Dinci faşist iktidarın savaş gibi toplumu derinden sarsacak, kimsenin önceden kestiremeyeceği girişimlerde bulunması dahil, emekçi kitlelerde öfke yaratacak her adımı, izlediği her politika seçime endeksli açıklanır oldu.
Bu konuda başı çekenler, parlamento ve seçimlerden başka bir mücadele aracı tanımayan sosyal reformist partiler, küçük burjuva uzlaşmacılar ve liberaller oluşan politik karışımdır.
Onlara göre, Ayasofya Cami'ye mi çevrildi, RTE ve şürekasının oy hesabı nedeniyledir. Minbere kılıçla mı çıkıldı, dinci faşist kitleyi konsolide edip oylarını artırmak içindir. Yunanistan’la, Fransa’yla savaşın eşiğine mi geldiler, olası bir erken seçimde oy yüzdelerini yükseltmek içindir.
Liste böyle uzayıp gider.
Devam etmeden önce şunun altını çizelim: Elbette hiçbir toplumsal gelişme tek yanlı sonuçlara yol açmaz. Özellikle toplumun tüm sınıflarını etkileyecek büyük toplumsal girişimler çok yönlü etki ve sonuçlara yol açar ve bu nedenle bu tür gelişmeler değerlendirilirken çok yönlü ele alınmak zorundadır.
Bununla birlikte, her politikanın, her girişimin bir temel amacı, bir temel hedefi ve temel sonuçları olur. Burada önemli olan nokta, bu çok yönlü etki ve sonuçlardan hangisinin başat, belirleyici, süreci açıklayıcı olduğunu doğru tespit etmektir. Lenin’in sözleriyle söyleyecek olursak, yakaladığımızda, zincirin tümüne sahip olmamızı sağlayacak halka hangisidir; bunu saptamak gerekir.
Dinci faşist iktidarın korkusu seçimlerde kaybetmek mi? Bu soruya olumlu yanıt veren kişi ya da politik hareket için ne tarihten ne de yaşadıklarından bir şey anlamış, bir şey öğrenmiş diyebiliriz.
Dinci faşist iktidarın korkusu seçimleri kaybetmek değildir. Çünkü dinci faşist iktidar, ya kaybedeceği seçimleri yaptırmayacak ya da düzenleyeceği seçimleri mutlaka kazanacak biçimde ayarlayacaktır.
Dinci faşist iktidar gerçekte bu olguyu açıkça ortaya da koymuştur. Defalarca işaret ettiğimiz şu örnek bile, anlama yeteneği olan biri için yeter: 2015 Haziran seçimlerini dinci faşist parti kaybetmesine ve azınlık durumuna düşmesine rağmen hükümeti devretmemiştir. Şimdinin “sert” muhalifi, Davutoğlu, bu politikanın ana aktörlerinden biriydi.
Arkasından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, kaybetme riski ortaya çıkınca, oylar sayılmadan kendini “Başkan” ilan etti; itiraz edenlere “atı alan Üsküdarı geçti” dedi ve yoluna devam etti. “Adam kazandı” tweeti ile CHP ve onun adayının RTE’nin kendini “başkan” ilan etmesindeki büyük rolünü de unutmamak lazım.
Arkasından, yerel seçimlerde dinci faşist iktidarın izlediği politika halen hafızalarda taze, üzerinde durmaya gerek yok. Ancak bir farkla ki, konu eninde sonunda yerel seçim/belediyeler olduğu için dinci faşist iktidar son anda seçim sonuçlarını tanıma yoluna gitti.
Faşist devletin ve tekelci sermaye sınıfının, parlamenter bakış açısına da sahip olsa, “sosyalist” eğilimli bir partinin parlamentoda, bırakalım çoğunluk elde etmeyi, etkin olmasına dahi izin vermeyeceğini biliyoruz. Bu gerçeği, sosyal reformistlere, “Bilal’in anlayacağı” dille de anlattık.
TİP tarihinden, 1969 seçimlerinden örnek verdik. Olmadı, 1994’te DEP’in başına gelenleri aktardık. Ne var ki, sosyal reformistlerin burjuvaziye güvenleri ve parlamenter yola bağlılıkları öylesine güçlü ki, ne bir şey anlayacak ne de bir şey öğrenecek halleri kalmış.
Oysa dinci faşist iktidarın başı, değişik vesilelerle de olsa seçimlerle hükümetin değişmesine izin vermeyeceklerini defalarca, dobra dobra açıkladı.
“Sistemi çalıştırmayacak herhangi bir gelişmeye fırsat vermeyiz. (..) 7 Haziran’da da sistemi tıkayanlar veya tıkamak isteyenler oldu. Ben cumhurbaşkanı olarak sistemin önünü açtım. Ve hemen 1 Kasım seçimine gidildi. Kasım seçiminde halkımız, milletimiz ‘bu böyle olmaz’ dedi. Ve tek başına AK Parti’yi tekrar iktidara getirdi. Ve sistemin önü açıldı, çalışmaya başladı.”
Burada söz konusu olan bir sistem değişikliği, barışçıl yolla da olsa sosyalizme geçiş filan değil. Dinci faşist iktidar, düzen içi de olsa artık bir hükümet değişikliğine izin vermeyeceklerini, “sistemi çalıştırmayacak herhangi bir gelişmeye fırsat verme”yeceklerini açıklayalı kaç yıl oldu.
Sorunun gerçek nedenini, kaynağını görebilmek için RTE’yi böyle konuşturan güce bakmak lazım. Türkiye ve Kürdistan’da iktidarların politika ve tutumlarını kişi ya da partilerle açıklamak bir alışkanlık haline geleli çok oldu. Kişi ya da partilerin gerçek iktidar sahipleri oldukları sanılır ve böyle fikir yürütülür. Oysa tüm kapitalist ülkelerde gerçek iktidar sahipleri kapitalistlerdir; tekelci sermaye sınıfıdır. RTE ve onun dinci faşist iktidarının arkasındaki güç de Türkiye tekelci sermaye sınıfıdır.
Bu sınıf, birleşik devrime karşı tüm yetkileri merkezileştirerek dinci faşist iktidara ve onun başının eline vermiştir. Dinci faşist iktidarın attığı her adım, birleşik devrimin yenilgiye uğratılması, tekelci sermaye sınıfının egemenliğinin korunması ve ayakta tutulması içindir.
Bu yüzden anlama yeteneğini yitirmemiş olanlara yıllar önce “sandıkla gitmeyecekler” demiştik.
Anlama ve öğrenme yeteneğini yitirenlere yapacak bir şey yok.