ABD Emperyalizminin Yeni Arzuları
Taliban’ın Afganistan'daki İktidarının Sonu
Emperyalizm, SSCB'nin dağılması sonucunda eski Sovyetlerin etkin olduğu ülkeleri, Rusya'yı ve Doğu Avrupa ülkelerini kısaca ikinci paylaşım savaşı sonrasında kapitalist pazar ekonomisinden çıkan ülkeleri kendi pazarına dahil etmek; kendi sömürü alanları haline dönüştürmek istiyordu. İşe Doğu Avrupa ülkelerinden başlamıştı. Emperyalist-kapitalist ülkelerin yıllardır aşamadığı ekonomik kriz yapısaldı, sosyalist yönetim dağılmış olsa da sosyalist üretim sistemini içine alıp eritme olanağı yoktu. Bu yüzden parçalara ayırıp öyle sahip olmaya çalışıyordu. Çekoslovakya, Bulgaristan, Yugoslavya’da savaş gerekmişti. Pakistan'da eğitilip Afganistan'da savaşa sürülen “deneyimli” Taliban, bu bölgelerde “Ulusal Kurtuluş Ordusu”, “Özgürlük Savaşçıları” adı altında emperyalizmin ihtiyaçlarını karşılamak için savaşa dahil olmuşlardı.
Doğu Avrupa ülkelerinin kısmen de olsa kapitalist pazara dahil edilmesinin sarhoşluğuyla gözler Orta Asya ülkelerine çevrildi. Rusya'nın, ABD'nin başını çektiği emperyalist ülkelerin “kuşatma stratejilerini” görmemelerine imkan yoktu. Rusya geri düşüş sonrası IMF'den aldığı desteğin arkasından gelen ekonomik-siyasi yaptırımların kendisini çöküşe doğru sürüklediğini fark edip IMF'ye olan borçlarını ödeyerek IMF ile olan bağlarını kesip atmıştı. Emperyalizm, Rusya'yı kendi pazarına sermayesinin gücüyle dahil edilemeyeceğini anlamıştı. “Renkli devrimler”le de Rusya ve Orta Asya'nın ilhakını gerçekleştirememişti. Ülkeler içinde iç karışıklık çıkartma ve ülkenin ekonomisini çökertme girişimlerine devam etti. Ekonomik ve siyasi müdahalelerle Rusya'yı ve bölge ülkelerini denetimi altına almayacağını görmesi dolayısıyla, askeri yönlü adımlarını sürdürdü.
ABD'nin Asya'daki varlığını ve gelecek hedeflerini tehlikeye düşüren, Rusya ve Çin'in önemli bir bileşeni olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)'nün hızla büyümesinin önüne geçebilmek için salt bölgelerde iç iç karışıklık çıkarmak, üsler kurmak yeterli gelmiyordu. Asya'da oluşan ve kendi egemenliğini tehdit eden oluşumu yok edebilmek için Rusya ve Çin'in arasında bir kama gibi duran Afganistan topraklarındaki Taliban iktidarına son verip Amerikan ordusunun bölgeye yerleşmesi gerekiyordu.
Halen devam eden Çeçenya sorununun mimarı ABD ve İngiltere ittifakıdır. Hazar havzasından çıkarılan petrol ve doğalgazın ana boru hattı Çeçenya ve Dağıstan bölgelerinden geçerek Moskova'ya ulaşmakta ve oradan dağıtımı yapılmaktadır. Çeçenya ve Dağıstan bölgelerinde özellikle 94-95 yıllarından beridir Çeçen gerici militanları, gerilla yöntemleri kullanarak Rusya'ya karşı savaşıyor. Liderleri Şamil Basayev ve El-Hattab öncülüğünde bir grubun Pakistan ve Afganistan'daki CIA destekli kamplarda eğitim gördüğü herkesçe bilinen bir sırdır. Çeçenya'daki bu paramiliter örgüt, diğer ülkelerdeki tüm gerici güçlerin yaptıkları gibi uyuşturucu ve kadın ticaretinden, insan kaçakçılığına kadar her türlü yoz işlere buluşarak, dini maske altında çete faaliyetlerini sürdürmektedir.
