Başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi ve yoksul köylü, tarım işçileri, şehrin küçük esnafı, küçük dükkan sahibi ve daha saymadığımız, emeğini satarak yaşamını sürdüren pek çok toplumsal kesim fokur fokur kaynıyor. Buna kısaca, toplum fokurduyor da diyebiliriz.
Hiç kuşku yok, bunlar yaklaşmakta olan bir fırtınanın belirtileridir. Durum, 2013 Haziran Halk Ayaklanması öncesinden daha olgunlaşmış bulunuyor. Anımsanacaktır, Haziran Halk Ayaklanması öncesinde toplumun ezilen kesimleriyle dinci faşist iktidarın başının nobran açıklamalarından bıkan kent orta sınıfları “artık yeter” aşamasına gelmişlerdi.
Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesi yangını tutuşturan kıvılcım oldu. Bu anlamda, sonradan çokça söylenen “mesele üç-beş ağaç meselesi değil” sözü son derece doğru. Toplumun geniş bir kesiminin dinci faşist iktidara karşı ayaklanmak için bir bahane, bir fırsat kolladığı ortaya çıktı.
Sadece bizde değil, hemen her yerde büyük toplumsal ayaklanmalar bu şekilde, ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan, canından bezme noktasına gelen kitlelerin böyle bir “genel bahane” etrafında birleşmeleriyle patlak vermiştir.
Yakın tarih, bunun örnekleriyle doludur. Tunus’un “Yasemin Devrimi” Muhammed Buazizi adındaki yoksul, geçimini seyyar meyve-sebze arabasından sağlayan gencin arabasına el konulması üzerine kendini yakmasıyla başlamıştı. Lübnan’da bir yıldan uzun zamandır süreduran ayaklanma, Lübnan hükümetinin internete vergi koyması üzerine başlamıştı. Lübnan ayaklanmasının sloganı, “internet vergisi geri alınsın” değil, tüm burjuva siyasetçileri kasteden “hepsi gitsin” ve “hepsi demek hepsi demektir” oldu.
Özellikle geçtiğimiz yıl, bir kaç ay içinde on bir ülkede patlak veren ayaklanmaları, devrim ve devrim girişimlerini burada tek tek almamıza gerek yok. Ancak, hemen hemen tüm ayaklanma ve devrim girişimlerinin böyle bir ortak, genel, devrimin toplumsal güçlerinin tümünü birleştiren bir konu, buna bahane de diyebiliriz, üzerinden başladığını biliyoruz.
Burada geçerken bir parantez açıp Tunus, Mısır dahil, sözünü ettiğimiz devrim ya da devrim girişimlerine burun kıvıran, devrim olarak kabul etmeyen sosyal reformist, oportünist darkafalılığa değinmek istiyoruz. Bıkkınlık veren bu darkafalılık, bu devrimler, devrim girişimleri, ayaklanmalarla ilgili olarak politik iktidarın emekçiler tarafından ele geçirilememiş olmasına bakarak bu sonuca ulaşıyorlar.
Bu darkafalıların büyük tarihsel-toplumsal olaylara bakışı, “ben güzele güzel demem güzel benim olmayınca” diyen Aşık Veysel’in bakış açısının ötesine geçmiyor. İktidarı kendileri ele geçirmedikçe toplumu kökten de değiştirse, altüst de etse, bir devrime, örneğin Mısır ve Tunus’ta olan bitenlere devrim demezler. Oysa, tarihte iktidarın el değiştirmesiyle sonuçlanmayan sayısız devrim var. 1905 Rusya Devrimi en çok bilinen örnektir. Ama bu darkafalılara söz anlatmak deveye hendek atlatmaktan beterdir. Fazla uğraşmaya gelmez.
Devam edelim.
Türkiye ve Kürdistan 2013 Haziran Halk Ayaklanmasının öncesi durumu yaşamıyor ama ondan çok daha ileri bir noktayı yaşıyor. Tekelci kapitalist ekonominin nasıl bir çöküş yaşadığı üzerinde durmayacağız. Bu hem biliniyor hem de emekçi sınıflar bunu her gün derin acılar çekerek yaşamlarında hissediyorlar.
