Trump gidici; artık ona bu gözle bakılabilir. Gerçi oy sayımı henüz bitmiş değil. Yine de artık dönüşü olmadığını örneğin RTE’nin seçimlerin bitişinden dört-beş gün sonra, Biden’ı kutlamasından anlayabiliriz. RTE’nin koku alma duyusuna güvenebiliriz. Biden’ı kutlaması, Trump’tan ümidini kestiği anlamına gelir.

Peki Biden, bizdeki liberallerin, uzlaşmacı küçük burjuva partinin ya da sosyal reformistlerin, umut ve hayal ettikleri gibi, dinci faşist iktidarın ve onun başındaki RTE’nin fişini çekecek mi? Bu saydığımız tayfa, şimdi, can simidi diye Biden’a sarılıyorlar. Sarıldıkları şey, saman çöpü, farkında değiller.

Biden’ın da içinde olduğu Obama yönetimi Türkiye’yi Suriye savaşına sokan, ona rol biçen, görev veren yönetimdi. Trump yönetimi, Obama’nın izinden gitti. Yani ABD emperyalizminin devlet politikasında bir süreklilik var. Bu devlet politikası, şüphesiz zaman zaman değişikliğe uğruyor. Ancak bu değişiklik, kişilere bağlı biçimde değil, Amerikan kapitalizminin içinde bulunduğu koşullara; Amerika’daki sınıf savaşının seyrine ve nihayetinde, bu iki koşula bağlı olarak hem emperyalistler arası hem de, Çin ve Rusya gibi güçlü devletlerle güç ilişkilerine bağlı biçimde değişiyor.

Kişilerin, elbette, belli bir rolü var. Tam da bu nedenle, Amerikan tekelleri, Amerikan emperyalizminin gerçek egemenleri, gerçek efendileri olarak, izlemeye karar verdikleri politikaya uygun kişileri devletin tepesine yerleştirirler. Her kişi her politikaya uygun olmaz ya da uygun görülmez.

Demek ki, devlet politikaları kişilere göre değil ama, kişiler devlet politikalarına uygun olacak şekilde seçilir ya da devletin tepesine getirilir.

Dolayısıyla, Biden’ın Amerikan devletinin politikalarını değiştireceğini sananlar arabayı atın önüne koşmuş oluyorlar. Bu araba gitmez. Bu adamların her seferinde hayal kırıklığına uğramaları bundandır.

Dar bakış açısıyla düşünüp görüntüye bakarak karar verenler, ABD’nin Türkiye’ye ilişkin temel kaygısının Türkiye’nin “eksen” değiştirerek Rusya ve Çin ile birlikte hareket etmeye başlaması olduğunu düşünüyorlar.

Oysa böyle bir “kaygı” ABD’nin aklına asla gelmeyecek bir şeydir. ABD’nin böyle bir kaygısı, korkusu yoktur. ABD, darkafalılardan farklı olarak, emperyalist-kapitalist sistemin bir halkası ve emperyalistlere askeri, ekonomik, ticari, mali, diplomatik vb vb akla gelebilecek her yönden bağımlı bir ülke olarak Türkiye’nin eksen-meksen değiştiremeyeceğini gayet iyi bilir.

Öyleyse, ABD ve aslında tüm diğer emperyalist devletlerin Türkiye’ye ilişkin kaygıları nedir diye sorulacak olursa buna verilecek yanıt tek kelimeliktir: Devrim. Ne insan hakları, ne demokrasi, ne özgürlükler, ne haklar, ne de başka bir şey. ABD, İngiltere ve tüm Avrupalı emperyalistlerin tek ve temel korkusu budur. Onların korkusu, Türkiye’nin bir devrim “kazasına” uğramasıdır.

12 Eylül askeri faşist darbesinin arkasındaki gücün ABD emperyalizmi olduğunu herkes biliyor. Ancak göze pek batmayan bir nokta, darkafalıların şimdi can simidi diye sarıldıkları Biden denen adamın 12 Eylül darbesinden hemen önce Türkiye’ye gelen ABD yetkilisi olduğudur. Böyle durumları Stalin’in, kendisinin yanıtladığı bir soruyla açıklar: “Bu bir tesadüf mü yoldaşlar, hayır bu bir tesadüf değildir.”

İşte o Biden, bu Biden’dır.

Şu da var. Biden ve tüm ABD egemenleri için kişiler değil, düzen, sistem önemlidir. Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin önlenmesi için, örneğin, dinci faşist iktidarın politikalarının artık devrimi tetikleyen politikalar haline geldiğini düşünmeye başlamışlarsa, dinci faşist iktidarı ve onun başını değiştirmek için harekete geçebilirler. Ama buradan emekçi sınıflar ve ezilen halkların payına özgürlük değil, köleliğin sürmesi, sömürü, açlık ve yoksulluğun devamı gibi bir sonuç çıkar.

ABD ve dahi tüm emperyalistler için önemli olan şeyin Türkiye tekelci kapitalist düzenin, burjuva egemenliğin devamıdır dedik. Obama döneminin yetkililerinden biri olan, şimdi de Biden’ın kadrolarından olmaya aday Michael Carpenter bu gerçeği “Türkiye ekonomisinde bir çeşit çöküntü veya çöküntü sonuçları yaratacak bir ambargo uygulayarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istemiyoruz” sözleriyle bu gerçeği vuruyor.

Evet, emperyalistler, en başta da Avrupalı emperyalistler, dinci faşist iktidar ve RTE ile bütün itişip kakışmasına rağmen ekonomik bir çöküntüye yol açacak bir ambargo ya da yaptırımlara başvurmuyorlarsa nedeni budur. Türkiye’yi bir devrimin kucağına itmek anlamına gelecek en ufak bir adımı atmazlar. Eşyanın doğasına uygun olan da budur.

Bu bakış açısı, bize, örneğin, 1980’leri başlangıç olarak alırsak, kırk yıldır ABD ve diğer emperyalistlerin neden Kürdistan devrimini tasfiye etmeye çalıştıklarını; bu çerçevede bugün G.Kürdistan’da KDP-Irak-Türkiye üçlüsünü koordine ederek PKK’yi tasfiyeye çalıştıklarını, ENKS’yi Rojava’ya sokarak Rojava devriminin içini boşaltmaya çalıştığını vb vb açıklar.

ABD’nin Türkiye’ye ilişkin politikalarına yön veren temel ve başlıca etken, Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimini tasfiyedir. Bu amaca ulaşmak için nasıl bir politika izleyeceğini; izleyeceği politikayla nasıl sonuçlarla karşılaşacağını göreceğiz.

Ancak şurası kesin: Zamanı gelmiş ve koşulları olgunlaşmış bir devrimi hiçbir güç durduramaz.