11 Eylül
20.yüzyılın başlarında iki dönem ABD başkanlığı yapan (1901-1909) Thedore Rooswelt bir mektubunda şöyle yazıyordu. “Hemen her savaşı memnuniyetle karşılayabileceğimi söyleyebilirim, çünkü bu ülkenin bir savaşa ihtiyacı var”.
T. Rooswelt'ten yüz yıl sonra da bu gerçek değişmedi. ABD'nin yine bir savaşa ihtiyacı vardı. Bunun için ne gerekiyorsa yapılacaktı.
11 Eylül 2001'den bir sene evvel gerçekleşen ABD başkanlık seçimlerindeki şaibeler o günlerde çok tartışılmıştı. Bu seçimlerin sonucu olarak Clinton yönetimi son bulmuş; silah ve enerji tekellerine güven verici, IQ seviyesi mizah konusu olan oğul Bush başkanlık koltuğuna oturmuştu. Bush Hükümeti'nin kadrolarının her biri enerji, silah, kimya, uzay ve havacılık şirketlerinde önemli görevlerde bulunmuş kişilerden oluşmuştu. ABD tekelleri dünya pazarlarındaki gerilemeleri, ekonomideki resesyonu (gerileme ve durgunluk) siyasi alanlardaki gerilemeyi tersine çevirmek ve her şeyden önemlisi yükselen proleter devrim hareketlerini bastırabilmek için devlet yönetimine “ayar” yaparak yeniden düzenledi. Artık ABD'nin rakip emperyalist devletlere nazaran tek güçlü kalan silah ve savaş sanayisi dünya egemenliğini yeniden tesis edebilmek için hamleler yapabilecek hükümete de sahipti. Siyaset savaş ekonomisine tabi olmuştu. Ve ABD tekellerinin hazırlıkları, savaş hazırlıkları hızlandı....
Pentagon ve özellikle CIA çok daha önce alt yapısını hazırladıkları savaşa biçim vermeye başlamışlardı.
1962 tarihli açığa çıkarılmış “gizli” dökümanlardan yararlanarak yeni dünya savaşının nasıl oluşturulduğu anlaşılabilir.
“Miami Florida'nın diğer kentlerinde ve hatta Washington'da komünist bir terör kampanyasına girişmeliyiz. (...) Küba'daki Amerikan üssü, Guantanamo Körfezi’nde bir Birleşik Devletler gemisini havaya uçurabiliriz. Zaiyatın Birleşik Devletler gazetesinde yer alması, ulusal öfkenin bir destek dalgasına dönüşmesine yol açabilir.”3
Bu sözler 1962 tarihli bu dökümanda Küba'nın işgali için bir plan olarak bir tümgeneralin -Pentagon'da çalışan- Savunma Bakanlığı'na gönderdiği belgede yer alıyor. Bu alıntıdan da açıkça anlaşıldığı gibi, ABD “kendi” vatandaşlarını öldürmekte hiçbir tereddüt göstermemektedir. Hazırlanan bu planın yürürlüğe girmemesi bu gerçeği değiştirmiyor. ABD tarihinde (sınıf savaşları tarihinde de egemenlerin) bu türden komplolara bolca rastlamak mümkündür. Yıllar sonra 11 Eylül'ün belgeleri de açığa çıkaracaktır... İkiz Kuleler’in enkazı altında kalan 3.500 insanın hangi çıkarlara ve hangi yöntemler kullanılarak katledildiği aydınlatılacaktır. Ancak şimdiden elimizdeki bilgilerle ayrıntıya girilmese de, ABD'nin dünya emekçi halklarına açtığı savaşın ilk kurbanları olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır.
Beklenmedik bir anda, beklenmedik bir yere yapıldığı iddia olan 11 Eylül saldırılarının üzerinden bir ay bile geçmeden ortaya çıkan gerçeklerle, 11 Eylül'den çok önce “bilinen ve beklenen” bir saldırı olduğu konuşulmaya başlandı. Saldırıyı gerçekleştirenlerin daha öncesinden Amerika'da uçak kullanma eğitimi aldıkları ortaya çıkanlar arasında. Ve aynı zamanda bir kısmının FBI ve CIA tarafından kayıtlı olduğu, takip edildiği de kamuoyuna duyuruldu. Kayıtlı bu kişilerin 11 Eylül’den kısa bir süre önce takibi durdurulmuş!
Gerçekleştirilecek saldırı bilinmesine rağmen, Amerika Havacılık Dairesi'nin almış olduğu karar ise takdire şayan. Temmuz ayına kadar pilotların silah taşımalarına olanak veren yasa Amerikan Havacılık Dairesi (FAA) tarafından iptal ettiriliyor. “Saldırıların uçaklarca gerçekleştirileceği bilinmiyor olabilir” diye düşünenler yanılıyor. Hayır biliniyor. Hatta sadece ABD'li yetkililerce değil, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bile biliyor. Eylül ayı sonlarında Putin Amerikan NBC televizyonundaki programda, ABD'li yetkililerce edindiği bilgileri iletmesi için derhal ve kesin bir dille uyarılması için Rus Gizli İstihbarat servisine emir verdiğini açıkladı. Putin'nin iletmesini emrettiği bilgi, havaalanlarına, hükümet binalarına ve ABD'nin bazı binalarına sivil uçaklarla gerçekleştirilecek saldırının bilgisidir. Bu bilgi ABD yetkililerine verilmiş olmasına rağmen, güvenliği arttırıcı hiçbir önlem alınmayıp, aksine oldukça gevşetilen uygulamalar olmuştur.
Pentagon, CIA ve Beyaz saray ellerine geçen tüm bilgileri birbiriyle paylaşmışlardır. Tüm olanaklara rağmen “saldırının” önlenmemesi, görevlerini eksik yaptıklarıyla değil, bu saldırıları kendilerinin organize etmeleriyle açıklanabilir yalnızca.
