Türkiye’nin oldukça geniş bir coğrafya’da izlediği saldırgan politikaları anlayabilmek için bir kaç temel noktayı kilometretaşı olarak ele almak gerekiyor. Bunlardan en temel olan bir kaçı şöyle:

1-Dünyadaki tüm gelişmelere, dolayısıyla emperyalist-kapitalist ülkelerin askeri, diplomatik, ekonomik eylem ve ilişkilerine yön veren temel etken, insanlık tarihinde “yeni evre”nin, kapitalizmden komünizme geçiş çağının başlamış olmasıdır.

2-Başta ABD olmak üzere, tüm emperyalist-kapitalist devletlerin tüm politika ve eylemleri bu geçişi engellemek, kapitalizme karşı dünya çapında ortaya çıkan ayaklanmaları, toplumsal devrimleri bastırmak, iç savaşları kazanmak hedefi üzerine kuruludur.

İnsanlığın, üretici güçlerin kapitalist kabuklarıyla çatışmasının geldiği aşama emperyalist-kapitalist devletler için meseleyi bir ölüm-kalım sorunu haline getirmiştir. Ortada bir varlık yokluk; ölüm-kalım sorunu olduğundan başka türlü olması da beklenemez.

3-Türkiye’nin tüm iç ve dış politikası, ancak a)bu temel üzerinde ve b)emperyalizmle bağımlılık ilişkileri temel alınarak doğru tahlil edilebilir.

Marksizm bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur. Hemen herkesin bildiği ve kabul ettiği bu temel düşünce, sıra, olayların, devletlerin politika ve eylemlerinin tahlil edilmesine geldiğinde yine herkesin unuttuğu bir şey oluyor.

Oysa Türkiye’nin tüm eylemlerini, iç ve dış politikasını anlamanın anahtarı, başta ABD (NATO) olmak üzere, tüm emperyalist devletlerle ilişkisini çözümlemektir.

Bu konuda anlamak ve doğru analizlerde bulunmak için doğruluğu pratikle kanıtlanmış gereğinden fazla veri, olgu, açıklama var.

Türkiye’nin Suriye’den Irak’a; oradan Libya ve şimdi de Ermenistan-Azerbaycan üzerinden Kafkasya’ya kadar uzanan geniş coğrafyadaki faaliyetlerinin gizi bu ilişkide saklıdır.

Daha önce defalarca işaret ettik: Türkiye’yi Türkiye olarak değil, NATO ve ABD olarak okumak gerekir. Türk askerinin Suriye topraklarına, Rojava’ya, Irak’a, Libya’ya, Şimdi de Karabağ meselesi üzerinden Azerbaycan-Kafkasya’ya ayak basması, oraya yerleşmesi NATO’nun; dolayısıyla ABD’nin o topraklara yerleşmesi olarak kabul edilmelidir.

Mürekkebi kurumamış bir haber bu konuda yeterince aydınlatıcı. Haber şöyle:

“Bloomberg'e konuşan üst düzey bir Türk yetkili, Türkiye'nin Moskova'ya yakınlaşarak NATO'ya ihanet ettiğinin konuşulduğunu ancak bunun çok yanlış olduğunu söyledi. Yetkiliye göre Türkiye, Rusya'nın bölgede oluşturmaya çalıştığı etki alanına karşı mücadele eden yegane NATO gücü.”

Türkiye, “Rusya’nın bölgede oluşturmaya çalıştığı etki alanına karşı mücadele eden yegane NATO gücü”dür; bundan kuşku yok. Suriye, Suriye’nin İdlib’i, Libya, Ukrayna ve şimdi de Kafkasya bölgesi, söylenenleri kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlıyor. Türkiye, her yerde Rusya’nın karşısına çıkan, ABD’nin Suriye’yi Rusya için bataklığa çevirme hedefiyle uyumlu hareket eden “yegane NATO gücü”dür.

Rusya’nın çevrelenmesi, askeri, ekonomik ve diplomatik yönlerden kuşatılması emperyalist-kapitalist devletlerin dünya emekçi halklarına karşı sürdürdüğü dünya savaşının temel hedeflerinden biridir. Bu, Rusya’nın “sosyalist” olup olmamasıyla alakalı bir durum değil. Bu, emperyalistlerin eski Sovyet topraklarında sosyalizmin en ufak kırıntısından; Sovyet halklarının bilinç ve kalplerinden sökülüp atılamayan sosyalizm potansiyelinden duyulan korkunun sonucudur. Sosyalizm korkusu emperyalist-kapitalist devletlerin tüm politikalarının temelindeki ana faktördür. Türkiye ise, bir karşı-devrim üssü, bir anti-komünist merkez olarak, bu savaşta önemli görevler üstlenmiştir.

Dinci faşist iktidar bu misyonun son derece bilincinde. İktidar sözcüsünün şu sözleri bunu gösteriyor:

Herkes şunun farkında aslında, bir sürü eleştiri getirseler de sonuçta NATO toplantısına girildiği zaman Türkiye'nin kendi güvenliği için aldığı tedbirlerin aynı zamanda NATO'nun güvenliği için alınmış bir tedbir olduğunun herkes farkında. Bir sürü eleştiri getirenler bile içerideki toplantılarda bunun altını çizmeye devam ediyorlar.” (Ömer Çelik 06.12.2019 Hürriyet)

Türkiye’nin kendi güvenliği için aldığı tedbirler aynı zamanda NATO’nun, dolayısıyla ABD’nin güvenliği için alınmış tedbirlerdir. Bunu anlayamayanlar ABD’nin bir gecede, aniden Türkiye’ye Rojava’yı işgal izni verdiğini anlayamazlar. Anlamıyorlar da...

Bunu anlamayanlar, ABD’nin izni ve onayı olmadan bir uçağını bile kaldıramayacak durumdaki Türkiye’nin Libya’ya, Irak’a ve şimdi de Ermenistan-Karabağ’a yönelik saldırgan bir politika izlediğini, Rusya’ya meydan okuyacak şekilde dinci faşist çetelerini mobil bir katil sürüsü olarak oraya buraya taşıdığını anlayamıyorlar. Anlamayınca “alt emperyalist” gibi uydurma kavramlarla durumu açıklamaya çalışıyorlar. Oysa, örneğin her adımda Almanya’nın koruyucu kanatlarını Türkiye’nin, dinci faşist iktidarın üzerinde görmek mümkün. Bu Almanya ki, “dokuz canlı Navalny” için dünyayı ayağa kaldırırken Cizre, Nusaybin, Sur ve daha nice katliamlar için dinci faşist iktidara karşı kılını bile kımıldatmamıştır.

Uzatmadan, sözü NATO Genel Sekreteri, Stoltenberg nam kan emicinin açıklamasıyla noktalayalım:

“NATO, Türkiye'nin etrafındaki güvenlik durumunu ciddiye almaktadır. Türkiye için desteklerini diğer müttefiklerimizde arttırma konusunda karar almışlardır. Türkiye'nin güvenliği NATO için önemlidir.