Başlıktaki soruya yanıt vermeden önce, emperyalistlerden demokrasi beklentisi içindeki liberallere, uzlaşmacılara, sosyal reformistlere emperyalistlerin dinci faşizmin arkasındaki temel güç olduğunu kanıtlamamız gerekiyor.
Çünkü bu kesimler hala, Biden'den, yani ABD'den tutalım da Merkel'in Almanya'sına, Merkel'in kaptanlığında yol alan Avrupa Birliği'ne kadar nerede emperyalist güç varsa onların dinci faşist iktidara “demokrasi” için baskı yapmaları beklentisi içindeler. Gerçi bazı liberallerin akıllarını başlarına devşirdiklerine dair ufak tefek belirtiler var, ama, bu genel tabloyu değiştirmiyor. Genel tablo, bu kesimlerin emperyalistlerin dinci faşist iktidar üzerinde “demokratik adımlar” atması yönünde baskı yapacağı beklentisi içinde olduklarını gösteriyor.
Neyse ki, emperyalistlerin dinci faşist iktidara “demokratikleşme” yönünde adım attırma gibi bir dertlerinin olmadığını kanıtlamak için fazla uğraşmamıza gerek bırakmayan gelişmeler peş peşe ortaya çıkmaya başladı. Bu gelişmelerden biri, Federal Alman Meclisi'nde karşımıza çıktı. Bu Meclis'te Merkel Hükümeti'ne yapılan eleştirilerde Sol Parti milletvekillerinden biri, “Merkel ve Hükümeti, Erdoğan rejiminin suçlarına ortaktır” deyiverdi.
“AKP-MHP iktidarının Suriye ve Karabağ’ın ardından Ukrayna’da savaş çıkartma hazırlığı içinde olduğunu bildiren Dağdelen ‘Türkiye’de neler olduğunu değil, Berlin ve Brüksel’de neler döndüğünü konuşalım’ diyerek Almanya ve Avrupa’nın aldığı pozisyona dikkat çekti. Ankara ile ilişkilerde ‘Pozitif ajandadan’ söz edildiğini ve Gümrük Birliği anlaşmasının genişletilmesi gerektiği yönünde çağrıların yapıldığını hatırlatan Sol Partili Dağdelen ‘Eğer hala Türkiye ile ilişkilerin derinleştirilmesinden söz ediliyorsa, demek ki Türkiye’de bu yaşananlar Avrupa’da kabul görüyor. Merkel ve hükümeti Erdoğan rejiminin suçlarına ortaktır.’”
Türkçesi, Alman tröstlerinin işlerini yürüten basit bir komiteden ibaret olan Alman hükümeti ile bu tröstlerin bir memuru olarak, hükümetin başındaki Merkel, dinci faşist iktidarın suç ortağıdır. “ThyssenKrupp”, “Siemens” gibi Alman tekellerinin Türkiye'de insan hakları, demokrasi sağlansın diye kendi çıkarlarından vazgeçeceklerini düşünmek ne onulmaz saflık! Nitekim Merkel, sahiplerinin çıkarlarına sadık şekilde, yaptırım değil, yatırım peşinde koşmaları gerektiğini; dahası, Fransa ve Yunanistan'ı peşine takarak söyledi.
Fakat Merkel'in bu tümüyle “duygusal” politikası daha bir şey değil. NATO, emperyalist-kapitalist sistemin bu savaş örgütü, Rusya ve Çin'e karşı, dünya çapında müttefik devlet arayışına çıkmış bulunuyor. Bu “düşman” listesine Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ni, Küba’yı, dünya emekçi halklarını eklemeden geçmemek lazım.
NATO tarihinin belki de en saldırgan Genel Sekreteri olan Danimarkalı Jens Stoltenberg, Çin'e karşı Pasifik bölgesinde Avustralya, Yeni Zelanda, Kapitalist Kore, Japonya gibi her emperyalist savaşın kamberi olan ülkeleri NATO'ya katmaya çalıştıklarını açıklarken Karadeniz'de NATO varlığının en yüksek seviyeye çıkarıldığını itiraf ediyor. Karadeniz'i olduğu gibi, Doğu Akdeniz ve Ege denizini de NATO'nun savaş gemileriyle doldurmuş bulunuyorlar.
“NATO gemilerini orada bulundurarak Türkiye, Yunanistan ve AB’yi fiilen bir araya getirebildiğimizi ve önemli bir anlaşmanın icrasına yardım ettiğimizi düşünüyorum” dedi.
