Sanatta Komik-Olan, Yaşamda Komik-Olan
“Sanatta komik-olan, yaşamda komik-olanın bir yansıması demek olduğunda, burada sanatın yasaları uyarınca, yaşamda komik-olanın güncel biçimleri, dönüşüme uğrayarak yeni özgün bir biçim kazanır. Söz gelişi, taşlama ve acı alay, insanların birbirleriyle her günkü alışverişinde, atasözlerinde, deyimlerde, fıkralarda, gazetelerde, bilimsel tartışmalarda vs. hep rastladığımız üzere, dünyanın komik açıdan algılanışının görünüş biçimlerindendir. Ancak ne şaka ne de acı alay, kendinden ve kendisi için bir sanatsal değer taşımaz. Onun için sanatta, bunlar eritilip, komik-olanın yeni, kendine özgü sanatsal, yapısal değişkenleri olarak biçimlendirilir; örneğin, grotesk, fars, gülmece, yergi vs.” (Kagan, 185)
“Taşlama, dostçadır, insanın iyiliğine dayanır, hoş olabilir de olmayabilir de ama dostça olmayan, insanın iyiliğine dayanmayan, tam tersine yıkıcı olan acı alaydan farklı olarak, hiçbir zaman kırıcı ve yıkıcı değildir.” Taşlama, toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların ya da politik düzenin yanlış, kusurlu, tutarsız ve yoz yanlarını eleştirici bir gözle ve genellikle güldürü yoluyla açığa serer. Yerme ya da alaya alma olarak sanatsal bir mizahi saldırı biçimi ve özelliğidir. Taşlama, Antik Yunan’dan günümüze ilerici bir nitelik taşımıştır. Yalnız çökmeye yüz tutmuş sınıfların, kendi yerlerini alacak sınıflardan öç almak için kullandığında ya da avangart tiyatroda olduğu gibi “insanlık durumunun” nihilist ve kötümser açıdan, radikal, şüpheci bir şekilde yerilişi olarak kullanıldığında taşlama gerici ve olumsuz bir karakter taşır.
Görsel sanatlarda, insanların gülmeceli bir açıdan çizilişine takılma, yergisel çizilmelerine karikatür denmektedir. Karikatür, ömrünü doldurmuş, ölmek üzere olan her şeyin ölmesini çabuklaştırır. Bizim kendi idealimize düşmanca olan toplumsal kötülükleri taşıyan her şeye bir nefret uyandırır. Bu anlamıyla toplumsal mücadelede en etkili sanat dallarından birisidir. Ama buna rağmen, bugün ülkemizde mizah, belden aşağı vurmakta, kendini günden güne tüketmektedir. Ömrünü doldurmuş bir sistem olan kapitalizmin eleştirisi az sayıda karikatürist tarafından ele alınmaktadır.
Gülmece, bize düşmanca olan bir şeyin değil tam tersine dostça olan bir şeyin estetik olarak bir başka kılığa girişidir. Aslan Asker Şvayk, Charlie Chaplin’in Şarlo’su, Shakpeare’nin soytarıları, buna örnektir. Bu iki karakterde de ‘küçük adam’ın, allak bullak olan dünya karşısında, tüm düzenekleri ve aygıtlarıyla üstüne gelen egemen düzen karşısında ince alaya sığınışı vardır. Şvayk’ın yaratıcısı Hasek onu şöyle anlatır:
“Tanınmamış kahramanlar vardır. Napolyon’un zaferleri gibi önemli başarılar yoktur hayatlarında. Ama kişiliklerini incelerseniz Büyük İskender’in bile yanlarında küçüldüğünü görürsünüz. Bir gün Prag sokaklarında dolaşırken belki bunlardan biri ile karşılaşacaksınız. Devrinin tarihindeki yerinden haberi olmayan bir adamdır bu. Alçak gönüllüdür. Kimseye aldırmadan işini görür, kimseyi rahatsız etmez, kimseden rahatsız olmaz. Adını sorarsanız size şöyle cevap verecektir: Benim adım Şvayk’tır. Evet, bu sakin, kendi halinde, pejmürde giyinmiş adam aslında o meşhur Aslan Asker’den başkası değildir. Ben çok seviyorum Aslan Asker Şvayk’ı. 1. Dünya Savaşı’ndaki serüvenlerini sunarken sizlerin de adsız kahramanı benim kadar seveceğinize inanıyorum. O hiç olmazsa adı gazetelere ya da okul kitaplarına geçsin diye, budala Herostratus gibi Efes’teki Tanrıçanın tapınağını yakmamıştır.”
