Dinci faşist iktidarın ve onun başının “dünyaya meydan okuyan” açıklamaları, doğrudan ya da dolaylı, kimleri etkilemedi ki?
Türkiye’ye “alt emperyalist” kategorisi uyduranları mı istersiniz, Türkiye “eksen değiştirip Avrasyacı oluyor” diyenini mi istersiniz, başta Almanya olmak üzere, bütün Avrupalı emperyalist devletlere meydan okuduğunu düşünenleri mi istersiniz, hepsi var.
Gerçeğin böyle olmadığını biliyor ve sürekli işaret ediyorduk. Çıkış noktamız gayet basitti: Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığını ve tekelci kapitalist yapının zayıflığını sürekli göz önünde bulunduruyor; açıklamaların, boş laf salatasının, düşüncelerimizi etkilemesine izin vermiyorduk; hepsi bu.
Ama bunu, Türkiye’nin olmayan gücünü, “asrın lideri”nin hiç sahip olmadığı etkisini balon gibi şişirip duran, sonra da dönüp şişirdikleri şeye inanan dar kafalı sosyal reformistlere, uzlaşmacı küçük burjuva sosyalistlere, oportünistlere bir türlü anlatamadık.
Hep şuna işaret ettik: Dinci faşist iktidarın arkasında başta Almanya olmak üzere, belli başlı Avrupalı emperyalist devletler, ABD ve NATO var. Bu güçler, başından beri dinci faşist iktidarın arkasında durdular.
Çünkü Türkiye, birincisi, “ayaklanmalar yüzyılında” ve emekle sermaye arasında dünya yüzeyine yayılmış iç savaşın varlığı koşullarında, özellikle Ortadoğu’da bir karşı- devrim merkezi olarak, emperyalist-kapitalist sistemin önemli bir halkasıdır. Bu önemli halka 70’li yıllardan bu yana birleşik devrimin tehdidi altındadır.
12 Eylül faşizminin amaçları dahil, yakın geçmişi şimdilik bir kenara bırakırsak günümüze ilişkin şunu görürüz. NATO’sundan ABD’sine oradan Avrupalı belli başlı emperyalist devletlere ve Türkiye işbirlikçi tekelci sermaye sınıfına kadar hepsi dinci faşist iktidarı birleşik devrime karşı mücadele edebilecek en iyi araç olarak görüyorlar.
Bu gerçek, şimdi gün yüzüne, en somut haliyle ortaya çıkmaya başlıyor. Doğu Akdeniz’de savaş düzeyine oldukça yaklaşan gerilim nedeniyle Türkiye’yi sakinleştirip dizginlemeye çalışan AB yetkilileri, örneğin, AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, Türkiye’ye bakışlarını ve desteklerini şöyle itiraf ediyor:
“Evet, Türkiye sıkıntılı bir bölgede. Ve evet, önemli miktarda fonla desteklediğimiz milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapıyor. Ancak bunların hiçbiri, komşularına gözdağı verme girişimlerinin gerekçesi değildir”
Bu sözlerin şimdilik itiraf mahiyetindeki kısmı bizi ilgilendiriyor. Burada, hırsızın merdi “şecaat arz ederken sirkatin” söylüyor; Türkiye’yi nasıl desteklediklerini itiraf ediyor. Avrupa, sadece milyar euroları akıtmakla kalmadı, özellikle Almanya’nın silah, silah teknolojisi, ticaret, turizm, uluslararası platformlarda diplomasi dahil her yönden desteklediğini biliyoruz.1
Angela Merkel, genel olarak Türkiye, özel olarak dinci faşist iktidara ve onun başına hep kalkan olmuştur.
NATO dahil, emperyalistler Türkiye’yi Ortadoğu’da emekçi sınıfların, ezilen halkların olası devimci kalkışmalarına karşı bir karşı-devrim merkezi; İsrail’in güvenliği için bir emniyet supabı ve Rusya’yı güneyden kuşatacak bir güç olarak tanımlamışlardır. Türkiye, kendisine verilen bu görevi bugüne kadar sadakatle yerine getirmeye çalıştı.
Buna karşılık emperyalistler, Türkiye’nin ya da günümüz için buna dinci faşist iktidar da diyebiliriz, Kürdistan’daki tüm katliamlarını, Suriye, Rojava ve Irak saldırı ve toprak işgallerini, hak ve özgürlükler adına ne varsa ortadan kaldırmasını çoğu zaman doğrudan ya da bazen sessiz kalarak ama her durumda desteklemişlerdir.
Peki bugünkü kavga nereden çıktı?
İşin özü şudur: Tekelci sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidar, kendisine verilen önemli rolün bilincinde olarak, bal tutan parmağını yalar hesabı yaparak, Doğu Akdeniz ve Libya’daki yağmadan pay talep etmeye başladı. Ortadoğu halklarına, Rusya’ya, Suriye’ye ve gerektiğinde İran’a karşı kullanması için kendisine sağlanan askeri gücü, bir dinci uyanıklığı ile yağmadan pay kapmanın aracına çevirmeye çalışınca ipler gerildi.
ABD dahil, Avrupalı emperyalistler işte bu noktada “Kandıralı sen de dur” diye komut verdiler. Ama bizimki Kasımpaşalıydı ve oyunun kurallarını Kasımpaşalı kabadayılar gibi anlıyordu. Durumun böyle olmadığını anlatmak ve kavratmak için AB devreye girdi. AB’nin sopası zayıftı ama yeri ve zamanına göre askeri güçten daha etkili olacak parası vardı. Muslukları kısmakla tehdit edince “Oruç Reis”imiz soluğu Antalya Limanı'nda aldı.
AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, “Ancak bunların hiçbiri, komşularına gözdağı verme girişimlerinin gerekçesi değildir” sözleriyle demek istiyordu ki, “biz sana Suriye’de görev verdik ama bu sana yağmadan pay talep etme hakkı doğurmaz.”
Şimdi, 24-25 Eylül tarihlerinde yapılacak “AB Liderler Zirvesi” toplantısı bekleniyor. Türkiye’ye, bu süreye kadar askeri güçlerini Doğu Akdeniz’den çekmesi ve tehditlerine son vererek Yunanistan’la masaya oturması için uyarıda bulundular. Avrupa Parlamentosu, dün yaptığı toplantıda, bu süreye kadar istenen koşulları yerine getirmez ise Türkiye’ye ek yaptırımların uygulanması kararı aldı.
Avrupalılar, Türkiye üzerine yıkıcı sonuçlar yaratacak kararlar almazlar. Fakat, yıkıcı kararlara gerek kalmadan, ekonomik ve ticari alanda alınacak bir kaç yaptırım kararının dinci faşist iktidara nasıl boyun eğdireceğini hep birlikte göreceğiz.
Bunu biliyoruz da Türkiye’ye “emperyalist kategoriler” uydurmakla meşgul olanlar bu işe ne diyecekler, merak ediyoruz.