Önceki tüm depremlerde, sel, yangın gibi felaketlerde olduğu gibi 6.9 büyüklüğündeki İzmir depremi de yoksul halkı vurdu. Kapitalizmde başka türlü olması da beklenemez.
Prof. Ahmet Ercan, deprem bilimci, katıldığı bir televizyon programında depremin yoksul halkı vurduğunu şöyle ifade etmiş:
“Depremde zaten yoksullar ölür, zenginler ölmez. Hiçbir ünlünün, hiçbir zengin kişinin enkaz altından çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız. Ana sorun yoksulluktur.”
Prof Ahmet Ercan eklemeyi unutmuş: Deprem yoksulları kapitalist toplumda, toprağın ve tüm üretim araçlarının, tüm zenginliğin bir avuç insanın, burjuva sınıfın tekelinde, mülkiyetinde olduğu kapitalist toplumda yoksulları vurur.
Ana sorun, ilk bakışta “yoksulluk”tur; doğru. Ama yoksulluk bir neden değil, bir sonuçtur; tüm zenginliğin bir avuç asalak insanın, burjuva sınıfın elinde, mülkiyetinde olmasının sonucudur. Buna son verdiğinizde yoksulluk da ortadan kalkar; depremin ve tüm diğer “doğal afetler”in toplum üzerindeki yıkıcı etkisi minimuma indirilir.
Sermaye sınıfı, sömürü düzeniyle emekçi sınıfları, yoksul halkları yoksulluğun pençesine iterek onları doğa olaylarından en kötü şekilde etkilenmeye açık hale getirmekle kalmıyor ama politik iktidarları aracılığıyla, emekçi sınıflar üzerindeki sömürüsünü yoğunlaştırmayı, emekçi sınıfların sırtından yeni bir servet avcılığı fırsatına çevirmeyi de elden bırakmıyor.
Bunun en tipik, en gözle görülür, en somut, elle tutulur olanını 1999 Sakarya depreminde gördük yaşadık. On binlerce insanın yaşamını yitirdiği, binlerce binanın yıkıldığı bu depremde emekçi sınıflar, sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil, bütün dünyada eşsiz bir dayanışma örneği gösterdiler. Bu dayanışma sonucu, zamanın hükümeti, Ecevit-Devlet Bahçeli Hükümeti milyarlarca dolarlık “deprem yardımı parası” topladı. Daha doğrusu, toplanan yardım paraları devletin açtığı hesaplara gitti.
Ecevit hükümeti, bununla yetinmedi, toplumun içinde bulunduğu ruh halinden yararlanarak sessiz sedasız bir de deprem vergisi getirdi. Söylemeye gerek yok bu verginin asıl muhatabı, diğer tüm vergilerde olduğu gibi, emekçi sınıflardı, işçi sınıfıydı, yoksul kitlelerdi. Ecevit Hükümeti buradan da milyar dolarları bulan meblağlarda paralar topladı.
Peki, depremden zarar görmüş yurttaşlara yardım için toplanıp devletin-hükümetin açtığı hesaplara yatırılan bu paralar nereye gitti? Ecevit hükümeti, gerçeği saklamaya çalıştı ama çok geçmeden deprem için toplanan paraların esas olarak devlet bütçe açığının kapatılmasına, yani devlet borçlarının ödenmesine ve yine aynı anlama gelmek üzere, memur maaşlarının ödenmesine gittiği ortaya çıktı.
Ancak bu politika, sadece Ecevit-Bahçeli-Mesut Yılmaz hükümetine ait bir şey değildi. Bütün burjuva hükümetler ve sadece Türkiye’de değil bütün dünyada aynı yolu izlerler. Dinci faşist iktidar ise, bu yolda en pervasız biçimde yürüyen iktidardır.
Dinci faşist iktidar, 23 Ekim 2011 tarihinde Van’ın tabanlı köyünde meydana gelen ve 604 yurttaşın yaşamını yitirdiği, binlerde kişinin yaralandığı deprem için toplanan vergi ve yardım paralarını; daha sonra bu yılın başlarında Elazığ’da meydana gelen ve toplam 41 yurttaşın yaşamını yitirdiği deprem için toplanan vergi ve yardım paralarını da depremden etkilenen ailelere vermek yerine devlet harcamalarında kullandı.
Ancak dinci faşist iktidarın önceki faşist iktidarlardan farkı, daha saldırgan, daha nobran, daha yüzsüz olmasıydı. Dinci faşist iktidarın başı kendisine sorulan “Deprem vergileri nereye gidiyor” sorusuna, doğru dürüst yanıt vereceğine bakın nasıl cevap veriyor:
“Bunlar ise yatıyor kalkıyor 'o parayı nereye, bu parayı nereye harcadınız?' Harcanması gereken yere harcadık. Bundan sonra da Bay Kemal’e bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok,”
“Bay Kemal” burada bir bahanedir. Dinci faşist iktidarın başı, büyük bir pişkinlik örneği göstererek deprem vergilerinin, deprem için toplanan yardım paralarının nereye harcandığının hesabını vermeyeceğini ilan ediyor.
Ama asıl sorun bu değil. Ecevit-Bahçeli-Mesut Yılmaz hükümeti örneği de gösteriyor ki, emekçi sınıfların başına gelecek her felaketten yararlanmak tüm burjuva iktidarların değişmeyen politikasıdır. Bunun temelinde devlet borçlanması; devlet maliyesinin burjuva sınıfa, özellikle büyük sermaye gruplarına durmadan para aktarma kanalı olarak çalışmasıdır. Öyleyse, sadece şu ya da bu iktidarı hedef almak, eşeği bırakıp semeri dövmekten başka anlama gelmez. Semeri dövüp eşeği bırakmak işçi sınıfına, emekçi halklara, yoksullara yarar getirmez. Aksine, birikmiş öfkeyi asıl hedef yerine, sonuç alıcı olmayan hedeflere yönelterek zarara yol açar.
Sorunun temeli sömürücü kapitalist sistem ve onun politik zor aygıtı olan faşist devlettir. Sorunun temelini ortadan kaldırdığınızda sorunun kendisi de ortadan kalkar. Ya da tersinden söylersek, sorunu ortadan kaldırmak isteyen sorunun temelini ortadan kaldırmak zorundadır.
Sorun, deprem ve benzeri doğa olaylarının işçi sınıfı ve diğer emekçiler üzerinde büyük yıkımlara yol açması, onlara büyük acılar yaşatmasıdır. Bu, işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların yaşamaya mahkum olduğu bir yazgı değildir.
Büyük acılara yol açan maddi temel ortadan kaldırılabilir ve ortadan kaldırılmalıdır. Acılarımızı hafifletecek tek yol budur.