Birçok siyasi çevre, siyasi iktidarın, her yerde halka savaş açtığını söylemeye başladı. Gerçekte ise, bu, yıllarca süren bir durum. Reformist çevrelere yeni gelmesinin nedeni, iktidarın kayyum darbesidir. Belediye yönetimleri ve parlamento üyeliği onların asıl mücadele alanlarıdır. Dolaysıyla devletin saldırısının yaygınlaşmasını bununla ölçüyorlar.

Siyasi iktidar yalnızca bu alanlarda değil, ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamın bütün alanlarında halklara karşı savaş yürütüyor. Çünkü gerçek anlamda ne egemendir ne de yönetebiliyor.

Oradan buradan aldığınız sözlerin ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz. Söylediğinizi sonuna kadar götürün. Bunun için şu soruyu sormanız yeterli: Neden halklara savaş açıyor? Çünkü işler yolunda gitmiyor. Ve yönetmekten yoksun duruma düştü. Çünkü halk kitleleri her yerde tekelci kapitalist düzene ve siyasi iktidara başkaldırıyor. İktidar halklara savaş açtı derken eksik söylüyorsunuz. Toplumsal ve siyasal durumu bütünlüklü olarak değerlendiremiyorsunuz. Türkiye ve Kürdistan halkları da senelerdir, iktidarla savaş yürütüyor, her yerden, her noktadan ateş açıyor. Yıllarca süren bir iç savaş var. Emekçi ve ezilen halkların başkaldırısı önceden de vardı, bu iktidar döneminde daha da yoğunlaştı.

Tepedekilerin, alttakilere savaş açması, onların değil, bizim gücümüzü gösteriyor. Daha tam bir anlatımla, onların zayıflığını, bizimse gücümüzü ortaya koyuyor. Bütün bu durum, herhangi bir durumu değil, devrimci durumu anlatır. Sonuç olarak, söylediğinizi daha ileriye kadar götürürseniz, devrimci durumla, devrimci krizle karşılaşırsınız. Karşılaştığınız durum, gerçeğin ta kendisidir. Sizinse, hiç varmak istemediğiniz bir noktadır. Çünkü, siyasal, örgütsel ve pratik duruşunuzu buna göre ayarlamanız gerekecek. Buna uygun davranmak ise, size göre değildir.

Politik mücadelede yanılgıya düşmemek için olgulardan hareket edilmeli. Fakat, olguculardan farklı olarak Marksistler, bakış açılarını olgularla sınırlamazlar; tarihin gelişim önünü ana çizgileriyle, teorik olarak ortaya koyarlar. Bu topraklarda sınıf savaşının keskinleşmesi bir olgudur. İktidarın her yerde halklara savaş açması, sınıf savaşının ne denli keskin olduğunu açıklıyor. Sınıf savaşının keskinleşmesinin, toplumsal ayaklanma ve toplumsal devrimle dolaysız bağı var. Daha tam ve doğru ifade etmek gerekirse, devrimin toplumsal çelişkilerle keskinleşen sınıf savaşıyla doğrudan ilişkisi var. Olaylar ortadayken sınıf çelişkilerinin keskin olmadığını kim iddia edebilir? Somut durumun kendi gelişimi ve kendi somutluğu içinde tahlili, bu biricik bilimsel analiz yöntemi bizi bu sonuca götürür. Ama siz bu sonuca varmasın diye analizi olmadık kalıplara sokuyorsunuz.

İktidar her yerde halklara savaş açtı, diyenlerin pratikte, karşı bir pozisyon alması gerekiyor. Politik tespitlerimizin, pratik eylemsel sonuçları olmalıdır. Yoksa, sosyal gevezeler durumuna düşeriz. Komünist proletaryanın bakış açısından, teoriyle, pratiğin bağı vardır. Aradaki ilişki de devrimci politikayla kurulur. Teoriyle pratiğin birliği olmaksızın ne toplumsal devrimi başarabiliriz ne de halk demokrasisi ve sosyalizmi gerçekleştirebiliriz.

Şayet, tespitinizi, başka yerlerden almayıp kendiniz gelişmelerin evriminden çıkardıysanız, siyasi tespitinizle, siyasal ve toplumsal pratiğiniz arasında bir iç tutarlılık, bir iç birlik olması lazım. Hiç de öyle değil. Günlük çalışmalarınız başka şey söylüyor, eyleminiz ise daha başka bir şey. Örgütsel konumlanışınız ise, siyasal saptamanızla ilişkisiz. Arada bir bağ yok. Oysa, mücadelenin üzerinde hareket ettiği toplumsal ve politik zemin değiştiğinde, mücadele biçimi ve örgütsel konumlanış da değişir. Ama siz de böyle bir devrimci içtenlik yoktur.

