Elbette başlık bir iddiayı taşıyor. Ama kanıtları var, göstereceğiz. Dinci gericiliğin çöküş içinde olması, devrimci fikirlerin emekçi sınıflar içinde yayıldığının da güçlü işareti. Dinci gericiliğin Türkiye dahil, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve hatta dünyada çöküş içinde olması emekçi kitlelerin devrimci fikirlere yönelmesinin, devrimci eylemlere ilgisinin artmasının, ayaklanmacı ruh haline sahip olmasının hem sonucu hem de işaretidir. Birine bakarak öteki hakkında rahatlıkla değerlendirme yapılabilir.
Dinci gericiliğin çöküş sürecinin coğrafyasını Kuzey Afrika’dan izlemeye başlayabiliriz. İlk akla gelen Tunus’tur; 2010-2011’den itibaren başlayan halk devrimlerinin işaret fişeğini çakan ülke, Tunus.
Sığ düşünüp sığ değerlendirme yapmaya alışkın Türkiye solu, emperyalistlerin de desteği ile dinci faşistlerin Tunus Halk Devriminin üstüne konmasını devrimi yadsımanın gerekçesi haline getirdi. Nahda denen dinci hareket Tunus devrimcilerinin dağınıklığından yararlanarak, paranın ve emperyalistlerin her türlü desteği sayesinde iktidarı ele geçirdi. Bu geçici durum, sığ düşünenlerin Tunus devrimini “gerici” ayaklanma olarak ilan etmelerine yetti.
Aynı durum Hüsnü Mübarek’in devrildiği Mısır halk devriminde de yaşandı. Mısır devrimi, beklenmedik bir zamanda ve hızla gelişince dağınık, örgütsüz, devrimci komünist bir partiden yoksun Mısır devrimcileri yerine Müslüman Kardeşler denen dinci çete, İsrail, ABD, Türkiye gibi devletlerin doğrudan müdahalesi ve yardımıyla iktidara kondular.
Çok geçmeden her iki ülkede emekçi sınıflar tekrar ayaklandılar. Bu, dinci gericiliğin çöküş sürecinin ilk büyük işaretiydi. Tunus’ta nispeten sessizce, Mısır’da büyük bir gürültüyle Müslüman Kardeşler iktidarı yıkıldı. Her iki ülkenin burjuva sınıfı ve emperyalistler, politik iktidar “istenmeyen” güçlerin eline düşmesin diye at değiştirme yoluna gittiler. Mısır’da Sisi’nin gelişi böyle organize edildi. Tunus’ta dinci faşist iktidar seçimi kaybetti. Kazanan “laik” burjuva güçler, dinci faşistleri yeniden hükümete “ortak” olarak aldılar. Ama bu durum dinci faşistlerin çöküş sürecini engellemedi. Mısır’da, Müslüman Kardeşler çetesi tümden dağıldı.
Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, İsrail ve cümle emperyalistler, dinci faşistlerin Mısır ve Tunus’taki çöküşünü “arızi” bir durum olarak değerlendirmiş olmalılar ki, Suriye’de aynı ata oynadılar. Mısır’dan sonra Müslüman Kardeşler çetesinin en örgütlü olduğu yer olan Suriye’de dinci faşist bir iktidar kurmak için harekete geçtiler.
Sonuç biliniyor. Dünyanın her yerinden devşirilen, it, kopuk, katil, hasta ruhlu dinci faşist ne varsa, paranın gücüyle toplayıp Suriye’de sahaya sürdüler. Önce başlarında Müslüman Kardeşler denen çete vardı. İlk dağılan bu çete oldu. Öyle ki, yedi yılın sonunda adı geçmeyecek derecede unutuldu. Bu, aynı zamanda, onların hamisi, “biraderi” olan Türkiye’deki dinci faşist partinin, dolayısıyla dinci faşist iktidarın yenilgisiydi. Mısır ve Tunus’tan sonra Türkiye’deki dinci faşist partinin/iktidarın ikinci yenilgisiydi. Çöküş sürecindeydiler.
Bir ara not: Türkiye solu bu süreci, sığlığından dolayı, göremedi. Aksine, yükselme çizgisinde olduğunu sanarak, dinci faşist partiye ve özellikle “reis”ine hiç bir zaman sahip olmadığı zeka ve yetenek vehmetmeye devam ettiler.
Devam edelim. Dinci gericiliğin Ortadoğu’daki çöküş süreci, Suriye ve Irak’tan Filistin topraklarına sıçradı. Filistin devrimi komünist kanallara akmasın diye, Filistinli örgütlere karşı, İsrail-ABD ve bölge gericiliği tarafından kurdurulan HAMAS, daldan dala konduktan sonra, iflasını ilan etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin dinci faşist partisinin ve “reis”inin sahiplenmesi de onu kurtaramadı. Gemiyi kurtarmak için önce “lider”ini safra olarak attı. Olmayınca, Suriye’ye tekrar yamanmaya çalıştı. Yine olmayınca iflasını ilan ederek Gazze’yi FKÖ’ye teslim etti. Filistin devrimci örgütlerinin gelişimi önündeki önemli bir baraj böylece yıkıldı.
Sırası gelmişken bir parantez içinde de olsa belirtmeden olmaz: Filistin devrimini dinci kanallara akıtmak için bizzat İsrail-ABD-Müslüman Kardeşler çetesi tarafından kurulan bu örgütün kurucu kadrolarından Ahmed Yasin bir İsrail bombardımanı sonucu öldüğünde Türkiye’de bazı devrimci yapılar gözyaşlarına boğulmuşlardı. Sığlık işte böyle bir şey. Tıpkı, 2001’de “İkiz Kuleler”i yıkan El Kaide’cileri “ezilenlerin sesi” olarak “selamlayanlar” gibi..
Parantezi kapatıp Türkiye’ye gelebiliriz artık. Türkiye’de dinci gericiliğin durumu nedir diye sorarsanız, bütün ahmaklar topluluğu koro halinde “güçlerinin zirvesinde” olduğunu söyleyecekler size.
Gerçek durum tam tersi. Çöküş sürecinde olduklarını en iyi kendileri biliyor. Birincisi, dindar nesil yetiştirme planları çöpe gitti; İmam Hatip’ler sinek avlıyor. İkincisi, eğitim sistemi toptan çökmüş vaziyette. Toplumun ezici bir kesimi, dinci faşist iktidarın eğitim sisteminde yapmaya çalıştığı şeye büyük öfke içinde. Dinci faşist iktidarın ideolojik alanda attığı her adım sempati yerine anti-pati, kin ve nefret kaynağı oluyor.
İşlerin geldiği nokta, yıllarca içine tükürdükleri, içine tükürmeyi varlık nedeni saydıkları tabağı yalamak; “Kemalizm”e sarılmak oldu. Düştükleri denizin ortasında saman çöpünden medet umuyorlar. Dinci faşist söylemi terkediyor, yerine “laik-kemalist” söylemi ikame etmeye çalışıyorlar.
Devrimci hareket açısından önemli soru şudur: Dinci faşistleri böylesi bir çark edişe mecbur kılan nedir? Kısaca söyleyelim: Bu çark edişin, bu ölüm taklasının nedeni, emekçi sınıflar ve gençlik başta olmak üzere toplumun ezici bir kesiminde devrimci fikirlere, devrimci eyleme olan eğilimdir.
Keyiflerinden değil, çöküşü önlemek için bu ölüm taklasını atıyorlar. Başaramayacaklar!