Irak ve Suriye’ye sınır bir ülke olan Türkiye’nin “önemli bir müttefik” olduğunun hesaba katılması gerektiğini kaydeden Stoltenberg “Türkiye uluslararası terörizme karşı savaşta önemli bir rol oynamakla kalmadı, hiçbir müttefik Türkiye’den daha fazla mülteciye ev sahipliği yapmadı”
Gerçek amaçlarını saklamak için her zaman kullandıkları “uluslararası terörizm ve mültecilere ev sahipliği” sakızlarını fire olarak düştüğümüzde geriye gerçekler kalıyor. Tam da bu noktada, RTE'nin bundan altı yıl önce ABD-NATO'yu Karadeniz'e çağırdığını hatırlamak son derece aydınlatıcı olacak. “Karadeniz Adeta Rusya'nın Gölü Haline Dönüşüyor” başlıklı haberin bir bölümü şöyleydi:
“Balkan ülkelerinin NATO, Avrupa Birliği ve AGİT başta olmak üzere Avrupa Atlantik kurumlarıyla entegrasyon süreçlerine yönelik desteğimizi bir kez daha burada teyit ediyorum. Kapasite geliştirme çabalarınıza katkılarımızı NATO kapsamında da sürdüreceğimizi yine vurgulamak isterim. Karadeniz'i, kıyıdaşlar arasında işbirliğini esas alan güvenlik işbirliği temelinde tekrar bir istikrar havzası kılmalıyız. Kısa bir süre önce Stoltenberg ülkemizdeydi. Ziyareti sırasında kendisine söyledim; 'Bakın dedim, Karadeniz'de görünmüyorsunuz. Karadeniz'de görünmeyişiniz Karadeniz'i adeta Rusya'nın bir gölü haline dönüştürüyor. Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız. Olayın gerek hava, gerek deniz, gerek kara, bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız. Eğer atmazsak tarih bizi affetmez ve mevcut işbirliğimizi bölgesel anlayışına uygun olarak derinleştirmeliyiz. Bu konudaki somut önerilerimizi de önümüzdeki dönemde Karadeniz'e kıyıdaş ülkelerle paylaşacağımızı da bu vesileyle ifade etmek isterim."
Faşizm, bir dünya savaşını kışkırtacak kadar gözü dönmüş bir saldırganlıktır. Dinci faşizm, NATO ve ABD'yi Suriye'ye savaş açmaları için elinden gelen ter tülü kışkırtmayı yaptı. Barışsever olduklarından değil ama göze alamadıklarından yanaşmadılar. İşte o kışkırtmalar sırasında RTE, NATO'yu Karadeniz'e böyle çağırmış ve Balkan devletlerinin de NATO'ya alınmasını istemişti.
RTE'nin “dostum Putin” dönemine beş kala, 2016 Mayıs'ında ortaya koyduğu dilekleri, bugün fazlasıyla gerçekleşmiş durumda. Örneğin, son haftalardaki askeri gelişmelere ilişkin olarak şunu göstermek yeterli olur: “Halihazırda Karadeniz'de, Romanya başkanlığında NATO'nun 'Sea Shield-21' tatbikatı devam ediyor. Tatbikata Bulgaristan, Yunanistan, İspanya, Hollanda, Polonya, Romanya, ABD ve Türkiye'ye ait gemiler katılıyor.” Karadeniz, Rusya'yı hedef aldığı besbelli olan tatbikat bahanesiyle bu ülkelerin savaş gemileriyle kaynıyor. Bu işin başını çekenin Türkiye olduğunu ayrıca belirtmeye gerek var mı?
Tam da bu nedenle, Stoltenberg adındaki kudurgan savaş kışkırtıcısı, Türkiye'ye bakışını şu sözlerle özetliyor: “Türkiye'nin uzun yıllara dayanan değerli bir müttefik olduğu da sır değil. Türkiye, NATO'ya sıkı sıkıya bağlı tutmamız gerektiğine inandığım bir müttefik.”
İşte bu sırada, Mustafa Şentop, TBMM Başkanı, dinci faşist iktidarın bu sıradan olmayan adamı, Karadeniz'e savaş gemilerinin geçiş kapısı olan Boğazlar'ın anahtarı durumundaki Montrö Anlaşmasını gündeme getiriyor veTürkiye'nin bu anlaşmadan çekilebileceğini söylüyor .
Emperyalistler için bundan iyisi bulunabilir mi? Emperyalistlere “sarsılmaz” bir güven duyanların gözünü açmak umuduyla...