Son iki mitinge bu açıdan bakılmalı. Ankara ve İstanbul’da yapılan işçi ve emekçi mitingleri, emekçilerin sokakta kazanacağız haykırışlarının somutlanmasıdır. Emekçi kitleler, gençlik ve diğer ezilenler büyük bir öfke dolu, başkaldırıyorlar. Eylemde yapılan konuşmaların da bunu yansıtması gerekiyor. Fakat, burjuvalaşan işçi sendikalarının ve diğer ortaklarının oluşturduğu uzlaşmacı blok temsilcilerinin konuşmaları, bir uzlaşmadan öte gitmedi. Sosyal reformist ve oportünist siyasetlerin politik açıklamaları da aynı içerikte. Konuşmacılar, emekçilerin öfkesini ve başkaldırısını söndürmek için büyük çaba harcadılar. Oysa politikaları siyasi iktidarı alaşağı etmek olmalıdır. Emekçi halkların birleşik genel ve devrimci ayaklanması olmadan, orada ifade edilen ekonomik talepler bin kere tekrarlansa da pratik bir anlamı yoktur. Devrimci bir çıkış zorunlu fakat burjuvazinin sınıf işbirlikçisi olan bu çevrelerden böylesi bir devrimci tavır beklenmez. Onlar senelerdir sadık bir muhalefet çizgisi izliyor. Muhalefet çizgisinden, devrimci mücadele çizgisine ulaşmadan, ciddi devrimci bir çıkış yapamazlar. Çeşitli kentlerden Ankara’ya yürüyen işçilerin başkaldırısına, hücumcu tavrına bakın, bir de uzlaşmacı reformist parti ve sendikaların ılımlı ve kaçak güreşen tavrına bakın. Arada ne büyük bir paradoks var.

Düşman her zaman işçilerin kararsızlık göstermesinden ve yalpalamasından yararlanmıştır. Sınıf işbirlikçisi sendika liderleri ve reformist siyasetler emekçi sınıfta kararsızlık yaratıcı politika izliyor. Oysa eylemci işçiler, eylem boyunca kararlı bir duruş sergiliyor. Bu duruş karşısında, düşmanın hiçbir baskı yöntemi işe yaramıyor. Eylemci işçilerden öğrenmeliyiz.

Eylemde, hele bir ayaklanmada kararsızlık ve her tür yalpalama, yenilgiye, bozguna götürür. Bu durumda olmamak için, ne için mücadele yaptığını net olarak bileceksin. Ne için savaştığını bilmiyorsan ne yöne gideceğini tayin edememişsen seni bekleyen acı sondan kurtulamazsın. Günlük ekonomik mücadelesinden bahsetmiyoruz. Temel devrimci siyasal hedeflerden bahsediyoruz. Devrimci hedefler mücadelesi işçi sınıfının tarihsel yükümlülüğüdür. İşçi sınıfı tüm ezilenleri yalnızca ve ancak temel devrimci hedefler mücadelesinde birleştirebilir. Çünkü yalnızca devrim emekçi sınıfı kurtarabilir. Yalnızca devrim, kapitalizm tarafında ezilenleri, kapitalizmin baskısından kurtarabilir. Devrim, kitlelerden, kesin bir kararlılık ister.

Burjuva egemenliği sonuna kadar içtenlikli bir devrimci mücadeleyle yıkılır. Yanınıza çektiğiniz kitleleri senelerce ikincil hedeflerle oyalayacaksınız sonra da bu siyasi iktidar nasıl bu kadar zaman ayakta kalıyor diye soracaksınız! İnsanların umudunu burjuva parlamentosuna, seçimlere bağlayacaksınız, sonra kalkıp, bu yolla gitmesini bekleyeceksiniz. Dün bu politikayı izlediniz, bugün de aynı yolda ilerliyorsunuz. Halklarsa sokakta kazanacağını, yani eylemlerle, eylemleri ayaklanma düzeyine çıkararak kazanacağını çok iyi öğrendi. Uzun mücadele eğiticidir. Bugüne kadar ısrarla bunu söyledik, bundan sonra da ısrarla sonuç almak için mücadele yürüteceğiz.

İktidarın her yerde halklara ateş açtığını söyleyenlerin kitle eylemlerinin niteliğini yükseltmesi beklenir. Mesele yalnızca çok sayıda kitle eylemi yapmak, eylemlere katılanların sayısını artırmak, daha kalabalık miting ve başka etkinlikler yapmak değildir. Yığınsal eylemlere sadece nicelik açısından bakılamaz. Bize her yerde savaş yürüten iktidara karşı kitle eylemlerinin içeriğini güçlendirmemiz, eylemlerin seviyesini yükseltmemiz gerekiyor. Seviye yükseltmek nicel olarak, eylemleri daha kalabalık ve sınırlı talepleri daha yüksek sesle ilan etmek değildir. Eylemlerin seviyesini yükseltmek eylemleri nitelikli hale getirmek, devrimcileştirmektir. Yani burjuva egemenliğini ve siyasi iktidarı tepe taklak edecek devrimci bir anlayışla hareket etmektir. Seviye yükseltmek, eylemlerin eylem düzeyini yükseltmektir. Yani bizi sonuca götürecek bir itiş kazandırmaktır.

