< Seçimler ve Devrimci Politika -7-

Marksizm ve İç Savaş

Şimdi devrimci durumla bağlantılı ve iç içe olan; günümüz koşullarını anlamak açısından birinci derecede önemli görünen bir başka kavrama, iç savaşa ilişkin Lenin’in analizlerine bakalım.

Leninist Parti 1990’ların başında bu konudaki görüşlerini Marksizm ve İç Savaş, Sınıflar Savaşımında Zorun Rolü ve Silahlı Ayaklanma çalışmalarında ayrıntılı biçimde ortaya koymuştu. Burada sadece konunun parlamenter mücadele ile bağıntısını sergilemekle yetineceğiz.

Lenin’in iç savaşa ilişkin taktik ve manevralarını belirleyen iki ana çizgi vardır. 1- Başlamış olan bir iç savaş karşısında tutum, 2- Bir şiar olarak iç savaş. Birinci çizginin, 1905-06’da ve 1917 Temmuz-Ekim’de, konunun somut gelişmeler etrafında incelemesini görürüz. İkinciye dair yazılar ise 1914-17 arasını kapsıyor.

Ekim Devrimi’ne kadar Avrupa genelinde bir “mezar sessizliği” hüküm sürdü. Devrim, 1918’den itibaren, cephelerde kardeşleşme eğilimine güç kattı. Almanya’da gelişmeler baş döndürücü tempoda olgunlaştı. Donanma askerleri 1918 Kasım’ında ayaklandı. Karl Liebknecht, Reichstag balkonundan Sovyet tipi örgütler kurmuş işçilere cumhuriyeti ilan ederken, Alman imparatoru soluğu yurt dışında alıyordu. Emperyalist ülkeler bu gelişmeden sadece iki gün sonra savaşı bitirdiler ve tüm güçleriyle proleter iç savaşı kan gölünde boğmaya giriştiler. Böylece Lenin’in “şiar olarak iç savaş” taktiği, pek çok ara aşamayı hızla sıçrayıp aştı ve nihai sonucuna, devrim ve karşı-devrimin kanlı hesaplaşmasına vardı. Lenin’in “süngülerin gündeme geldiği” başlamış olan iç savaşa karşı tutumu günümüze dair daha fazla esinlendirici fikirler barındırıyor. 1905 Kanlı Pazar’ını iç savaşın başlangıcı olarak gören Lenin, halkın genel silahlanmasını, devrimci anın en yakın görevi ilan ediyordu. “Bütün işçilerin ve genel olarak bütün yurttaşların derhal silahlanması, hükümet makamlarını ve kurumlarını yok etmek üzere devrimci güçlerin hazırlanması ve örgütlenmesi -ortak darbeyi vurmak için bütün devrimcilerin birleşebilecekleri, birleşmeleri gereken pratik temel budur.” (Seçme Eserler, Cilt 3, s 273) Bu üst düzey, kapsamlı ve karmaşık görevlere, devrimin en üst düzey politik görevini de ekler: GDH

1905’in başında, yalnızca birkaç ayı geride bırakmış bir dizi çatışma, grev, barikatlar ve tek tek silahlı eylemlerden oluşan iç savaşın ilk deneyimlerinden, bu denli yüksek görevler çıkartmak ve acil gündeme sunmak, kimilerine şaşırtıcı gelecektir. Lenin, devrimci bir halk ordusu ve GDH şiarını attığında, bizzat kendi ifadesiyle “henüz halk çok bilinçsiz, çekingen.” Hareketin gelişim düzeyinde de muazzam farklar var. Bazı kentlerde işçiler, yüzer yüzer kanını akıtıyor barikatlarda, diğer yandaysa, henüz sendikal harekete bile yani uyanan geniş işçi havzaları. İç savaşı hızla şiddetlendiren, bizatihi devrimin de başlamış olmasıydı. Bu yüzden Lenin, halk ordusu ve GDH gibi son derece karmaşık ve üst düzey görevlerin yerine getirilmesi sürecinin “kendiliğinden gelen ilk dalgasında” nasıl oluşmaya başladığını gözlemler. (Bkz Devrimci Ordu, Devrimci Hükümet, Seçme Eserler Cilt 3) Yıllar önce Marx, Rus halkı için şöyle ifadeler kullanmıştı. Bir halk ki tekme tokattan başka bir şey görmez, işte devrimi yapacak halk odur. Çarlık, 1902 yılına kadar, yasalarında “dayak cezası” bulunan bir gericilikti. Yani, 1905’te, ektiğini biçiyordu. Lenin, her iki yüksek görevin, bizzat halk tarafından çözülebileceğini ileri sürerken, işte bu tarihi gerçeklerden hareket ediyordu.

Süngüleri gündeme getirerek, iç savaşla birlikte devrimi de patlatan Çarlık, ilk anda şiddetin dozajını arttırdı. Onlar artık her yerdeler, sıkıyönetimler, idamlar, “kurşunu esirgemeyin talimatları, bir noktadan sonra yetmez olur. Bir yanda en kanlı pogromları gerçekleştirecek Kara Yüzler Örgütü bir araya toplanır ama diğer yanda özgürlük vaatleri sıralanır. Çar, hem Trepov’a, hem Vitte’ye ihtiyaç duyar. Ancak proletarya, daha işin başında, bu vaatleri elinin tersiyle itti, devrimin öncü sınıfı, diğer emekçi sınıfları da aynı kararlılıkla hattına çekti. Bu, bir iç savaşta, en kritik andır. Olayların bir fırtınaya dönüşmesi, asıl olarak bu andan sonradır. “... hareketin yükselişinden sonra, hep görünürde bir durgunluk yaşayan, fakat gerçekte güç biriktiren ve nihai darbeye hazırlanan proletarya...” Aralık ayaklanmasına doğru koşar adım gidiyordu. Her iç savaşın kritik bir anı varsa işte budur. Süngüleri devreye sokarak gericiler, halkın uyuklayan gücünü harekete geçirirler; korkuları arttıkça terörleri ve azgınlıkları da artar. Gericilik güçlerinin tümüyle dağılacağını ya da tükeneceğini hissettikleri bir anda, “politik çevirme” manevralarına başlar. Bu kritik dönemeçte iki olası yol vardır. Birincisi, devrimci sınıflar bu çevirmeye kendilerini kaptırırlar ve hasımlarının güç tazelemesine izin verirler. İkinci yol, devrimci sınıfın bu çevirmeyi reddetmesidir. İşte o zaman, kaderi belirleyen çatışma, uzak değildir. İç savaşın bu dersini, günümüz gelişmelerini ele alırken bolca hatırlayacağız. Sonradan anlaşılacaktır, Moskova Ayaklanması, devrimin kaderini çizen ayaklanmadır. Not etmemiz gereken şu ki, kader belirleyici bu çatışma “örgütsüz insan kalabalıklarının kendiliğinden ve güvensiz biçimde barikatlar kurmasıyla” patlak veriyor, hareket tüm partileri ve örgütlü kitleleri alıyor.

Aralık ayaklanmasının yenilgisinden sonra, iç savaşta sıra, “Rusya’nın her yerinde uygulanan partizan savaşı ve kitle terörü”dür. “Gerilla Savaşı” başlıklı makalesinde Lenin, bu olguyu ele almakta ve onaylamaktadır; çünkü “Belirli keskin siyasal ve iktisadi bunalım dönemlerinde, sınıf savaşımı doğrudan bir iç savaş, yani toplumun iki kesiti arasındaki silahlı savaşıma doğru gelişme gösterir. Böyle dönemlerde Marksistler, iç savaştan yana yerlerini almak zorundadırlar.” (Marx, Engels, Marksizm, s 192)

Sözkonusu makalede Lenin, uzun iç savaş terimine yer veriyor. Bu terimi, Engels’ten aldığı fikirlerle geliştiren kişi Kautsky’dir. Ve Lenin, bu fikrin önemine öylesine inanır ki, döneklikle suçladığı Kausky’yi havan atışlarıyla paçavraya çevirdiği yıllarda bile, bu fikir için ondan bir alıntı yapmaktan çekinmez.

