19 Mart'ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın önce gözaltına alınıp arkasından tutuklanmasıyla başlayan, giderek bütün Türkiye'ye ve kısmen de Kürdistan'a yayılan bir halk ayaklanmasına dönüşen devrimci kitle gösterileri, önemli ölçüde geri çekildi.
Bununla birlikte, yaklaşık on gün süren devrimci kitle gösterilerinde dikkati en çok çeken şey, gelişmelerin başında öğrenci gençliğin ve genç kadınların eylemlerin yükselmesinde ve yayılmasında oynadıkları rol oldu. Abartıya düşme korkusu olmadan diyebiliriz ki, ilk gösterilerin üzerin benzin dökmüş gibi alevlendiren, büyük bir dinamizm katan üniversite öğrencileri, ama özellikle de İstanbul Üniversitesi öğrencileri oldu.
Denizlerin okulunun mücadele havasını soluyan devrimci gençlik, kimsenin beklemediği bir anda, kendisine, okulun mücadele geçmişine yakışanı yaptı: İlk gün, gösterilerin ilk saatinde Saraçhane'de toplananların üzerine çöken karamsarlığı, umutsuz havayı sokağa çıkarak bir anda ve dakikalar içinde dağıttılar. Böylece İstanbul'da çakan kıvılcım bir iki gün içinde bütün Türkiye'yi bir yangın yerine çevirdi. Devrimci kitle gösterileri bir halk ayaklanması düzeyine ulaştı.
Daha ilk günden “hükümet istifa” sloganı ve talebiyle sokağa çıkan kitleler daha ileri gidemediler. Ayaklanma, CHP ve dinci faşist iktidarın elbirliği ile söndürüldü. CHP ve Genel Başkanı, ayaklanmayı mümkün olduğunca Saraçhane alanıyla sınırlamaya; talepleri de tutuklanan İmamoğlu'nun durumu etrafında tutmaya çalıştı. “Boykot” konusunu ortaya atarak hükümetin istifası talebini geriye atıp unutturmaya çalıştı. Dinci faşist iktidar, CHP'nin uzattığı bu eli hemen kavradı; “boykot” meselesini köpürttükçe köpürttü; bütün dikkatler “hükümet istifa” talep ve sloganından “boykot”a çevrildi. Böylece, ayaklanma düzen için gerçek bir tehlikeye dönüşmeden, dinci faşist iktidar ve CHP işbirliği ile söndürüldü.
Halkın çok farklı kesimlerinin, ama özellikle, dinci faşist iktidara büyük bir öfke ve kin içindeki kentin küçük burjuva ve orta kesimlerinin; öğrenci gençliğin katıldığı ayaklanma daha ileri gidecek kararlılığı gösteremedi. Bu durum, ayaklanmada ağırlığı teşkil eden toplumsal kesimlerin sınıfsal karakterlerinden ileri geliyordu. İşçi sınıfı, yoksul kitleler ve Kürt halkı -uzlaşmacı partinin de büyük etkisiyle- ayaklanmada etkin biçimde yer almadılar.
Halk ayaklanması, ancak işçi sınıfı ayaklanmanın başına geçerse -nasıl ve hangi toplumsal kesimler tarafından başlatıldığından bağımsız olarak- ve işçi sınıfı ayaklanan halk kitlelerine önderlik ederse işte o zaman ayaklanma, gidebileceği en ileri noktaya, burjuva egemenliğin yıkılması ve politik iktidarın halk güçleri tarafından ele geçirilmesi noktasına kadar gidebilir. Çünkü sadece işçiler, tam özgürlük için, devrimci demokratik bir iktidar için sonuna kadar ve kararlılıkla mücadele etme yeteneğine sahipler. Türkiye ve Kürdistan'ın ayaklanma deneyimleri, sadece işçilerin başladıkları işi hayatları pahasına sonuna kadar götüreceklerini bize yeterince öğretiyor.
Ancak bunun için “böyle zamanlarda devrimci partinin önderlerinin de görevlerini daha kapsamlı ve daha cesurca ortaya koymaları, şiarlarının devrimci kitlelerin inisiyatifinin önünde gitmesi, onların yolunu aydınlatması, onlara demokratik ve sosyalist idealimizi bütün görkemi ve güzelliği içinde göstermesi ve tam, mutlak ve tayin edici zafere giden en kısa, en doğrudan yolu göstermesi zorunludur”.
