< Fransa’nın Timsah Gözyaşları -I

Dinci faşist iktidarın ve tüm İslamcı dinci gericiliğin Fransa’ya saldırdığı bir zaman Fransa’yı eleştirmek bu gerici güruha destek anlamına gelir mi? Gelmeyeceğini en azından okurumuzun iyi bildiğinden eminiz.

Dolayısıyla, böyle bir kaygıya gerek kalmadan Fransa’nın dinci bir faşist tarafından hunharca ve kalleşçe katledildiğinden şüphe duyulmayacak Samuel Paty’nin ardından döktüğü gözyaşlarının timsah gözyaşları olduğunu göstermek işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı bir görev olarak kabul ediyoruz.

Fransa, bu gün için onu temsil eden Macron, okul öğretmeni emekçi Samuel Paty’in ardından “İslamcılara” karşı savaş açmış gibi göründü. Buna görünmek istedi demek daha doğrudur. Dinci faşistlerin, gericiliğin her türünün yuvalandığı derneklerin çoğunu kapatacağını, “İslamcı terör”e yardım ve destek verenlerin; teşvik edenlerin sınırdışı edileceğini ilan etti.

Fransız polisini harekete de geçirdi. Polis, zaten bildiği bir takım adreslere baskın yaptı, gözaltı işlemleri uyguladı, bir iki derneği kapattı, cinayeti açıktan teşvik eden bir kaç ismi tutukladı vb. Böylece, Fransız halkının alçakça cinayete duyduğu öfke bir parça dindirilmiş oldu.

Macron, yaptığı açıklamalarla, kendisini dinci gericiliğin amansız düşmanı gibi göstererek öfkeli Fransız halkının desteğini arkasına almaya, böylece Fransız emekçi sınıfları nezdinde özellikle “Sarı Yelekliler” eylemlerinden beri sürekli düşen itibarını ve kitle desteğini artırmaya çalıştı.

“Fransa'da İslamcılar huzur içinde uyuyamayacaklar. Korku taraf değiştirecek” dedi Macron. “Siyasal İslam”a savaş açmış gibiydi. Kısaca, kendisinin ve temsil ettiği devletin “siyasal İslam”a karşı savaşan bir lider görüntüsü çizmek için elinden geleni yaptı.

Bu çabanın, meydanı Fransız neo-nazilerine, faşist Le Pen’in partisine bırakmama gibi bir amacı var şüphesiz ve bu amaç önemli bir etkendir bu politikada.

Öte yandan, Macron’un açıklamalarının dinci faşist iktidarın başına “İslam dünyası”nın lideri gibi görünme fırsatı verdiği de bir gerçektir. RTE, Macron’un getirip ayakları önüne koyduğu bu fırsatı hiç kaçırmadı; halen de kullanmaya devam ediyor.

Yine de burada üzerinde durmak istediğimiz konular bunlar değil. Üzerinde durmak istediğimiz ve başta Fransız işçi sınıfı ve emekçileri olmak üzere tüm emekçi sınıfların dikkatini çekmek istediğimiz nokta Fransa dahil emperyalistlerin dinci faşistlerle dolayısıyla “İslamcı terör”le ilişkileridir.

Fransa dahil, emperyalistlerin dinci gericiliği dünya çapında yaymak, örgütlemek ve etkili kılmak için nasıl bir çaba içinde olduklarını ve bunu hangi amaçla yaptıklarını şimdi Veliaht olan Suudi Prensi Salman, bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce, Washington Post’tan bir gazeteci ekibine şöyle açıklıyor:

 “İttifaklarımızın talebi üzerine Müslüman dünyasında Kur’an okulları ve camilerin kurulması ile vahhabiliğin yayılmasına yatırım yaptık

Salman, “ittifaklarımız” kavramıyla , “müttefiklerimiz” demek istiyor. Salman, Soğuk Savaş sırasında Batılı yani emperyalist devletlerin talebi üzerine Suudi Arabistan’da vahabiliği yaydıklarını; amaçlarının Sovyetler Birliği’nin Müslüman dünyasındaki etkisinin yerleşmesini engellemek ve sonuç olarak komünizmin ilerleyişi önünde baraj oluşturmak olduğunu itiraf ediyor.

Bu “batılı” müttefikler arasında hiç kuşku yok Fransa, en başta yer alıyor. Bu değerli itiraftan, emperyalistlerin “İslamcılığı yayma” politikalarının son yıllara değil, Soğuk Savaş dönemine yani on yıllar öncesine dayandığını da bir kez daha öğrenmiş oluyoruz.

Sovyetler Birliği somutunda komünizmin ilerleyişini engellemek, bunun için “İslami dinciliği” desteklemek, dün olduğu gibi bu gün de tüm emperyalist devletlerin temel politikasıdır. Bir adım daha ileri giderek, bu politikanın emperyalist devletler için çok daha önemli hale geldiğini söylemek gerekir.

Dün, Sovyetler Birliği, ve dolayısıyla komünizmin ilerleyişini durdurmak için Taliban denen çeteyi kurup, geliştirip Afganistan’da devlet düzeyinde bir oluşum hailen getirdiklerini biliyoruz. Suudi Arabistan’dan İran’a, Pakistan’dan Türkiye’ye; ABD’den Fransa, İngiltere ve Almanya’ya kadar akla gelebilecek tüm emperyalistler “Taliban” projesinin arkasındaydılar.

Ama biz on yıllar öncesini bırakıp yakın tarihe, bundan beş on yıl öncesine, günümüze de gelebiliriz. Suriye’ye geleceğiz. Samuel Paty’i katleden Çeçen doğumlu dinci faşistin cinayetten önce Suriye’deki dinci faşist çetelerle telefon üzerinden görüştüğünü Fransız istihbaratı tespit etmiş ve bu çetenin El-Nusra denen çete olabileceğini not düşmüş. El-Nusra ya da başka bir çete grubu olmasının bir önemi yok. Başka bir çete grubu da olabilir. Samuel Paty’in katlediliş biçimi, talimatın bu çetelerden geldiğinin açık işaretidir. Kafa kesmek, dinci faşistlerin sadece cinayet işleme biçimi değil aynı zamanda mesaj verme biçimidir. Ve bu tosuncukların Suriye serüveni ile emperyalistlerin (ve elbette Fransız emperyalizminin de) istihbarat örgütlerinin çok yakın ilişkisi bulunmaktadır. Yarın bu konuya devam edeceğiz.