Bu sorunun yanıtını şimdiden bilmek mümkün değil. Ama dinci faşist iktidarın bu iş için, yani Gare hezimetini tıpkı Hitler'in Reichstag'ı sınırsız bir faşist dikkatörlük kurmak için kullanması gibi, sınırsız bir faşist diktatörlük kurmak için kullanmak üzere kolları sıvadığı kesin.
23 Şubat 1933'te çıkan/çıkarılan Reichstag yangının temel yönü, bir parlamento binasına yapılmış bir saldırı filan değil. Nihayetinde bir binadır ve herhangi bir sebeple yanabilir. Dolayısıyla, burada mesele bir binanın yanmış/yakılmış olması değil. Bu yangının özelliği, yangının hemen ertesi günü, Alman anayasasındaki kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldırmak için Hitler tarafından bir bahane olarak kullanılmasıdır. Alman Anayasası'nın ilgili maddesi olayın hemen ertesinde kaldırıldı; hem de bir kararname ile. Yani, RTE'nin hemen her gün başvurduğu yöntemle.
Hemen sonrasında, ikisi de faşist partiler olan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve Alman Ulusal Halk Partisi dışındaki tüm partilerin faaliyetleri durduruluyor, yayınları kapatılıyor. Alman Komünist Partisine gelince, onun parlamentodaki 181 milletvekili ve partinin tüm yönetici kadrosu tutuklanıyor. Arkasından Bulgar komünist Georgi Dimitrov tutuklanıyor. Richstag yangını, Alman faşizminin evriminde bir dönüm noktasıdır.
Sert bir iç savaş içindeki Türkiye ve Kürdistan'da dinci faşizmin, iktidarıyla birlikte kendini güvende hissetmediğine; tekelci sermaye sınıfının politik egemenliğinin sallantıda olduğuna; bu yüzden iç savaşı kazanmak ve egemenliğini tekrar sağlamlaştırmak için tekelci sermaye sınıfının, kendini hiç bir yasayla sınırlamamış bir diktatörlük peşinde olduğuna hep işaret ettik.
Yeni anayasa tartışmaları bunun içindi. Darkafalı liberaller, sorunu laikliğin ortadan kaldırılması çabası olarak görüyorlar. Sosyal reformistler ile uzlaşmacılar da aynı bakış ve yaklaşıma sahipler. Oysa sorun, Türkiye'de hiç bir zaman olmamış laikliğin ortadan kaldırılmasının çok ötesinde, iç savaşın kazanılması için iktidarın kendini sınırlayan tüm anayasa ve yasa hükümlerinden kurtulması çabasıdır.
Dinci faşist iktidar bu yönde epey zamandır hiç bir şüpheye yer bırakmayan güçlü sinyaller veriyordu. Son işaret, her zaman olduğu gibi, faşist Devlet Bahçeli'den geldi. Hem de son derece açık; ancak görmek istemeyenlerin göremeyeceği açıklıkta bir açıklama. Gare hezimetinden sonra günlük tehditler savuran bu faşistin en son (16.02.2021'de) yaptığı açıklamadan bir bölüm aktaralım. Önce Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı hedef tahtasına oturtuyor. AYM Başkanı'na olan öfkesi, bu kişinin “demokrat“ filan olmasından dolayı değil; ama en ufak bir pürüze tahammülleri kalmamasından. Şöyle diyor Bahçeli faşisti:
“Bu AYM kime hizmet etmektedir, kimin mahkemesidir, hak konusu sırf Türkiye'nin Anayasal düzenini bozanlar için mi geçerlidir? Bir teröristin ne hakkı olacaktır ki AYM buna çanak tutsun. AYM milletin mahkemesi olmayacaksa, Türkiye'nin egemenlik ve tarihsel haklarını çiğneyenlere destek vermeyi sürdürecekse kendisini feshetsin, başındaki zat da istifa etsin.”
