Devletin iflasa doğru gittiğini ya da iflas etmek üzere olduğunu nerden anlarsınız? Vergiye saldırmasından. Tıpkı aç bebeğin anne memesine saldırması gibi vergiye saldırır devlet. Marx boşuna dememiş, “vergi hükümeti emziren bir memedir” diye.

Peki, ya devletin emdiği meme kurumaya, süt vermeyecek noktaya gelmişse? Bebek için kıyamettir. Devlet için de. Devletin bebekten farkı, sağa sola saldıracak birilerini daima bulmasında.

Türkiye’nin uzak olmayan tarihinde örnekleri vardı. 12 Kasım 1942’de CHP hükümeti döneminde çıkarlan “Varlık Vergisi” böyle bir örnektir. “Varlık Vergisi” sözkonusu dönemde hem sıfırı tüketmiş devletin kasasına para girmesi hem de Türk olmayan burjuvalardan Türk burjuvalara doğru paranın el değiştirmesi getirilmiş bir vergiydi. Yani iki amacı vardı ya da bir taşla iki kuş vurmak istemişti CHP hükümeti.

Ancak şimdiki durum 40’lı yıllardan farklı olmakla birlikte benzerlikler de var. Öne çıkan benzerlik, devletin iflas noktasına gelmiş olmasıdır. Dün gazetelerde çıkan bir haber, devletin iflas noktasında olduğunu; kasasına para koymak için gayrimenkuller üzerine “rant vergisi” getirdiğini “müjdeliyordu.”

Rant, kapitalist özel mülkiyet ilkelerine göre toprak sahibine gitmesi gereken “gelir”, bu “kutsal” ilkeleri ayaklar altına alma pahasına, devletin kasasına akacak. Ayrıntıya girmeye gerek yok. Şu kadarını söylemek yeter: Düne kadar, şehir imar planında değişiklik olur da değeri artar umuduyla yerleşim yerlerinde arsa kapan kapitalistler ya da para sahipleri bundan böyle böyle hayaller kuramayacaklar.

Geçtiğimiz yıl, hükümet, sessiz sedasız, “değerli konut vergisi” diye yeni bir vergi türü icat etmişti. Aslında özü bakımından, yeni getirilen “rant vergisi”nden pek bir farkı yok. O da, kapitalizmin toprakta özel kapitalist mülkiyet ilkesine aykırıydı. Ama biçimdeki fark, sanki sadece zenginlere karşı getirilmiş bir vergi görüntüsü olması dikkatlerden uzak kalmasına yaradı. Bu seferki, toprakta kapitalist özel mülkiyete apaçık bir saldırı biçiminde.

Varlık vergisi de böyleydi. Kapitalist özel mülkiyet ilkelerine açık bir saldırıydı, ama esas olarak Türk olmayanlara yönelikti ve amaçlarından biri devlet kasasını doldurmaksa ikinci amacı sermayenin el değiştirmesini devlet zoruyla sağlamaktı. Türk burjuvazisi, “Varlık Vergisi”sinde yarım bıraktığı işini “6-7 Eylül yağmalamaları”yla tamamlamaya çalıştı.

Zamanın Başbakanı ırkçı-faşist Şükrü Saraçoğlu “Varlık Vergisi”yle ne yapmak istediklerini şu sözlerle açıklıyordu:

Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”

Bu faşistin sözünü ettiği fırsat, II.Dünya Paylaşım Savaşıdır. Türkiye savaşta değil, ama savaş koşulları kapitalist ekonomiyi iflas noktasına sürüklemiş. İflastan kurtuluş için saldıracakları ilk şey vergidir; saldırıyorlar. Bu arada Türk olmayanların malına mülküne el koyup Türklere vermeleri ikincil sonuç oluyor onlar için.

Türkiye bugün resmen ilan edilmiş bir savaş içinde değil. Ama biliyoruz ki, Suriye’den Irak ve Libya’ya, oradan Kıbrıs, Yunanistan, D.Akdeniz’e kadar oldukça geniş bir coğrafyada ya ilan edilmemiş bir savaş içinde ya da savaşın kıyılarında gezinmektedir.

Covid-19 pandemisinin olağanüstü ağırlaştırdığı ekonomik kriz koşullarında savaş masrafları tekelci kapitalist ekonomiyi ve devleti tam iflasa sürükledi. İthal mallara getirilen yeni gümrük vergileri, motorlu araçlara getirilen vergiler, varolan vergi oranlarının yükseltilmesi vb vb. bunların hiç biri devleti doyurmadı, masraflarını karşılayamadı. Anlaşılan Katar ineğinde de sağılacak süt kalmamış.

Katar ineğinde süt kalmamış ama Libya’daki dinci faşist tosuncuklar, “mama” diye ağlıyorlar. Suriye’deki tosuncuklar, Tel Abyad ve Gri Spi’deki tosuncuklar da öyle. Onlar sadece silah ve mühimmat değil, üzerinde anlaşılan iki bin dolarlık maaşlarını da istiyorlar.

Nereden gelecek bu para? RTE, sıfırladığı paralarını devletin bu masrafları için kullanacak değil ya! “Vatan, Millet, Sakarya” tamam da bir yere kadar! Hem, halkımız ne demiş, “hazıra dağ dayanmaz.” Kim bilir, Katar ineğinin çobanları da RTE’ye böyle demiş olabilirler. Sağ, sağ nereye kadar!

İthalatı kısarak giderleri azaltmak için ithal mallara sürekli yeni vergiler getirirken, ihracatta süren düşüş bu önlemlerini de boşa çıkarıyor. Dış ticaret açığı giderek büyüyor. Yani Türkiye, her ay dışarıya sattığından fazlasını dışardan almak zorunda. Bu yeni bir durum değil, tekelci kapitalist ekonominin yapısal sorunudur. Ama şu pandemi ve savaş koşullarında bu yapısal sorun devletin tüm soluk borularını tıkıyor. Nefes alamayacak durumdalar.

Tekelci kapitalist düzen ve onun politik güçleri, ayakta duramıyorlar. Bir yanda baskı, terör ve tüm zor yöntemlerini artan şekilde ve sınırsızca devreye sokarlarken bunları finanse edecek kaynakları bulmak için kapitalist özel mülkiyetin ilkelerini çiğnemek dahil her yola başvuruyorlar.

Sallasan yıkılacaklar!