Toplumsal devrimlerin gelişme diyalektiğini anlamak isteyen, çok uzağa gitmeden, hemen yanı başımızdaki Lübnan'a bakabilir. Günümüzün bütün toplumsal devrimleri aşağı yukarı aynı gelişme çizgisini izliyorlar. Büyük halk ayaklanmaları durup durup patlak veriyor. İki büyük halk ayaklanması arasında geçen zamanda irili ufaklı sayısız kitle eylemi ortaya çıkıyor. Sonra, tam da önceki halk ayaklanması unutulmaya yüz tutmuşken, yeni bir halk ayaklanması patlak veriyor.
Toplumsal devrimlerin gelişme diyalektiğini anlamayanlar, en son tanık oldukları ayaklanmayı daima, duru gökte çakan bir şimşek gibi algılarlar. Ayaklanmayla birlikte taşkın bir ruh haliyle coşarlar, en öne koşarlar, eksiksiz bir devrimci kesiliverirler vs. Bu ruh hali ayaklanan işçi, emekçi, yoksul halk kitleleri yavaş yavaş geri çekilmeye başlayana kadar sürer. Kitleler sokaktan çekilip evlerine dönünce, aynı adamları bu sefer derin bir karamsarlık havası sarar: “Bu halk adam olmaz” ya da “egemen sınıf güçlüdür, devrimden, ayaklanmadan söz etmek hayalciliktir” sözleri ortalığı kaplamaya başlar.
Marx, proletarya devrimlerinin gelişme çizgisini, burjuva devrimlerinden farklı olarak, şöyle tahlil etmişti:
“Buna karşılık, proletarya devrimleri, 19. yüzyılın devrimleri olarak, durmadan kendi kendilerini eleştirirler, her an kendi akışlarını durdururlar, yeni baştan başlamak üzere, daha önce yerine getirilmiş gibi görünene geri dönerler, kendi ilk girişimlerinin kararsızlıkları ile, zaafları ile ve zavallılığı ile alay ederler, hasımlarını, salt, topraktan yeniden güç almasına ve yeniden korkunç bir güçle karşılarına dikilmesine meydan vermek için yere serermiş gibi görünürler, kendi amaçlarının muazzam sonsuzluğu karşısında boyuna, daima yeniden gerilerler, ta ki, her türlü geri çekilişi olanaksız kılıncaya ve bizzat koşullar bağırıncaya kadar: Hic Rhodus, hic salta!” [“Gül burada raksetmelisin” ya da “işte hendek işte deve” anlamında. -Editörün notu]
Lübnan, Tunus -ayrıca ele alınması gereken Irak- şimdi Marx'ın bu dahice sözlerini pratikte kanıtlamak istercesine aynı hareket tarzını yaşama geçiriyorlar. Ayaklanıyorlar, düzeni bir süre sarstıktan, sırtını yere serer gibi olduktan sonra sanki burjuvaziye, egemen sınıfa toparlanma zamanı tanımak istercesine, geri çekiliyorlar, bir süre sonra, devrimci, yıkıcı enerji biriktirmiş, saflarını, güçlerini yenilemiş olarak tekrar sahneye çıkıyorlar ve burjuvaziye aynı korkuyu yaşatıyorlar.
Birkaç gün önce kuzeydeki Trablusşam kentinden gelen ayaklanma haberi ajansların bültenlerine düşen Lübnan işçi sınıfı, emekçileri, yoksulları ve gençliği, bir halk devriminin bu gelişme çizgisini izliyor gibiler.
Lübnan'da ayaklanma, hatırlanacaktır, internet üzerine vergi konmasıyla, 2019'ın Ekim ayında parlak vermişti. Dışardan izleyenlerin duru gökte çakan bir şimşek olarak algılayacakları bu ayaklanma gerçekte uzun yıllardır Lübnan kapitalizminin krizi tarafından adım adım hazırlanmıştı. Yoksulluk, işsizlik, hayat pahallılığı, mezhebe dayalı siyasi sistem Lübnan işçi sınıfı ve emekçilerini canlarından bezdirmişti. İnternete getirilen vergi, ve başka ek vergiler ayaklanma için “genel bahane”yi oluşturdu. Günlerce süren halk ayaklanması böyle başladı.
Lübnan burjuvazisi, şüphesiz emperyalistlerin destek, telkin ve yol göstericiliğinde, Covid-19 pandemisini bahane ederek sokağa çıkma yasağı ilan edince ayaklanmacılar evlerine çekildi. Ancak bu süreçte yoksulluk, açlık, işsizlik katlanarak arttı. Pandemi, burjuvaziye kitleleri eve kapatma bahanesi verdi fakat emekçi sınıfların ayaklanma nedenlerini yoğunlaştırdı, kapitalizme ve sermaye sınıfına olan öfkeyi kat be kat artırdı.
