ABD’de Biden’ın Başkanlığı neredeyse kesinleşince gözler Türkiye’ye, RTE ve iktidarına çevrildi. Acaba Biden, seçim kampayasında verdiği sözde durup RTE ve iktidarının düşürülmesi için düğmeye basacak mıydı? En azından RTE ve iktidarını “demokratik reformlar” yapmaya zorlayacak mıydı? Ya da tersinden RTE, Biden’ın gözüne girmek için “reform” politikasına dönecek miydi?

Liberaller, uzlaşmacılar ve sosyal reformistler pek umutlular. Ne de olsa Biden seçim kampanyasında bunun sözünü vermişti. Hem şimdi, RTE, Biden’la arayı düzeltmek için “reformlardan söz etmiyor muydu?

Üstüne bir de, iki hafta sonra, “AB Liderler Zirvesi” yapılacak ve buradan da RTE ve iktidarını sıkıştıracak “yaptırım kararları çıkacak.” Umutlar, RTE ve iktidarının emperyalistler eliyle bir başka burjuva iktidarla değiştirilmesi, olmadı en azından RTE’nin reformlara zorlanması. Eh, bu da bir şeydi!..

Böyle düşünenler emperyalist devletlere, hükümetlere pek demokratik bir rol biçiyorlar; pek demokratik bir karakter görüyorlar onlarda. Gerçekleri değil, görmek istediklerini görüyorlar; yazılanları değil, hayallerindekini okuyorlar.

Oysa, öncesi bir yana, bundan tam üç yıl önce, emperyalistlerin düşünce ve yaklaşımlarını dile getiren Times’ın bir yazarı, Roger Boyes, “Ortadoğu’da daha güçlü bir Erdoğan’a ihtiyaç var” başlıklı makalesinde kelimesi kelimesine şunları söylüyordu:

Bugün Ortadoğu'nun ihtiyacı olan şeyin anayasal sınırları içinde hareket eden daha güçlü bir Erdoğan'dır”

Sonra devam ediyor:

Eğer Batı, Erdoğan'ı rehabilite etmek istiyorsa hem Batı'nın hem de Rusya'nın askerliğini yapan Kürt militanlarla ilişki problemini çözmek zorunda. Suriyeli Kürtleri nazikçe yüzüstü bırakmamız lazım: Bağımsız bir Kürdistan kurmalarına izin verilmeyecek.

Hepsi bu. Bu saldırgan, küstah üsluba takılmadan düşünecek olursak, üç buçuk yıl önce söylenen bu sözlerin emperyalistlerin izleyecekleri politikayı doğru işaret ettiğini görürüz. Bu sözlerden iki yıl sonra, “Kürtlerin nazikçe yüzüstü bırakılma”sıyla Türkiye Rojava topraklarını sadece ABD’nin izin ve onayı ile değil, ama aynı zamanda Rojava güçleri “ABD diplomasisine güvenerek” bizzat kendi mevzilerini yıkıp tuzağa düşmesiyle işgal ederken; Koalisyon Güçleri denen İngiltere, Fransa ve diğer emperyalistlerin gıklarını çıkarmadığını da not edelim.

Öncesinde ise, faşist devlet Kürdistan’da, Cizre, Sur, Nusaybin ve daha pek çok yerde örneğin Alman silahlarıyla katliamlar yaparken aynı haydutların desteğini aldığını; pek “demokrat” geçinen ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya vb devletlerden “endişe ediyoruz, kınıyoruz” laflarından başka bir şey gelmediğini de hatırlatalım, şimdi Biden’dan AB’den medet umanlara...

Peki, cümle emperyalistlerin RTE ve iktidarına, ama daha doğrusu faşist devlete bu sınırsız desteği neden?

Bu sorunun yanıtı, Times yazarının sözlerinde gizli duruyor. Basitçe, çünkü, emperyalist devletler, borsalar, mali sermaye ve tabii ki işbirlikçi “yerli” tekelci sermaye sınıfı RTE ve iktidarını “düzenin bekçisi” olarak görüyorlar. Kendisinde bir keramet gördüklerinden değil, ancak kaba, cahil, acımasız birinin düzeni tehdit eden toplumsal devrimle baş edebileceğini düşündükleri için... İçinde bulunduğumuz koşullarda, RTE-Bahçeli ikilisi şahsında dinci faşist iktidardan başka hiç bir burjuva lider ya da liderler grubunun toplumsal devrimle baş edecek kapasitede olmadıklarını düşündükleri için... Acımasız, gaddar, emperyalistlere sadık ve arkasında komünizme karşı mücadelede savaşmaya hazır az çok bir dinci faşist kitle var. Emperyalistler için bundan iyisi ne olabilir!

Sınıf savaşının koşulları, işte böyle sıradan birini devletin tepesine kadar taşıyabilir ve onu toplumun en geri kesimlerinin gözünde bir kahraman düzeyine çıkartabilir.

Marx, Luis Bonaparte’ı eleştireceğim diye farkında olmadan “yücelten” Victor Hugo’yu şöyle eleştiriyordu:

Victor Hugo, hükümet darbesinin sorumlusuna karşı acı ve nükteli sövüp saymalarla yetiniyor. Olayın kendisi, ona, duru bir gökte çakan bir şimşek gibi görünüyor. Olayı, ancak, bir bireyin zora başvurması olarak görüyor. Böyle yapmakla, onu küçülteceği yerde, ona tarihte eşi görülmemiş kişisel bir girişkenlik gücü yükleyerek, büyüttüğünü fark etmiyor. (...). Bana gelince, ben, tersine, Fransa'da sınıf savaşımının sıradan ve kaba bir adamın kahraman gibi görülmesini sağlayacak koşulları ve durumu nasıl yarattığını gösteriyorum.”

Türkiye, emperyalist-kapitalist sistem için önemli bir ülke. Kiminin sandığı gibi sadece Rusya’ya karşı kullanılabilmesi bakımından değil. Bu var ve bununla birlikte toplumsal devrimlere karşı, komünizme karşı, önemli bir karşı-devrim merkezi olarak emperyalistler için önemli.

Emperyalist-kapitalist sistemin sıçramalı çöküş sürecine girmiş olması, bunun bir devamı olarak insanlığın toplumsal devrimler çağına pratik olarak girmiş olması bu önemi kat be kat artırdı. ABD Savunma Bakanı bu durumu şöyle özetlemişti:

Kore'den Afganistan'a bizimle birlikte savaştılar ve bence onları NATO'nun daha yakınına çekmeyi garantiye almamız hepimizin çıkarına

Hepsi bu.

Bu özet cümle RTE ve iktidarının, “düzenin bekçisi” olarak, emperyalistler tarafından neden “uçurumun kenarından çekilip alındığını” da anlatıyor. Dinci faşist iktidarın, tekelci sermaye düzeninin Avrupa’daki kalkanı ise, Almanya’dır; Merkel’dir.