Dinci faşist iktidarın başı nihayet ideolojik iflas bayrağını çekti. Bunca toplumsal sorun arasında pek dikkati çekmedi, üzerinde hiç ya da yeterince durulmadı bunun. Oysa son derece önemliydi.
Sözünü ettiğimiz ideolojik iflas olayı, RTE’nin bir itirafıyla geldi. Birkaç gün önce, hiç beklenmedik bir sırada “Fikri iktidarımızı tesis edemedik” dedikten sonra kelimesi kelimesine şöyle devam etmiş:
“Samimi bir muhasebeyle geçtiğimiz 18 yılda her alanda, tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı ama eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum” (19.10.2020 Gazeteler).
18 yıl, yazıyla, on sekiz yıl boyunca toplumu dincileştirmek için uğraşmış, çabalamışlar ama yine de toplum üzerinde, toplumun emekçi sınıflar, ezilen halklar ve özellikle de gençliği üzerinde ideolojik hegemonya kuramamışlar.
Parantez içinde belirtelim, on sekiz yıl rakamı yanıltıcıdır. Türkiye devleti kuruluşundan beri bir din devleti olagelmiştir ve toplumu dincileştirmek için on yıllardır uğraşıp duruyorlar. Kışlaların “peygamber ocağı” söylemi olduğu resmi bir söylemdir örneğin.
Diyanet, her zaman devletin en temel kurumlarından biri olagelmiştir. Son bir yıldaki Diyanet Başkanlığı politikası, olmayan bir politikanın uygulanmaya başlaması değil, zaten varolanın daha da yoğunlaştırılmasından ibarettir.
12 Eylül faşizmi, başından sonuna kadar, devleti dinci faşist kadrolarla doldurmaya, eğitimi dincileştirmeye, tarikatları devlet desteği ile yaymaya çalışmıştır. Fetö denen sümüklü ağlak, 12 Eylül faşizmi tarafından “yürü ya kulum” denilerek her türlü imkana boğuldu. 70’li yıllarda bedava bile alınmayan “Zaman” gazetesi, devletin bu desteği sayesinde iki binli yıllarda tiraj rekoru kırmaya başlamıştı.
Tüm bunların arka planında ise, komünizme karşı dinci gericiliği geliştirmeyi politika olarak belirleyen emperyalist güçler vardı. Komünizme, Sovyetler Birliği’ne karşı dinci devletlerden oluşan bir “yeşil kuşak” oluşturmak, emperyalistlerin temel politikasıdır ve uzun on yıllara dayanıyor. 12 Eylül faşizminin “Türk-İslam Sentezi” diye geliştirdiği politika, sözünü ettiğimiz emperyalist politikanın Türkiye’ye uyarlanmış versiyonudur.
(Herkesin bildiği bu tarihsel gerçeklere rağmen dinci akımların anti-emperyalist olabileceğini düşünen darkafalı ahmaklara ne demeli?)
Kısaca, on sekiz yıl işin aldatma yönüdür. Yine de biz itiraftaki tarih üzerinden gidelim.
Geçmişi bir yana, bundan tam sekiz buçuk sene önce RTE, nasıl bir iddiada bulunmuştu; hatırlayalım:
“Erdoğan, kendisine ‘Dindar değil, din tüccarı’ diyen Kılıçdaroğlu’na, ‘Dindar nesil yetiştireceğiz. Muhafazakar demokrat partisi kimliğine sahip bir partiden ateist bir gençlik yetiştirmemizi mi bekliyorsun?’ yanıtını verdi” (02.02.2012 Hürriyet).
Bu hedefini açıkladıktan bir iki hafta sonra, yetiştirmek istediği “Dindar gençliği” şöyle tanımlıyordu:
“Altını çiziyorum, MODERN VE DİNDAR bir gençlikten bahsediyorum. Dilinin, dinini, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum. Kökü ezelde, dalı ebedde bir sistemin aşkına, diyalektiğine, estetiğine, irfanına sahip bir gençlikten bahsediyorum” (19.02.2012, Hürriyet).
İşte meydan okuma biçimindeki bu iddialı çıkıştan yaklaşık sekiz buçuk yıl sonra faşizmin geldiği noktayı kendi itiraflarıyla görelim:
“Hükümet olmakla muktedir olmak, muktedir olmakla iktidar olmak arasındaki farkı iyi biliyorsunuz. Gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu iyi biliyoruz. Tek tek bireylerden başlayarak, toplumun tamamına uzanan fikri iktidar yolu zor ve zahmetli bir süreçtir. Kendimi bu konuda mahzun hissediyorum. 18 yılda her alanda tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı eğitim, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum” (19.10.2020).