Devlet Bahçeli, RTE'nin önünde yerlere kadar eğilen AYM Başkanı'na bile artık tahammül edemiyor. Bu, faşist Bahçeli'nin kişisel durumunu değil, bütün bir dinci faşizmin ve tekelci sermaye sınıfının durumunu yansıyor. Okurun affına sığınarak, Devlet Bahçeli'den devam edelim:
“Türk devletinin ekmeğini yeyip, havasını soluyan, hazinesinden geçinip imkanlarından yararlanan nifak saçan, suikast düzenleyen siyasi terör safralarının yakasından tutmak, her muhterem milletvekili için namus meselesidir. Bebek katiline sayın diyen milletvekili istemiyoruz. Teröriste gerilla diyen milletvekillerine dayanamıyoruz. Sırtını PKK'ya, YPG'ye dayayan hainlere milletvekilliği haramdır. Yeter artık sabır taşı çatladı, bıçak kemiğe dayandı. Bu mesele var oluş, yok oluş meselesidir. İp inceldiği kadar incelmiştir, kopacağı varsa kopacaktır. Mazbatalı teröristler gazi Meclis'te olamaz. Bu kutlu çatı altında düşmana methiye düzenlerin ne işi var? Şerefsizlere sempati besleyenlerle, tasmaları Kandil'den tutulan müptezellerle aynı yerde nasıl buluşacağız? Hak mıdır, adalet midir? Onların demokrasi mücadelesi içinde oldukları iddia ediliyorsa bizim yaptığımız nedir?
HDP sözde diplomatik çabalardan bahsediyor. Kiminle diplomasi? Terör örgütüyle diplomasi nerede söz konusudur? Utanmazlar, yüzsüzler PKK'nın değil, iktidarın hesap vermesini söylüyorlar. HDP, PKK'nın bagaj kapağıdır. PKK'nın kundura giymiş halidir. Seri bir katilin işlediği cinayetleri lanetlemesi abesle iştigaldir. HDP'nin kapatılmasına yönelik kısa metrajlı üç maymunu oynayan kimdir? HDP kapatılmadan PKK'nın ayağını TBMM'den kesmenin başka formülünü bilen aslan parçası başka bir demokrat var mıdır? Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açtığı soruşturmayı değerli buluyorum. Bu milletvekillerinin ve diğer HDP'lilerin milletin paralarıyla aldığı maaş haramdır, zıkkımdır.”
Biraz uzun oldu ama dinci faşizmin neler planladığını, ne yapmak istediğini anlamak açısından gerekliydi. Dinci faşizme karşı olan partileri kapatmak, geri kalanını arkalarına almak ya da onları da kapatmak -bu noktada RTE'nin “2023'te muhalefetin de yerli ve milli olanını oluşturacağız, inşallah” sözleri hatırlanmalı- ayaklarına takılacak ne kadar pürüz varsa temizlemek, tıpkı Hitler gibi, topyekun bir faşist diktatörlük kurmak; daha doğrusu varolan dinci faşizmi topyekun faşist diktatörlüğe dönüştürmek. Gare hezimetini bu amaçlarına ulaşmanın bir gerekçesi haline getirmeye çalışıyorlar.
Buraya kadarı, dinci faşizmin, iktidarı, partileri ve sermaye sınıfıyla birlikte evde yaptıkları hesaptır. Onlar için sorun tam da bu noktadan sonra başlıyor: Evdeki hesap çarşıya uyacak mı? Alan boş olsaydı, neden olmasın diyebilirlerdi. Ama alan boş değil, Gare hezimeti Reichstag yangını değil, askeri bir hezimettir.
Türkiye ve Kürdistan toprakları, uzun on yıllardır faşizme ve kapitalizme karşı birleşik devrim mücadelesinin alanı olmuştur. Sermaye sınıfı, emperyalistlerin de tüm desteğini arkasına almasına rağmen Denizlerin, Mahirlerin yaktığı devrim ateşini söndürmeyi başaramadı; elli yıldır başaramıyor.
Öfkeleri, birleşik devrim karşısındaki çaresizliklerinden. Nereden tutunmaya çalışsalar ellerinde kalıyor. Gare, bunun son örneğidir. Gare, aynı zamanda faşizmin anladığı dili de ortaya koymuştur.
Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıfları, yoksulları, gençliği, kadınları bu dilden konuşarak faşizmi ve dayandığı sınıf temelini tarihin çöplüğüne atacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın!