ne değildir?
Öncelikle kolay elde edilen bir şey değildir. Sanat moral güç veren bir şeydir. Kavganın en zorlu anlarında bazen bir müzik tınısıdır bizi güçlü kılan. Uzaydan dünyaya bakan ilk insanın komünist Gagarin olması bize güç veriyor. Burjuvazinin Nazım büyüklüğünde bir sanatçı çıkaramayacağını bilmek bize güç veriyor. Türküleri yapanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür der Shaekspeare. Yeni insan tamamlanmamış bir eserdir ve biz bu eseri yaratmak istiyoruz. Sanat, insanlığın en güzel yaratımlarından biridir. Yaşamı estetize etme düşüncesinden kaynaklanıyor.
Sanat, asla ikinci bir alan değil her devrimcinin yoğrulması gereken bir alandır. Sanatı küçümsemek tek başına sanat-sepet diyerek olmaz. Aynı zamanda işlerin yoğunluğu gündeme geldiğinde ilk feda edilen alan şeklinde de olabilir. Sanat paylaşımcılıktır, paylaşarak çoğalmaktır. Sanat damıtılmış bir sevgidir. Sanatçı kimdir sorusuna Neruda “çağının tanığıdır” diyor. Sanatçılar yalnızca çağının tanığı değil, çağını değiştirmekle de yükümlüdür.
Kapitalizmde sanat eseri pazar için üretilen bir meta haline gelmiştir. Böylece üretilen her şey bireyselleştirilmiştir. Toplumda yalnızlık duygusu hakimdir. İnsani değerler olan dayanışma, paylaşma yok ediliyor. Aile arası ilişkiler dahi yok edilmiştir. Paylaşmayan, biriktiren insanlar topluluğu oluştu. Bunun kültüre-sanata yansıması, toplum için üreten sanatçı bulmakta zorlanıyoruz. Devrimci sanatçı çevrelerinde dahi bu ilişki hâkim duruma gelmiştir. Bunu her alanda bulabiliriz. Sorunu tespit etmişsek, kültür sanat cephesinden alternatifi yaratıp ürünler ortaya koymalıyız. Sorunun çözümü, yaratımdan, üretmekten geçmektedir. Kötü romanın karşısında yeni roman yazılamıyorsa başarı elde edilemez. Emperyalizm iletişim alanından hegemonyasını devam ettirmektedir. Toplum bütün bir şekilde tüketici duruma gelmiştir. Sosyalist cephede olanakların yetersizlikleri olmasına rağmen, belli yöntemlerle karşıtı yaratılmalıdır. Bunun karşısında geri alandayız. Üretim yapmak zorundayız. Sanatın alt yapısını oluşturmak için ciddi bir şekilde ele alınmalı. Nazım’a bakıyoruz ve onun şiirini okuduğumuzda komünizmi buluyoruz. Bir bireyin bile (örgütlü) gündemi belirleyebileceğini görüyoruz. Siyasal faaliyetimizin bir parçası olarak düşünmek gerekiyor. Emperyalist sistem kendi kültürünü hâkim kılmaya çalışıyorsa, komünistlerinde sınıfın kültürünü hakim kılmaya çalışması görevimiz olmalıdır.
Sanatta Öz-Biçim Sorununa Nasıl Yaklaşmalıyız?
Aristotales’ten bu yana pek çok sanatçı, biçimi, sanatın ana öğesi olarak gördüler. Öz ise yardımcı bir unsurdu onlar için. “Salt biçim gerçekliğin özüdür” diyen sanatçı ve düşünürlere göre, madde biçim haline gelmek, kusursuz biçimi gerçekleştirmek ve böylece kusursuz olmak için, kendisini mümkün olan en fazla ölçüde biçimin içinde eritme yönünde bir itkiyle hareket eder. Yeryüzünde her şey bir biçim ve madde bileşimidir, biçim ne denli ağır basarsa, maddenin görüşlerinden o ölçüde kurtulur, eriştiği yetkinlik o ölçüde büyük olur.
Biçim daha fazla sabitken, öz hareketli ve değişkendir. Bu anlamıyla biçim tutucu, öz ise devrimcidir.