Faşizm, tüm maddi, mali olanaklara, politik güce vb vb. rağmen toplum üzerinde neden ideolojik hegemonya kuramadı / kuramıyor? Bu sorunun yanıtı, faşizmin özünde, sınıf karakterinde yatıyor.
Faşizm bir karşı-devrim hareketidir. Emekle sermaye arasındaki sınıf savaşımında, sermaye sınıfının emekçi sınıfları, işçi sınıfını baskı, şiddet ve terörle ezme aracıdır. Sermaye sınıfının sınıf savaşındaki kanlı diktatörlüğü olarak faşizm, aynı zamanda, ezmekle görevlendirildiği kitlelerin desteğine muhtaçtır. Bu, faşizmin çelişkisidir. Faşizm bu çelişkiyi yalan, demagoji, şovenizm, din gibi kitleleri uyuşturacak araçlarla gözlerden saklamaya çalışır.
Faşizm, her karşı-devrim hareketi gibi, gerçek amacını kitlelerden saklar. Faşizm ve karşı-devrimci hareketlerin hiçbiri, kitlelerde bir bilinç yaratmazlar. Aksine onları cahil, kültürsüz, entelektüel gerilik içinde bırakmak için tüm olanaklarını kullanırlar.
Şu iki örnek faşizmin bilim, kültür, eğitim, sanat, edebiyat hakkında emekçi sınıflara, gençliğe neyi reva gördüğünü anlatmaya yeter. İlk örnek, Prof. Dr ünvanlı, daha sonra YÖK Denetleme Kurulu Üyeliğine atanan birine ait. Şöyle diyor, RTE’nin gençleri eğitmekle görevlendirdiği Prof hazretleri:
“Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede.” (14.12.2016)
İkinci örneğimiz GATA Başhekim Yardımcılığı’na kadar yükseltilen bir başka dinciden. Afganistan Talibanlarının film karesinden fırlayıp gelmiş gibi duran bu adam da emekçi sınıflara, toplumun ezilen yoksul kitlelerine şu öğütte bulunuyor:
Faşizm halkın cehaletine güvenir, ileri bilincine değil. Faşizm, sürü gibi güdülecek kitleler ister; sorgulayan, eleştiren, bilinçli kitleler değil.
Faşist devlet ve tüm gerici burjuva iktidarlar, böyle bir halk kitlesi yaratmak için tüm olanaklarını kullandılar. Şimdiki dinci faşist iktidarın farkı, tekelci sermaye sınıfı ve devletin -kuşkusuz emperyalist güçler bu işin başında- bu politikasını sınır tanımaz biçimde uygulamaya çalışmasıdır.
Ama RTE’nin itirafından da görüyoruz ki, başaramadılar; başaracakları da yok. Günümüz, Hitler’in kitleleri sürüleştirdiği 30’lu yıllardan çok farklı. Kitleler, mücadeleden ve her olanaktan öğreniyorlar. Emekçi sınıflar, habere, bilgiye daha çok, daha hızlı ve daha doğrudan ulaşabiliyorlar. Bilimsel gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmak iletişim, ulaşım ve internet sayesinde artık çok daha kolay, vb. vb.
Hayatında okuduğu kitapların toplamı iki elin parmak sayısını geçmeyen birinin, cahil halkın ferasetine güvenen bir “Prof Dr”un, boşanmak yerine iki kadınla evlenmeyi öğütleyen Taliban kılıklı Başhekim Yardımcısının kitlelerde yaratacağı bilinç ne olabilir? Bunların kültürü, bilinci, sanat, edebiyat, estetik, kültür düzeyleri ne olabilir ki, çağımızın insanını etkisi altına alabilsin!
Böyleleri toplumda çoktur, ama çoğunluk değil, azınlıktır. Devlette, üniversite ve okullarda suyun başını tutmuşlar, ama akışını kontrol edecek ne bilgi ne yetenek ne zeka var onlarda. Bu yüzden, zekaya, bilgiye ihtiyaçları olduğu yerde “sol”dan kopmuş döneklere dönüyorlar, onlardan yardım alıyorlar, işlerinin bittiğini sandıkları anda da arkalarına tekmeyi basıyorlar. RTE’nin ilk hükümetinin bileşenlerine bakılırsa kimden sözettiğimiz anlaşılır. Ya da şu “yetmez ama evetçiler”e, “akil adam”diye ortalıkta utanmadan dolaşanlara göz atılabilir.
Toplumu sürüleştiremediler; kendileri sürüleşti.
Şimdi “mahzun mahzun” ideolojik iflaslarını ilan ediyorlar.