2020'nin Mayıs ayının ilk günlerinde, bu kez, adını “açlık devrimi” koydukları ayaklanmaya başladılar. Lübnan emekçilerinin, yoksullarının kendi eylemlerine “açlık devrimi” adını koymaları bu halkın nasıl yüksek bir politik bilince sahip olduğunun işareti olarak kabul edilmeli. “Siyasiler” dedikleri egemen sınıfın politik temsilcilerine, güçlerine bakış açılarını “Onlar virüsten daha kötü”, “onları yeriz” sözleriyle özetliyor, ne yapacakları konusunda ise “Çocuğunuz açsa, onun karnını doyurmak için liderlerinizi yersiniz” sözleriyle öfke ve kararlılıklarını ifade ediyorlardı.
2020 Mayıs ayaklanma günlerinin üzerinden 8-9 ay geçti. Bu süreçte toplumsal devrimin kitlesel gücünün, yani işçi, emekçi sınıfların, kadınların ve gençliğin maddi yaşam koşulları daha da ağırlaştı. Çocukların açlığı dayanılmaz bir hal almaya başladı. Ve tüm bunların sonucu, yine Lübnan'ın kuzeyinden, Trablusşam kentinden başlayıp diğer şehir ve kasabalara yayılan sokak çatışmaları, ayaklanma haberleri bir kaç gündür haber ajanslarının bültenlerinde görülmeye başladı. Bugünlerde ayaklanma sürmekle kalmıyor, daha geniş alanlara da yayılıyor. Kısa bir haber şöyle:
“Trablusşam başta olmak üzere Lübnan’ın birçok bölgesinde gerçekleştirilen protesto eylemleri hükümeti karmaşık bir duruma soktu. Protestoların tırmanarak devrime dönüşmesi ve mevcut yönetimin yıkılmasına yol açma tehlikesi var.”
Bu ayaklanma burjuva egemenliğin yıkılmasıyla sonuçlanır mı, bilemeyiz. Ancak kesin olan bir şey var; o da ayaklanmaya yol açan nedenler ortada durdukça ayaklanmanın da süreceğidir. Bu, elbette kesintisiz bir süreklilik olmayacak. Ayaklanmacılar yine gerileyebilirler, yine evlerine çekilebilirler, yine burjuva sınıfa kendini toparlayacağı fırsatı verebilirler. Ama sonuçta, kapitalist düzenin bunalımı ne kadar kesin ise ayaklanma ve devrim de o kadar kesindir. Ayaklanmayı ve devrimi sönümlendirebilecek tek şey, Lübnan kapitalizminin bir gönenç dönemine girmesidir; yani, Lübnan burjuvazisinin bir daha asla göremeyeceği, yaşayamayacağı bir gönenç dönemi.
Böyle bir dönem, sadece Lübnan kapitalizmi için değil bütün emperyalist-kapitalist sistem için, bir daha geri gelmemek üzere kapanmıştır. Kapanan dönemin yerini, ayaklanmalar ve devrimler dönemi almıştır. Artık Lübnan işçi sınıfı ve emekçi halkı, burjuva egemenliği yıkıp kendi iktidarlarını kuruncaya değin, tekrar tekrar ayaklanacaklar. 2019 Ekim, 2020 Mayıs ve şimdi 2021'in başları...
Tunus ve Irak işçi sınıfı, emekçi halkları aynı gelişme çizgisini izlemiyorlar mı? Tunus işçi sınıfı ve yoksul kitleleri, ara ara ayaklanıp durmuyorlar mı? Irak işçi sınıfı ve emekçilerinin, yoksullarının tıpkı Lübnan ve Tunus işçi sınıfına benzer nedenlerle ayaklandığına bugün tanık olmuyor muyuz? Güney Kürdistan işçi ve emekçilerinin bir kaç hafta önceki ayaklanmaları halen hafızalarda taze değil mi?
Ama kimse bu sarsıcı proleter devrimlerin, halk devrimlerinin tek bir hamleyle, tek bir ayaklanmayla sonuca ulaşmasını beklemesin. Böyle bir şey gerçekleşse bile bu ancak bir istisna olabilir. İstisna olmayan şey, proleter devrimlerin, halk devrimlerinin bir dizi isyan, ayaklanma, şiddetli çatışmalar ve sert bir iç savaş sürecinden geçerek zafere ulaşacağıdır. Bu, proletarya devrimlerinin, kısa süren ve daima alçalan bir çizgi izleyen burjuva devrimlerinden farklı olarak, yükselen bir çizgi izleyen içeriklerinin sonucudur.
Ne olursa olsun, toplumsal devrimler çağı başlamıştır ve bu çağ sonuca ulaşmadan kapanmayacaktır.
Kendi birleşik toplumsal devrimimize hazırlanalım!