Kuşkusuz, 1905-1906’yı kapsayan yaklaşık iki yıllık bir iç savaşa, “uzun” sıfatı vermek, bugünün bakışıyla garip görünebilir. Engelsin işaret ettiği gibi, 19. yüzyıl devrimlerinde her şey, başkentte bir barikatın etrafında belirleniyordu, barikatın direngenliğiyle gerici saflarda moral bozukluğu yaratılıyor, birlikler saf değiştiriyor ve gericiler daha destek güç toplayamadan kader anı gelip çatıyordu genellikle birkaç gün ya da birkaç haftada. Zamanla, gericilerin elindeki militarist aygıt gelişti, otoriteye saygı ve yetke alışkanlığı militarist aygıtça tam anlamıyla hakim kılındı, yedek birlikleri isyancı merkeze hızla toplayan ulaşım, demiryolları ortaya çıktı. Bu gelişmeler, “halkın yönetime karşı yekpare savaşımı”nın kısa sürede gelen zafer koşullarını zayıflatmakla kalmadı; burjuvazinin artan örgütlenme ve kamuoyu yaratma (basın, radyo, tv) gücü ve tekeli sayesinde, iç savaşlar, halkın iki kesiminin savaşımına doğru evrildi. Rusya, 1905-06 da, böyle bir uzun iç savaş örneğiydi. Halk arasında devrimin düşmanları sayıca azdılar, ama bu az sayıda karşı-devrim taraftarlarına tüm basın kapılarını sonuna dek açtı, Çarlık ordularının ceza seferlerine eşlik ederek, daha örgütlü ve birleşik bir güç haline geldiler. İleride tartışacağımız üzere, iç savaşların süresi, 19. yy. başında birkaç haftadan, 20. yy başında iki yıla kadar uzamıştı, bu süreyi uzatan ögeler 20. yy boyunca işlemeye devam etti. Özel ve korunaklı bir militarist kurumsallaşma, ulaştırma ve haberleşmede muazzam ilerlemeler, halkın erişebildiği silahlar ile gericilerin silahları arasında açılan uçurum; burjuvazinin kamuoyu yaratma tekelinin sağlanması, ve bu bir dizi etmene mutlaka eklenmesi gereken faşizm olgusu... Ve tüm bunların yanında ve üstünde, halk sınıflarının direşkenliğini sağlayan tarihi çelişkilerin birikimi, özlemlerinin çözümünü acil ve ertelenemez kılan tüm koşullar, işte bunlar, iç savaşları on yıllara yayacak.

Lenin, “başlayan iç savaş” sorununa, 1917 yılında yeniden döner. Rusya’nın son birkaç aylık döneminde kendini gösteren burjuva iç savaş ile proleter iç savaşın farklı karakterlerine vurgu yapar. Şubat devrimi sonrası, Nisan-Temmuz günlerine “proletarya tarafından ve bir iç savaş başlangıcına çok yaklaşan şiddetli kendiliğinden patlamalar gördük.” (Ekim Devrimi Dosyası, sf. 117) diyor. Lenin, kendi tabiriyle bu “iç savaşa yakın” gösterileri, proleter iç savaşın tüm karakterini analiz etmek için kullanmakta hiçbir sakınca görmüyor. Diyalektik üzerine kurusıkı laflar etmek yerine (bizde çok görülür böyleleri. Bir olgu ya da kavramı dikkatlice incelemek yerine, onu kolay yoldan reddetmenin gayet sağlam bir gerekçesi hemen bulunur: “Ama bu diyalektiğe aykırı”) Bu diyalektiği Felsefe Defterlerinde etraflıca araştıran Lenin için, en önemlisi şudur: “Alelade tasarım, farkı ve çelişkiyi kavrar, ama bunların birinden ötekine ‘geçiş’i kavrayamaz, oysa en önemli olan da budur.” Sağduyu denen, her şeyi kompartımanlara bölme alışkanlığının emrindeki alelade fikir yürütmeye göre, elbette, “iç savaşa yakın” olayların, aynı zamanda iç savaşı zorunlu hale getiren tüm ‘geçiş’leri ve ara bağlantıları içerdiğini kavrayamaz. Kornilov ayaklanması da benzer şekilde burjuvazi tarafından ilan edilen bir iç savaşın başlangıcı sıfatıyla, Lenin’in ameliyat masasında yerini alır. Her ikisi de, şu beş farklılık yeniden incelenir: 1) Hareketin kendiliğindenliği (ah, yine o kahredici kendiliğindenlik!), 2) Hareketin erekleri, 3) Katılan yığınların bilinci, 4) hareketin gücü ve 5) Sürekliliği.

Lenin’e göre, proleter iç savaşa yakın hareketin kendiliğindenliği, onun yığınlar içindeki köklerinin sağlamlığına, onu etkisiz hale getirmenin olanaksızlığına işaret eder. Burjuva iç savaş ise, ancak bu aldatmaca ve otoriteye saygınlıktan beslenip fışkırabilir. Kendiliğinden hareket denince, yalnızca, sınıfın sendikal bilinç sınırlarını akla getirenler bu nokta üzerinde bir daha düşünebilirler. Tıpkı Aralık silahlı ayaklanması gibi, proleter iç savaşlar kendiliğinden özellikler taşıyabiliyorlar ve bu, onu engellemenin olanaksızlığını anlatır sadece.

Proleter iç savaş, ereklerini açık yüreklilikle, kolay anlaşılır biçimde ve yüksek sesle ilan ederken burjuva iç savaş ancak, ereklerini saklayarak ilerleyebilir. İlki, ereklerini ne denli açık ve belirgin bir biçime taşıyabilirse (yani, arkadan dolanmak yok, devrimi ‘aldatmak’ yok) daha etkindir. İkincisi ise, yalanlarını her adımda büyütmek zorunda kalır.

Proleter iç savaş yığınların bilincinde yüksek aşamalara geçişi hızlandırır. Burjuva iç savaşta ise, “güruhlar”a ateşli kahramanlıklar esinleyen bilinçten eser yoktur. Bu yüzden burjuvazi kendi iç savaşında giderek daha bilinçsiz katmanlara, nüfusun dipteki tortularına, bu savaşa yalnızca kolay yoldan vurgunlar ve macera hevesiyle katılanlara dayanmak zorundadır.

Burjuva iç savaşta gücün kaynağı en başta paradır. Ve karaçalıcı basındır. Bir zafer anında bu güçleri kurutmak oldukça kolaydır. Proleter iç savaşın gücü, yığınların uzun dönemli bilinçlerine, bilinç düzeylerine, öncü partinin peşinden sürüklediği kalabalıklara, yalnız bu değil, öncünün sloganlarına yakınlık duyan çok daha kalabalık bir çevrenin varlığına bağlıdır.

Proleter iç savaşın sürekliliği elindeki tüm propaganda ve örgütlenme olanaklarının gaspedilmesine, geniş çaplı tutuklama ve infazlara karşı direşkenliğinde ortaya çıkar. O tam da yok olup gitti dendiği anlarda her seferinde yeni bir güçle ayağa kalkar. Burjuva iç savaşın yığınları ise tersine tüm burjuva toplum önünde en üst saygınlığa ve dokunulmazlığa kavuşturulur. Ne zaman o dokunulmazlık zırhında ufacık bir delik açılır, burjuva iç savaşın kahramanlarını ara ki bulasın!! Lenin, burjuva iç savaşın sürekliliğine ilişkin, henüz bir veri yok diyor. Ama bir kaç veriyi bizim eklememizde bir sakınca yok. Burjuva iç savaş en kısa sürede sonuç almaya odaklıdır. Her seferinde daha kapsamlı ve şiddetli ortaya koyduğu yöntemlerin işe yaramadığı anlaşılınca, moral bozukluğuna, karşılıklı suçlamalara, iç hesaplaşma ve tasfiyelere kaynaklık eder. Bu topraklardaki ve başka yerlerdeki pek çok burjuva iç savaş dersi Lenin’in bu noktadaki analizini tamamlamaya izin veriyor.

Gelelim Şubat-Ekim döneminde Lenin’in yerel ve genel Duma seçimlerine katılmasının ve bunun iç savaşla bağıntısının nasıl ters yüz edildiğine... Nimtz gibiler, devrimin öngününde bile, Lenin’in boykottan yana tavrı olmadığını kanıtlayabilmek için, yerel ve genel Duma seçimlerini, o anki somut koşullardan kopartılmış haliyle, karşımıza çıkartıyorlar. Öyleyse kısaca Şubat-Ekim döneminde Lenin’i bu seçimlere götüren duruma bakalım.

Umut Çakır

Devam Edecek...

 

İlk bölümü okumak için tıklayınız.

İkinci bölümü okumak için tıklayınız.

Üçüncü Bölümü okumak için tıklayınız

Dördüncü bölümü okumak için tıklayınız

Beşinci bölümü okumak için tıklayınız

Altıncı bölümü okumak için tıklayınız

Umut Çakır'ın Yeni Dönem Yayıncılık'tan 2019'da yayınlanmış olan Seçimler Ve Devrimci Politika kitabından alınmıştır. Kitaba ulaşmak için tıklayınız.