“Hasek’in romanında savaş, kendi kendini geçersiz kılar. Sıradan adamın bakış açısından ele alınmıştır. Şvayk, sağduyunun ataerkil kiliseye karşı zaferidir. Hasek ve kahramanı Şvayk, geleneğin ve kabullenilmiş düşüncelerin sınırları dışında yer alır, hiçbir önyargıya uymazlar; böylece biz, sıradan insanla doğaya karşı işlenen ortak suçlar olan kitle katliamı ve militarizmi öyle bir düzeyde karşı karşıya görürüz ki, artık anlam anlamsızlığa, kahramanlık maskaralığa, var oluşun tanrısal düzeyi ise grotesk bir tımarhaneye dönüşür.” (Erwin Piscator, Politik Tiyatro Çeviri: Mustafa Ünlü, Suavi Güney)
Hasek’in Şvayk’ı sinemada Chaplin’in Şarlo’su olarak karşımıza çıkar. Sokaktaki küçük adamdır Şarlo. Melon şapkası, dar ceketi, büyük ayakkabıları, bıyıkları ve bastonuyla bir efsane haline gelmiş karakterdir. Bu iki karakterde alt sınıflara aittir. Kullanılan güldürü öğesi, alt sınıfların üsttekilerden öç alması gibidir. Chaplin’in söylediği gibi, sanki yaşamda daha güçlü olmak için mizaha en gereksinim duyan sınıf, alt sınıflardır. Çirkin, aşağı, içi boş, sahte olanı, acı ve katı bir alayla ya da kahkahalarıyla yıkar; işte o zaman gülünç ortaya çıkar. Uyandırıcıdır, gerçeklerin üzerindeki maskeyi söker atar.
Taşlama tatlı ya da tatsız; acı alay az ya da çok iğneleyici, gülmece keyifli ya da keyifsiz, yergi az ya da çok öfkeli olabilir. Anlatıdan Eleştiriye adlı kitabında Kemal Bek, Nasrettin Hoca’nın kara gülmeceleriyle ilgili olarak, “Nasrettin Hoca’nın fıkralarında göze çarpan en önemli kimlik özelliklerinden biri, ‘katı kitabiliğin’ ve ‘şeriliğin’ karşısına ‘hoşgörü’yü değil, ‘doğrudan alay’ı çıkarmasıdır. Bu alay hem kendisine hem topluma hem şeriata hem de yöneticilere yöneliktir. Bu nedenle Hoca, aslında tek bir kişilik olmaktan çok, Anadolu düşüncesinin, yaşama bakışının bir bileşkesidir denebilir. (…) Bu düşüncenin dile getirilmesinin arkasında, kara gülmece yatar.”
Parodi, ciddi olduğu varsayılan ya da kabul edilmiş bir yapıtın tümünü ya da bir bölümünü alaya alarak, çarpıtarak ya da herhangi bir şekilde abartarak ve biçimini koruyarak, ama içeriğini kendi özüne uymayan bir içerikle değiştirerek, öykünme yoluyla, özellikle de içerik ve biçim arasındaki tutarsızlıktan yararlanarak yapılan gülünçleştirme ve böyle bir türe verilen addır.
Kagan’a başvuracak olursak, bize parodi konusunda şunları söylemektedir: “Parodi, gerçekten ya da sanatsal olarak canlandırılan herhangi bir eylemin bir yere kadar yalın taklidini yapar, ama bu taklit, canlandırılan konunun alaya alınışına dönüşür. Parodi ister içtenlikli gülmeceli, ister kırıcı yergisel ister yıkıcı acı alaylı olsun, ancak parodisi yapılan bir eylemin ya da sanat yapıtının üslubunda, eleştiriden ötürü yara alabilecek “zayıf yerlerin” var oluşuyla olanaklıdır. Parodici bu zayıf yerleri bulup ortaya çıkararak, abartma yoluyla gülünçleştirir.” (189)
Grotesk, tiyatro ve edebiyatta komik-olanın en erken biçimidir. Gülünç-olan ile acıklı-olanın yan yana yer aldığı, tuhaflık ve çarpıcılık kertesinde zorlanmış, bağdaşmaz komik durumdur. Özel-olan ile genel-olanın uyuşmazlığından, paradokstan komik-olanın çıkarılmasıdır. Gerçekle ve mantıkla bağdaşmaz görünümü uyandıran tuhaf, çarpıcı, abartmalı ve şaşırtıcı durumlardan alışıla gelmedik gülünçlükler yaratan, daha çok duyumlara seslenen güldürü biçimi ve buna uygun oyunculuktur. Grotesk’te çelişmelerde içerili komik olan vurgulanmakla birlikte, uyum olanağı dışarıda bırakılır. Bu nedenle, Grotesk, yaşanan gerçekle uzlaşmazlık, bağdaşmazlık gösteren oyunlarda kullanılır.
Fars, başlıca oyun türlerinden biri, birlikte anıldıkları komedyadan ayrımı, farsda güldürü öğesinin, fiziksel hareketlerden ve mizahtan çıkarılması, güldürünün kulaktan ve zihinden çok göze ve duyumlara seslenmesidir.
“Fars, komiklik etkisinin hiç kafa yormayı gerektirmeyecek biçimde, salt dış fiziksel bir eylemin anlamsızlığı yoluyla elde edildiği bir biçimdir. Onun için fars, insanın da insanlığın da çocukluk dönemine özgü bir yanıdır. Nitekim insanlık kültürünün zihinsel olgunluk çağında fars ölmüştür artık, bugün farstan kalan en son şey, sirklerdeki palyaçoların yaptıkları görülebilir ancak.” (190)