İşçi sınıfı ve halk eylemlerinin seviyesini yükseltmek, devrimci politik amaçla doğrudan bağıntılıdır. Devrimci siyasi amaçları olanlar, her seferinde amacı gerçekleştirmek için, daha etkin eylemler örgütler. Yapılanlar sonuca götürmediği sürece eylemlerin seviyesini yükseltir.

Kitle eylemlerinin temel istemlerinden biri, özgürlüktür. Bizim gibi siyasi baskının, yasakların, tahakkümün bu yöndeki her eylemin katliamla karşılandığı, yani bu yönde harekete geçen, ayağa kalkan herkese savaş açıldığı ülkelerde, özgürlük uğruna mücadele sistemin krizini derinleştiren bir konudur. Özgür bir ortamın sağlanması için yapılan eylemler sistemin krizini ve siyasal krizi derinleştiren bir rol oynuyor. Fakat, burjuva toplum çerçevesinde sorulması gereken soru, neyin özgürlüğüdür? En demokratik kapitalist ülkelerde de, özürlük denilince akla gelen özgürlük, kapitalistin işçiyi sömürme özgürlüğü, çalışanların işsiz kalma, aç kalma, sefalet içinde yaşama özgürlüğüdür. Siyasi haklar, sosyal haklar çok sınırlıdır, denetimlidir, güvensizdir. Devrimci mücadelenin hedefi, özgür bir ortam oluşturmaktır. Fakat, gerçek özgür bir ortam, devrim sorunudur.

Yakın zamanda Türkiye’ye gelen ve bir söyleşi yapılan Michael Hardt, 70’lerin “yıkıcı” ruhunu ele alırken ve bundan övgüyle söz ederken, daha sonra, bundan uzaklaşıldığını söylüyor.

“O dönemin devrimci hareketleri, özgürleşme mücadelelerine odaklandı” diyor. Hardt, söylediklerini bazı örneklerle ortaya koyuyor. Mesela şunu diyor: “İşçi özgürleşmesi yerine, daha yüksek maaş talepleri gündemde” Bu örneklerden şu sonucu çıkarıyor: “Oysa özgürlük mücadelesinde başarılı olabilmek için devrimci arzunun cüretini yeniden ele geçirmemiz gerekiyor.” Gerçek özgürlüğü, bugünkü toplumdan daha yüksek bir toplum temeline dayandırmadıkça, eski toplumun sınırları içinde burjuva diktatörlükte, “devrimci arzunun cüretini” ne kadar göstersen de gerçekleştiremezsin. Özgürlük mücadelesini yeni ve daha üstün bir toplum mücadelesinden ayrı ele alamazsın. Yeni ve daha ileri bir toplumu da, özgür bir ortamın yaratılmasından bağımsız göremezsin, çünkü, sosyalizm özgür bir ortamda inşa edilir.

70 sonrasında, özgülük amacından geriye düşüldüğü yüzeysel bir akademisyen yorumudur. 79’da Nikaragua’da devrim oldu. Nikaragua, Küba ile birlikte Latin Amerika’nın en özgür ülkesi oldu. Yine Latin Amerika 90’larda ve sonrasında kıtasal ayaklanma ve devrimlere sahne oldu. Latin Amerika hiç bu kadar özgür olmamıştı. Aynı dönem birçok Arap ülkesinde devrim gerçekleşti. Oralarda devrimler gasbedilse de insanlar devrim boyunca özgür oldular. 90 sonrası ABD’de, Avrupa’da ve Türkiye’de (Gezi) ayaklanmalar devrimci cüretin örnekleridir. Kadın hareketi, bu dönemde dünya çapında etkileyici eylemler koydular. Bu, baskı ve sömürü toplumuna karşı yapılan bir başkaldırıdır. Komünist kadınlar, kadınların gerçek, tam, eksiksiz özgürlüğü hedefiyle ayaklanmalarda yerini aldı. Özgürlük mücadelesi, sosyalizm mücadelesiyle birlikte ele alınıyor.

Türkiye ve Kürdistan’da kapitalizme karşı ezilen ve sömürülenlerin yıkıcı ve devrimci mücadelesi on yıllardır sürüyor. Halk demokrasisi ve sosyalizm yıkıcı ve devrimci mücadeleyle gerçekleşecektir.

C.Dağlı

3 Şubat 2025