94 yılından beri kırmızı bültenle aranan, 98 yılında başına ödül konan Amerikan uşağı Usame Bin Ladin'in 11 Eylül saldırılarından sorumluluğu alelacele ilan edildi, başına konan ödül arttırıldı. Bill Clinton “2001'in Temmuz’unda Usame'nin yakalanabileceğini” açıklamıştı Ekim ayında. Bu yorumunu temellendirdiği olay ise şöyledir: Usame kronik böbrek rahatsızlığından dolayı 4 Temmuz 2001'de Dubai Amerikan Hastanesindeki özel süitinde 10 gün kalıyor. Bu süre zarfında ise CIA bölge istasyon şefi tarafından özel süitinde ziyaret ediliyor. Görüşme kayıtları elimizde mevcut değil. Ancak tahmin edilir ki, sıradan bir 'hasta ziyareti' değildir bu durum. Bin Ladin 14 Temmuz’da özel uçağıyla ayrılıyor ve bir gün sonra CIA istasyon şefi Washington'a doğru yola çıkıyor. Clinton, Usame'nin yakalanma koşulunu olduğunu söylerken haklıdır, eksik alan şeyi biz tamamlayalım, Usame'ye CIA'in dünya proletaryasına karşı savaşın organizasyonu için ihtiyacı olduğundan, yakalanma koşulu olmasına karşın, tutuklanmamıştır.
İkiz Kuleler’e çarpan uçakların bağlı bulunduğu havayolu şirketleri, United Airlines ve Amerikan Airlines'in Newyork borsasında 6 Eylül tarihinden itibaren hisseleri yüksek fiyatlardan satılmaya başlanması ve bu olağan dışı satışların 11 Eylül arifesine kadar sürmüş olması (diğer haftalara nazaran %1200'e ulaşması) tesadüfi bir durum diye görmezden gelinemez. Bu şirketlerin saldırı sonrası doğacak zararlarını gidermeye dönük girişimdir yalnızca. Borsada işlem gören uçak şirketlerinin hisseleri yüksek fiyatlardan el değiştirmesinin ardındaki kişi, 11 Eylül'de CIA'in başında bulunan kişidir. Tesadüf olmadığı gün gibi açık.
ABD ve İngiltere ittifakının “gerçekleşecek terör eylemi” sonrası Asya'da yürüteceği savaşın hazırlıklarını yapması, komplo teorisinin tüm taşlarını yerine oturtur niteliktedir.
“1-10 Eylül günleri arasında İngiltere, Arap yarımadasının Pakistan'a yakın noktası olan Umman'a “Hasat Harekatı” çerçevesinde 25 bin askerini ve en büyük donanma filosunu konuşlandırdı. Aynı anda komandolarını taşıyan iki ABD gemisi, Arap gemisinde Pakistan sınırının hemen dışındaki bir bölgeye ulaştı. Yine aynı zamanda 'Parlak Yıldız Harekatı' için Mısır'da bulunan 23 bin NATO askerine, 17 bin ABD askeri daha katıldı. Tüm bu askeri güçler, ilk uçak Dünya Ticaret Merkezi'ne saldırmasından önce yerlerini aldılar.”44
Savaşa dahil edilecek ilk birlikler yerlerini aldıktan bir gün sonra 3500 kişi katledildi. Kendi tabirleriyle “ulusal öfkenin bir destek dalgasına dönüşmesi” için “zaiyat” abartılarak basına duyuruldu. Nereden ve nasıl meydana geleceği belli olmayan terör saldırılarının önüne geçebilmek adına “savaş körüklendi”. Basın tekellerinin sözcüleri, yazarları tek bir savaş bayrağı altında yer alınması için savaş muhabirliğine soyundular. “İntikam çığlıkları” atılmaya başlandı. Terör paniği sürekleştirilerek Beyaz Saray “terörizmle savaş”ın gerektirdiği tüm önlemleri birbir almaya başladı. Bu önlemlerin ilk sonucu ABD emekçilerinin kazanımlarından budanması olarak kendini gösterdi. Sivil özgürlükler rafa kaldırılmış, istihbarat servisleri “cadı avı” başlatmıştı. İç Güvenlik Bakanlığı kuruldu, onlarca yeni yasa çıkarıldı, sebep göstermeden gözaltına alınmalar yasalaştırıldı, gözaltı süreleri uzatıldı, göçmenlerin bir kısmı sınır dışı edildi, askeri mahkemeler kuruldu. Önlemler birbiri ardı sıra geldi...
5 Ekim tarihinde şarbonla tanıştı tüm dünya. Pentagon patentli şarbonlar mektup zarfı içinde çıkmaya başladı. Ve iki gün sonra Afganistan topraklarına bombalar yağmaya başladığında, ülke içinde farklı bir ses çıkmamasının koşulu oluşturuldu. Afganistan'da kimyasal silahlarıyla, kitle imha silahlarıyla katledilen insanların varlığı sorgulanmasın istendi. Afganistan bombalanırken, Amerika'da şarbon paniği devam etti. Ve sessiz sedasız şarbon gündemden düşürüldü. Zarflardan çıkan şarbonun Pentagon araştırma merkezlerinin birinde imal edildiği ve yine Amerikan sınırları içinde postaya verildiği ortaya çıkmıştı. Oysa günlerce şarbonlu mektupların kaynağı olarak Irak gösterilmiş, Irak'ın elinde bulunduğu iddia edilen kitle imha silahlarının Amerika'nın ülke güvenliğine tehdit oluşturduğu propaganda edilip, “Afganistan'dan sonra Irak” olarak gösterilmişti.