Bir eser yaratılırken duyulan biçimsel değişiklikler eğer özün zorlaması biçiminde oluyorsa geliştirici, ilerleticidir. Yok, eğer özden bağımsız bir arayışsa gerileticidir. Biçimsel değişiklikleri zorunlu kılan şey, özde yaşanan değişimlerdir. Artık yeni özün eski kalıpların içerisine girememesidir. İşte o zaman biçimsel değişiklik zorunluluk haline gelmiştir.
Burjuva sanat öz-biçim tartışmasında biçimi öne çıkarırken, buna karşılık Marksistlerin yaklaşımı yalnızca özü öne çıkarmak olmamalıdır. Bu yaklaşımın yarattığı kötü eserler, estetik değeri olmayan üretimler devrimci sanat cephesinde yapılmıştır, bunları görmezden gelmemeliyiz. Sanat üretiminde duyulan estetik kaygı olmazsa olmaz koşuldur, ama bu mücadelenin önüne geçmemelidir. Estetik değeri güçlü bir eserle yaratacağımız etki ile estetik değeri düşük bir eserle yaratacağımız etki aynı olmayacaktır.
Sanat dünyayı özümlemenin bir biçimidir. Dışımızdaki dünya sürekli değişim ve dönüşüm içindedir. Üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkiler değişime uğruyor, içinde bulunduğumuz toplumsal çevre değişime uğruyor. Kısacası, özümleyeceğimiz dünya daima bir evrim, devinim ve değişim içindeyse, o dünyayı özümlemenin bir biçimi olan sanatta değişime uğrayacaktır.
Nasıl ki insanlık tarihi çeşitli tarihsel evrelerden geçmişse, yani, insanlık ilkel komünal dönem, kölecilik dönemi, feodalizm, kapitalizm ve sosyalizm gibi dönemlere tanıklık ettiyse, sanatta, mağara duvarlarına çizilen ilk resimlerden bu yana farklı dönemlerden geçmiştir. Toplumsal dönemlerin değişmesiyle, insanların duygulanımı, aşk anlayışı ve bunun sanatsal yansımaları da değişiyor. Peki, sanat, dünyayı yalnızca özümlemek için, onu bir üst düzeyde soyutlamak için mi vardır? Tabi ki hayır, sanat yalnızca dünyayı bir özümleme biçimi değil, onu değiştirme gücüdür de. Sanat, egemen sınıf açısından da ezilen sınıflar açısından da önemli bir silahtır. Egemen sınıflar, sanatı, egemenliklerinin devamı için tarihsel gelişmenin tersi yönde kullanırken, ezilen sınıflar geleceklerini kazanma adına sanatı mücadelede etkin bir güç olarak kullanmalıdırlar.
21.yüzyılda şunu iyi biliyoruz ki; sanat gerçekten gerekli bir şey... Bu gerekliliğin nedeni, bizi eğlendirmesinden mi geliyor, yoksa eğitmesinden mi? Kimilerinin dediği gibi boş zaman doldurmasından mı? Yoksa çok farklı bir nedene mi dayanıyor sanatın bu gerekliliği?
Artık şunu da çok iyi biliyoruz ki, insana tarihsel yürüyüşü boyunca yoldaşlık etmiştir sanat. Doğadan öykünerek başladığı serüvenine, insan, kendi yaratıcılığını ekleyerek, insanlaşma sürecini hızlandırmıştır.
Artık şunu da iyi biliyoruz; sanat toplumsal mücadele de önemli bir yere sahip ve bu önemi her geçen gün biraz daha artıyor. Kapitalizmin insanı tüketen, çürüten yanı karşısında, emperyalist kültür hegemonyasına karşı, sanatın gücünü ortaya koymak önemli bir olgudur artık.
Sanat Akımları
Sanat, yaşanabilir bir dünya kurmanın, özgürlüğe, eşitliğe, kavgaya ve insana dair bütün değerlere ulaşmada ihtiyaç duyulan üstün bir savaşım aracıdır. Yeni insanın yaratıcı, değiştirici-dönüştürücü eyleminin vazgeçilmez ana unsuru ve ürünüdür.
Sanatın tarihsel yürüyüşüne bir göz attığımızda, çeşitli sanat akımlarının olduğunu görürüz. Toplumcu-gerçekçi sanat anlayışına gelinceye kadar, sanat hangi duraklardan geçmiştir?
Realizm, yani gerçekçilik, sanatçının hayata, doğaya ve toplumsal gerçekliğe yönelik yaklaşımıdır. Realist yazarlar, halkın sömürüden ve baskıdan kurtulmasına duyulan özlemi dile getirmişlerdir. Gerçekçiliğin kısa tarihine bakacak olursak, üç farklı dönemden geçtiğini görürüz. Bunlar gerçekçilik, eleştirel gerçekçilik, toplumcu gerçekçilik... Hayata, doğaya ve toplumsal yaşama gerçekçi bir pencereden bakan eserler ve sanatçılar, ilk dönemde içinde bulundukları koşulları yansıtmışlardır. Sınıfsal çelişkilerin keskinleşmesiyle sanat, kendini eleştirel bir konuma taşımış ve içinde bulunduğu çağın kötülüklerine eleştirel bakabilmiştir. Ne zaman ki sınıfsız bir topluma geçiş olanaklı olmuş ve sosyalizm bir sistem olarak var olmuş, işte o zaman toplumcu gerçekçi sanat anlayışı gelişmiştir.
Sosyalist gerçekçilik, Sovyetler Birliğinde Gorki ile birlikte Sovyetler Birliği Komünist Partisi önderlerinin yön gösterici ideolojik destekleri sayesinde gelişti ve yayıldı. Bu sayede, diyalektik ve tarihsel materyalizm en tutarlı biçimde sanat alanına uygulanarak gelişmesinin en yüksek noktasına erişen realizm, sanat ve edebiyatta, doğanın ve toplumun devrimci dönüşümü süreci içinde en önemli silahlardan biri haline geldi.
Sürrealizm, yani gerçeküstücülük, 1920-1930 yılları arasında Fransa’da oluşan burjuva sanat ve edebiyat akımı. Uzun geleneklerin, alışkanlıkların denetiminden uzak, bilinçaltı gerçeklerini yansıtan, yani bilinen gerçeklikle bağını kesip kendince bir gerçek yaratmak ereğini güden-yazan sanat akımıdır.
Fütürizm, yani gelecekçilik, 20 yy. başlarında daha çok İtalya ve Rusya’da, geçmişçiliğin reddi ve çağdaş dünyanın anahtar kavramlarının (dinamizm, makineleşme, hız vb.) benimsenmesine dayanan edebiyat ve sanat akımı. Fütürizm, 1909 yılında İtalyan Ozanı Marinetti’nin yayınladığı bildiriyle, yeni yaşamı övmek, geleneksel yazın kurallarını yıkmak amacını güden bir akımdır. Toplumun ve daha önceki akımların bunalımlarından doğan Rus fütürizmi İtalyan fütürizminden farklıdır. Anarşist bir başkaldırı anlayışı içinde ahlak kurallarıyla kültür mirasını reddeden fütüristler, gerçeği yeniden kurmak amacıyla, sözlüğü, söz dizimi ve ölçüyü yıktılar. Kültür tekeli olma amaçlarından dolayı Lenin bu harekete ihtiyatla yaklaşmıştır. Ama Rus fütüristleri proletaryanın hizmetine girmiştir. Fütürizmin güzel örneklerini veren şairimiz Mayakovski’dir. Nazım’da bu akımdan etkilenerek özgür nazım tekniği kullanmış, teknoloji hayranlığı, hızın güzelliği, çalışan kadının yüceltilmesi şiirlerinde yer almıştır.
Kübizm, 1908-1909’da ortaya çıkan Picasso’nun kurucusu olduğu bir sanat akımıdır. Nesneleri geometrik bir şekilde gösteren kübizm, resim ve resmin gerçekle ilişkisi konularında yeni bir anlayış getirerek, XX. yüzyılın ilk estetiksel devrimini gerçekleştirdi. Hemen hemen bütün soyut sanatlar kübizmden türemiştir.
Empresyonizm, yani izlenimcilik, doğayı gerçekte olduğu gibi bütün ayrıntılarına bağlı kalarak değil, ondan edinilen izlenim ölçüsüne göre anlatan; doğrudan doğruya gerçeği, nesneyi değil de onun sanatçıda uyandırdığı duyumları vermeyi yeğleyen sanat akımıdır. Anlık izlenimin, bir anlık ruh halinin sanatıdır. Esas olarak 19. yüzyılın sonunda Fransa’da ortaya çıkan, açık hava resim ekolü, temel olarak renklerin tesirine ve ışığın etkisine dayanır. O zaman ki akademilerin katı sanat eğitimlerine savaş açan, bu yanıyla resim sanatını yeni teknikler konusunda zenginleştiren, daha sonra ana kaynağını pozitivizmden alan, yüksek derecede sübjektif bir sanat anlayışında ifadesini bulan empresyonizm, sonunda, içeriğe değinmeden çok hızlı akıp giden bir anı yakalamak isteyen, içerik olarak zayıf biçim denemeleriyle yozlaştı.
Dadaizm, kübist, fütürist ve empresyonist eğilimlerin sentezi olarak, I. Dünya Savaşının etkileri altında, bir edebiyat ve sanat devrimi gerçekleştirme amacıyla, 1916’da Zürih’te oluşan uluslararası bir sanat ve edebiyat akımıdır. Savaşa ve toplumsal düzensizliğe karşı başkaldırmadan doğan bir sanat akımıdır. Dadaizm dil ve estetik kurallarını tanımaz, sözcüklerin sözcük anlamlarına değer vermez, anlatımda boş ve alabildiğine çağrışımlara dayanan bir yol izler. Temelde yıkıcı olan bir akımdır.
Formalizm, yani biçimcilik, özü, içeriği yeterince önemsemeden, salt biçim üzerinde duran, biçime ağırlık veren, geleneksel kalıplara aşırı bağlı olan akımdır. Formalizm, biçimi içerikten ayırdığı için gerçekliğe tamamen yabancı olan, sanat ve edebiyattaki idealist, gerici, halk düşmanıdır. Formalizmin içerikten bağımsız biçim bulmaya çalışması (soyut sanat), objektif gerçekliğe değil fantezi ürünlerini canlandırması ve böylece tüm olarak sanatın mahvedilmesine yol açması özellikle plastik sanatlarda görülebilir. Formalizm emperyalizmin bir silahıdır.
Konstrüktivizm yani kuramcılık, resim ve yontuda, yapıtı geometrik öğeleriyle kurmayı temel alan anlayıştır. Başlangıçta özellikle Bauhaus okulunda gelişen, resim ve plastik sanatlarda nesnel bağıntıları reddederek salt kuramcılığı hedefleyen formalist bir sanat akımıdır. Bu akım emperyalist ülkelerin mimarisinde gittikçe artan bir şekilde halka yabancı yaratıcılıktan yoksun kötümserliğin ifadesi haline gelmektedir. Örnek; ABD’nin büyük şehirlerinde gelişen monoton gökdelen mimarisidir. Güzel sanatlarda 1920’de bu adla anılmaya başlanan ve Avrupa sanatında çeşitli uzantıları olan Rus sanat hareketi. Güzel sanatlarda Konstrüktivist bir uygulamanın ortaya konmasında Tatlin’in ‘karşıt kabartmalar’ının (1914) büyük etkisi oldu. Ressam, toplumsal görevi dünyanın değiştirilmesine katkıda bulunmak olan bir yapımcı-mühendis haline geldi.
Ekspresyonizm yani dışavurumculuk, olayların, varlıkların gerçekte olduğu gibi değil de sanatçının iç dünyasına göre anlatılması anlayışına dayanan sanat akımıdır. Dışavurumculuk kavramı 20 yy. başında izlenimciliğin karşı sloganı olarak kullanıldı. Gerçeklik tamamen reddedildi. Emperyalist ideoloji içinde gelişen, yer yer dini eğilimler taşıyan, sanatta aldatıcı, dalga geçici bir akımdır.
*ASM, 2004-2005 dönemini değerlendiren ve 2005-2006 faaliyet yılını planlayan 19-22 Ağustos tarihlerinde toplanan 2. Konferansımızda Taksim, Antep, İzmir, ASM, İkitelli, Gazi, Sarıgazi Ekin Sanat Merkezleri ve Hatay Girişimi tarafından sunulan tebliğlerden oluşturulan metindir.
ÖNSÖZ, 2. Sayı, Güz ‘05