Atalarının ayak izinden Libya’ya “fetih” için giden Osmanlı torunları kapana mı kısıldılar? Durum bunu gösteriyor. Süreç, gittikçe hızlanan adımlarla ilerliyor.

RTE kaptanlığında hareket eden dinci faşist iktidarın ve faşist devletin Libya kapanına nasıl kısıldığını adım adım izleyelim.

İlk işaret, “Müslüman kardeş” Sarrac’ın “Ateşkes” kararıyla gelmişti. 23 Ağustos tarihli yazımızda bu kararın RTE ve şürekasının duymak isteyeceği en son şey olduğunu yazmıştık. Faşist devlet, Suriye’den dinci faşist çetelerini, bunca silahı, kendi subaylarını, MİT’ini itini “ateşkes” olsun diye göndermemiş, bunca masrafa bunun için katlanmamıştı.

Faşist devlet, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” sloganıyla hareket etmişti. Libya’dan kaz bekliyordu.

Müslüman kardeş” Sarrac’ın ihanet kokan bu adımına Türkiye, Libya’daki adamı, Libya İçişleri Bakanı Fethi Başağa ile yanıt vermeye çalıştı. Sarrac hükümeti aleyhine “kitle gösterileri” bir gecede patlak verdi. Oysa Sarrac Hükümeti, Türkiye’nin Libya’da tutunduğu tek daldı.

Şimdi bindiği dalı kesmekle meşguldü.

Sarrac, Fethi Başağa üzerinden Türkiye’nin attığı bu adıma, Fethi Başağa’yı görevden alarak yanıt verdi. Ne de olsa Başbakandı!

Türkiye, Sarrac’ı ayağına çağırarak bir “görüşme” yaptı. Buna “fırça attı” da diyebiliriz. Libya’ya döndükten hemen sonra Sarrac, Fethi Başağa’yı görevine iade etti. Türkiye, Sarrac’ın bir kalemde silip atamayacağı koruyucu bir güçtü hala.

Ancak ok yaydan çıkmıştı bir kere. Sahada, Libya petrolleri yağmasından pay kapmak için, akbabalar gibi, hazır bekleyen pek çok güç vardı. Macron, anında Sarrac’a can simidi attı; “korkma arkanda ben varım” demek için Fransa’ya çağırdı.

Almanya, ABD devreye girdiler. Sonuçta, Libya savaşının iki ana tarafını, Sarrac’ın UMH’si ile Tobruk Temsilciler Meclisi’ni Fas’ın Buznika kentinde bir araya getirdiler. 6-7 Eylül’de Libya Diyalog Toplantısı adıyla görüşmeler başladı.

Beş gün süren görüşmelerin ardından tarafların “önemli görevlerin paylaşımında uzlaştı”ğı açıklandı.

Libya krizinde yeni bir süreç başlamıştı; arkası gelecekti.

Geldi. Sarrac, Ekim ayı sonu itibariyle başbakanlık görevini bırakacağını açıkladı. Türkçesi, Sarrac istifa ediyordu. Peki, Türkiye’nin Libya’daki tek dayanağı olan UMH istifa ederse, bu hükümetle yapılan anlaşmalar ne olacaktı? Özellikle, Akdeniz’deki kaynakların yağmalanması konusunda dayanak yapılan ve geçtiğimiz yılın Kasım ayında imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”? Devlette devamlılık esastır denebilir ama Libya’da devlet yok ki!

Faşist devlet ve tekelci sermaye sınıfı bu “mutabakat muhtırası”na ne çok ümit bağlamıştı oysa! Faşist devletin basını peşin parayı görmüş Nasreddin Hoca’nın alacaklısı gibi mutluydu. Akdeniz’de “Hilal Birliği” kurulmuş, “Petrol ittifakının planları bozulmuş”; Türkiye “meşru sınırlarını yeniden ilan etmiş”ti.

Fetih” hazırlıkları tamamdı aslında. Üç nal tamam, geriye bir nal bir de at bulmak kalmıştı ki pek bir şey değildi bunlar(!).

Gelgelelim, üç nal bulacak kadar mesafe kaydedilmişti ama bazı şeyler yine de ters gidiyordu. Ters giden şeylerden biri, BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) 15 Eylül tarihli kararı idi. BMGK kararına göre Libya’daki “tüm paralı askerler çekilecek”ti. Orada “Wagner” grubuyla paralı asker bulundurduğu iddia edilen Rusya üzerine alınmadı. Veto yetkisi olduğu halde bu yetkisini kullanmamasından bunu rahatlıkla anlayabiliriz.

BAE, Libya’ya müdahale ediyor, silah yığıyordu ama “paralı asker”i yoktu. Geriye kala kala “bizim silahşörler”in paralı askerleri yani dinci faşist çeteleri kalıyor. BMGK kararı, en azından bunları hedef tahtasına koyuyordu ki, karardan kısa bir süre önce yayınlanan BM Libya Raporu da Türkiye’yi işaret ediyordu.

BM Raporu, BAE ile Türkiye’nin Libya’ya “kapsamlı, aleni ve yaptırım tedbirlerini tamamen hiçe sayar şekilde” silah sevkıyatı yaptıklarını belirtiyordu. BMGK kararı, Hafter güçlerinin petrol bölgeleri üzerindeki ablukayı kaldırarak petrol üretimine izin vermesini istiyordu. Hafter, kararın bu maddesine uyacağını, ablukayı kaldırarak gösterdi ancak bir şartı vardı: Petrol gelirlerinden Türkiye ve silahlı çeteler yararlanmayacaktı. Petrol gelirlerinin dağılımını organize edecek bir komite kurulmuştu ve komitenin başlıca amaçlarından birisi, petrol gelirlerinden Türkiye’nin yararlanmasını engellemekti.

Sarrac ve Tobruk merkezli güçler bu konuda ortak komite kurduklarına göre, konu üzerinde anlayış birliği içinde olduklarını söylememizde hiç bir sakınca yok. Türk tekelci sermaye sınıfı ve faşist devlet, petrolden akacak dolarlar hayali üzerine bir bardak su içebilirlerdi artık. Petrol hayalleri uçup gitti, ama elde iki bin dolarlık maaşa bağlanan binlerce çete kaldı.

BMGK, bileti kesti, dönüş yolu gözüktü. Libya’da kapılar kapanıyor. Kapılar kapandığında kendisini “usta” ilan eden birilerinin Libya kapanına düştüğünü hep birlikte göreceğiz.