Michel Chossudovsky 2001 Eylül tarihli makalesinde1 şöyle belirtmiştir bu durumu:
“Basayev'in örgütü narkotik, Rus petrol boru hatlarının delinerek petrol kaçırılması ve sabote edilmesi, insan kaçırma, fuhuş, kalpazanlık, nükleer madde kaçakçılığının yanı sıra, büyük çaplı kara para aklayıcılığı da dahil pek çok kirli işe karıştı, bu yasa dışı işlerden elde edilen gelirle paralı askerlerinin masrafları ve silah satın almak için gereken kaynaklar sağlandı.”
Bugün halen bu “örgüt” varlığını devam ettirmekte ve ABD'nin koruyucu şemsiyesi altında kontr-gerilla faaliyetlerini sürdürmektedir. Taliban’ın Afganistan'da iktidardan uzaklaştırılmış olmasına rağmen, Taliban’la aynı kamplarda eğitilen, aynı eğitimlerden geçmiş olan Basayev ve adamlarının ABD desteğiyle terörist eylemliliklerde bulunması bir tezat mıdır? Tabii ki değil. ABD'nin Afganistan'daki kısa vadeli hedefi Orta Asya'yı kontrolü ve denetimi altına almak, Basra Havzasından sonra ikinci büyük enerji rezervlerini kendi kontrolleri altında oluşturulacak boru hatlarıyla dağıtımı sağlayacak (Trans-Afgan boru hattı) ve bu sayede gelişen-gelişmekte olan ülkeleri kendine bağımlı kılmaktır. Molla Ömer iktidarıyla bu hedefleri gerçekleştiremeyeceği aşikardır.
20.yüzyılın son çeyreğinde emperyalist sistem içine girdiği kriz durumundan bir türlü çıkamamış ve çöküşe doğru hızla yol almaktaydı, sıçramalı çöküş sürecine girmişti. Neredeyse çeyrek yüzyılı kapsayan ekonomik krize geçici çareler bulan, ancak kısa bir aralık sonra tekrar su yüzüne çıkan, her defasında çok daha boyutlanmış, derinleşmiş olarak emperyalist sistemi tehdit eden bu kriz, emperyalist-kapitalist sistemi varlık-yokluk aşamasına getirdi.
Kapitalizmin ekonomik işleyiş yasaları, özel mülkiyetin bir sonucu olarak, sefaletin artması, üretici kitlelerin alım gücünün yok olması, dünya ölçeğinde kapitalist pazarın yıkımı, sermayenin merkezileşmesiyle el ele gider. Emperyalist ülkeler, ülke sınırlarını kaldırıp dünya topraklarını ve bu topraklardaki zenginlik kaynaklarını gasp edip, dünya emekçilerinin, proletaryasının yaratmış olduğu artı-değere el koyarak servetlerini büyütüyorlardı. Bu süreç, üretilen malların toplumsal üretimin meyvelerini alamayan dünya emekçi kitlelerinin sistem dışına sürüklenmesine yol açıyordu.
Yaşanılan ekonomik krizler nedeniyle milyonlarca işçi sokaklara atılarak, dünya işsizler ordusunun birer üyesi oldular. 2000 yılı BM verilerine göre dünyada 1 milyar işsiz bulunmakta. “ABD'li üç zenginin servetinin toplamı, en yoksul 48 ülkenin GSMH'sından daha fazla bulunuyor.”2 Küçük mülk sahipleri -hatta büyük şirketler- bir gecede servetlerini kaybedip proleter yığının arasına karışıyor... Sermayenin merkezileşmesi, yoksulluk ve açlığın küreselleşmesi emperyalist-kapitalist sistemin sonuçlarındadır. İşsiz kalan 1 milyar insan ve her geçen gün bu yığına eklenen milyonlarca işçi, yeniden çalışan konumuna dönemeyecek. Çünkü krizin yapısal olması, yeni iş alanlarının açılmasını pek mümkün kılmıyor. Ekonomik ve toplumsal yıkım geniş emekçi yığınlarda geçmiş deneyimlerini de kullanarak, kapitalizme karşı savaşın gerekliliğinin bilincini oluşturuyor, onları harekete geçiriyordu.
Yaşam hakları ellerinden alınan milyonlar, yaşam koşullarını değiştirebilmek için anti-kapitalist, anti-emperyalist eylemlere yöneldiler. ABD'nin sanayi merkezlerinden Seattle'da başlayan gösteriler (50 bin işçi bu eylemde yer almıştı) arka arkaya devam etti, Davos, Washington, Cenova... “Başka Bir Dünya Mümkün”, “Kapitalizm Öldürür, Kapitalizmi Öldürün” şiarları altında milyonlarca kişi, emperyalistlere kabus olmaktaydı. Anti-kapitalist eylemciler için hiçbir “sınır” kalmamış, dünya eylem alanı haline dönmüştü. Emperyalistler için bu ekonomik-politik ve toplumsal krizden kurtulmanın, dünya emekçi yığınlarının ayakları altında ezilmemenin tek yolu kalmıştı. Dünya proletaryasına, komünistlere, emekçi yığınlara karşı savaş.
Emperyalistler, egemenler, kime karşı ve niçin savaş açtıklarını açıklama yürekliliğine ve gücüne sahip değildirler. Savaşların asıl nedenleri hiçbir zaman açıklanmaz. Her daim “savunma” kılıfı içerisinde sunulur. Yoksul ve emekçi kesimi kendi burjuva çıkarlarının savunulması için aldatma yolu seçilir. Gerçekler ters yüz edilerek, sanki karşı taraf ülkenin bütününü yok etmeye girişmişçesine lanse edilir. Ve bu sayede de ülkede yaşayan geniş bir kesimi kendi yanına çekip, kendi çıkarları için savaştırmaya olanak yaratmış olur. ABD 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı'na girmek için Pearl Harbor'a Japon kamikazelerince atılan bombaları kullanmıştı... Vietnam Savaşı'nın resmen başlatıldığı tarihte ise (Ağustos 1964) Kuzey Vietnam gemilerinin Tonkin Körfezi'nde “rutin” bir görevde bulunan iki ABD gemisine ateş etmesi iddiasında bulunulmuştu. ABD basınına yansıyan bu haber sonrası Vietnam'a karşı savaş için Kongre'den “Tonkin Körfezi Kararı” onaylandı. Vietnam Savaşı'ndan yıllar sonra, yayınlanan haberin yalan olduğu ortaya çıktı. Ayrıca Kuzey Vietnam'a girmek için böyle bir Kongre kararının çıkarılması fikrinin olaydan üç ay önce Mayıs ayında konuşulduğu itiraf edildi. Yani eğer “savaş” kendini dayatmışsa, sebep yoksa da yaratılır!
ABD kendi yetiştirdiği, örgütlediği Taliban ve El-Kaide'yi yaklaşan “savaşta” kendi etkinliğini meşrulaştırmak için kullandı. Dünya proletaryasına karşı açtığı savaşın örtüsü olarak!.. 11 Eylül'de İkiz Kuleler’in dumanı tüterken Bush'un yaptığı açıklama şöyleydi: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak... Teröre karşı sınırsız ve süresi olmayan bir savaş”! Bush (ABD) gerici güçlere karşı savaşıyormuş edası vererek, ilerici güçleri yanına çekmeye çalışıyor. Savaşımını “haklı” temellere dayandırmak için kendisini “savunma” konumundaymış gibi gösteriyor. Tekelci kapitalizmin yarattığı Hitler'in ardılları onun öğretilerini yaşama geçirmeye devam ediyor. “İnsan” diyor Hitler “doğuştan günahkardır, sadece zor yardımıyla yönetilebilir. İnsanla ilişkilerde her yöntem mübahtır. Eğer politika gerektiriyorsa yalan söylenmeli, ihanet edilmeli, hatta cinayet işlenmelidir”. Hitler'in ardılları savaş politikasının gerektirdiği her yaptılar, cinayetten öteye geçip katliamlar gerçekleştirdiler. İkiz Kuleler'de ölenler kanıtıdır.