Üzerinde durmak istediğimiz nokta şudur: İşçi sınıfının eylemlerinde giderek hızlanan bir artış var. Öte yandan işçi sınıfının eylemleri hem artıyor hem de işçiler eylemlerde büyük bir kararlılık içinde hareket ediyorlar. Son örnek, Ankara’ya yürüyüşleri Manisa Valiliği tarafından engellenen Soma Uyar Madencilik işçilerinden geldi. Yürüyüş Valilik tarafından ikinci kez ve 4 Kasım’a kadar yasaklanınca Bağımsız Maden İş Sendikası, Manisa Valisi’ne şu meydan okumayla yanıtı vermiş:
“Zincir Yaparak Yürümek Yasak Öyle Mi Vali Bey! KORKMUYORUZ! Somut bir çözüm zemini, takvimi oluşmadığı her durumda sadece 748 madencinin hakkının gasp edilmesine, patronun kollanmasına hizmet eden bu yasağı tanımayacağız. YÜRÜYECEĞİZ!!!”
Burada tek tek işçi eylemleri üzerinde de durmayacağız. Ancak şunun altını çizmeden geçmek olmaz: Manisa maden işçilerindeki kararlılık artık her tarafı sarıyor. Nedeni basit ve anlaşılır: Tüm işçilerin kararlı davranmaktan başka yolları yok. Önlerinde polis ve asker varsa arkalarında açlık, sefalet ve ölüm; ekmek bekleyen çocukları, ödemeleri gereken faturalar, banka borçları vb vb. var.
Sayısız işçi eylemi var ve hemen hemen her eylem büyük bir kararlılıkla yürütülüyor. İşçi sınıfı Covid-19 pandemisinden en ağır biçimde etkilenen toplumsal kesim oldu. İşte bu noktada devrimci öncü işçilerin rolü ve önemi ön plana çıkıyor.
Bütün işçi eylemlerinde yer almak, eylemdeki işçilere devrimin sloganlarını ve taleplerini götürmek, onları ancak bir devrimin kendilerini kurtarabileceğini ikna edici biçimde anlatmak hareketin geleceği açısından yaşamsal bir önem taşıyor. Bu görevi öncü devrimci işçilerden daha iyi kimse yerine getiremez. Bunun büyük bir enerji, büyük bir kendini adamışlık, gece gündüz demeden oraya buraya koşturmayı gerektirdiği açık. Ancak bu ne kadar açıksa devrimde işçi sınıfına öncülük etmenin başka yolunun olmadığı da o kadar açık. Bu, tarihsel görevdir.
Devrim propagandasının, devrimin taleplerini öne sürmenin işçileri “korkutacağı” iddiası katıksız bir sosyal reformist, oportünist yalandır. İşçiler kesin ve tam kurtuluş istiyor. Sadece işçiler değil, işsizler, her gün iflasa sürüklenen, artık “gebermek istiyorum” deme noktasına gelen küçük dükkan sahibi, ürünü tarlada kalan, açlık içinde kıvranan küçük tarla sahibi, yarı-işçi durumundaki köylü, kentin ve köyün yoksulları tam ve kesin kurtuluş istiyorlar.
Çocukları her gün tarlada, zindanda, sokakta asker ve polis tarafından öldürülen, büyük acılar çeken Kürt halkı kesin ve tam kurtuluş istiyor. Birleşik devrimin tüm bu toplumsal güçlerini sadece ve sadece işçi sınıfının başında bulunduğu bir devrim kurtarabilir. Tam ve kesin kurtuluşun tek bir anlamı var: İktidarın bir devrimle fethedilmesi.
Devrimci öncü işçiler, eylem halindeki işçilere, açlık ve sefalet içindeki işçilere, her sabaha işten atılma korkusuyla uyanan, akşam çocuklarına ekmek götürememenin derin acısını yaşayan işçilere bu düşünce götürülmelidir. İşçi sınıfı sadece kendisini değil, kendisiyle birlikte tüm emekçileri, yoksulları kurtaracak tek sınıftır.
Tam da bu nedenle, işçi sınıfı, kendi sınıf çıkarlarını tüm emekçi sınıfların çıkarları olarak öne sürmeyi bilmelidir. Kendi dar sınıf çıkarlarına hapsolmadan, ezilen halkların, küçük dükkan sahibinin, yarı-işçi köylünün, aydın ve sanatçıların; kısaca tekelci sermaye sınıfı ve faşist devletin ezdiği tüm toplumsal sınıf ve kesimlerin çıkarlarını da savunmayı bilmelidir.
Şimdi eylem zamanı. Şimdi dur durak bilmeden işçi eylemlerine, fabrikalara, atölyelere, iş yerlerine koşturmanın ve bu bilinci işçilere götürmenin zamanı. Şimdi devrim düşüncesini ve devrim sloganlarını işçi sınıfına götürmenin zamanı.