Evet, bir halk ayaklanmasında kitlelere önderlik edebilmek için devrimci işçi önderlerinin yapması yerine getirmeleri gereken en önemli görev, devrimci kitlelerin inisiyatifinin önünde giden şiarlar ortaya koyması, bununla kitlelere en doğru, zafere, yani burjuva egemenliğin yıkılacağı ve politik iktidarın emek güçlerinin eline geçeceği giden en kısa, en doğrudan yolu göstermesidir. Bu konuda devrimci komünist parti önderlerinin cesurca hareket etmeleri tayin edici önemdedir.
Bu anlamda, kitlelerin “Hükümet İstifa” sloganıyla sokaklara çıktığı bir yerde ve zamanda, bu inisiyatifin önünde gitmek, “mutlak, tam ve tayin edici zafere” giden yolu göstermek ancak iktidar hedefini bütün açıklığıyla, çekinmeden, korkusuzca ortaya koymakla mümkündür. Bunu ortaya koyacak şiar, Geçici Devrim Hükümeti şiarıdır.
Bu şiarı atmak kimi aklı evvellerin sandığı gibi, böyle bir hükümetin hemen, pratik olarak hayata geçirilmesi çağrısı yapmak değil elbette. Ama bu şiarın ortaya atılması, kitlelerin şimdiden yıkılacak burjuva hükümetin yerine ne konulacağı, ne konulması gerektiği üzerinde düşünmelerini, bu konuyu gündemlerine almalarını sağlamak demektir.
“Devrim, ayaklanma muazzam bir aydınlatıcı ve örgütleyici güce sahiptir. Ayaklanma ya da devrim sırasında halkın güçlerine inançsızlık çok tehlikelidir ve buna izin verilmemelidir.” (Lenin)
Halk ayaklanması geri çekildi ama ortadan kaldırılmadı. Ayaklanmayı ortaya çıkaran maddi temeller orta yerde durmalarının ötesinde, giderek daha da olgunlaşıyor. Yeni bir halk ayaklanması dalgası kapıda. Faşist devletin baskı ve terörü artarak devam ettiği gibi, dinci faşist iktidar için, halk kitleleri üzerindeki bu yıkıcı politikasını yoğunlaştırmaktan başka yol yok. Sömürü, kitlelerin yoksullaşması derinleşerek sürüyor. İşsizlik, yani işçilerin yaşamdan kovulması, açlık ve sefalete terk edilmesi artıyor; buna karşılık düzenin bu gidişi tersine çevirecek hiç bir koşulu yok. Dolayısıyla, halk kitlelerinde dinci faşist iktidara yönelik yıkıcı öfke ve kinin birikmesi artarak sürüyor. Kısacası, yeni bir ayaklanmanın, iç ve dış, tüm koşulları birikmeye, yoğunlaşmaya devam ediyor.
Devrimci işçi önderler, her şeyden önce, işçi-öğrenci gençlik birliğini sağlamanın yolunu bulmalılar. Bir öğrenci gencin yazdığı gibi, “omuz versen bu kıvılcım yangın olur”. Evet ve bunun için devrimci öncü işçilerin “işçi-öğrenci gençlik el ele” şiarını öne sürerek buna uygun bir pratik içinde olmaları lazım. Kürt halkına, özgürlük yolunun, bugün için dinci faşist iktidarda cisimleşen burjuva egemenliğin yıkılması olduğunu gösterecek, “Kürt-Türk Halklarının Mücadele Birliği” ve “İstanbul-Botan El Ele” şiarını öne sürmeleri gerek.
Kurtuluşun tek yolu Birleşik Devrimdir; bunun dışındaki her işaret, her yol önerisi, iki ülke halklarını aldatmaktan başka bir anlam taşımaz. Dolaysız egemenlik Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının, emekçi halklarının eline geçmelidir. Gerçek, tam ve tutarlı demokrasinin tek çözümü budur.
Hazırlıklar bu gerçeğe uygun olmalıdır.