Doğu Akdeniz’de savaşa doğru dörtnala gidildiği artık herkes tarafından kabul ediliyor. Bu, son anda ortaya çıkacak bir girişimin savaşı önleme ihtimalini içeriyor elbette. Böyle bir girişim ortaya çıkar mı, çıkarsa başarılı olur mu belli değil.
Rusya, dün itibariyle, Dışişleri Bakanı Lavrov üzerinden muhtemel savaşın tarafları arasında arabuluculuğa hazır olduğunu açıkladı.
“Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı Anastasiadis ile yaptığı görüşmesinde, ‘Akdeniz’deki durum bizi endişelendiriyor. Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkiler bakımından, diyaloğun başlatılmasına yardım etmeye hazırız’ dedi.”
Rusya’nın arabuluculuğu kabul edilir mi, edilse bile başarılı olur mu, bunlar yanıtı olmayan sorulardır. Çünkü, hem D.Akdeniz’de hem de sözkonusu bölgenin dışında olduğu halde bölgeye etki eden sayısız iradenin çarpışması sözkonusu.
Bugün bir devletin ya da devletler grubunun bir girişimi yarın başka bir devlet ya da devletler grubunun girişimi tarafından kesintiye uğratılıyor vb vb.
Bütün bu belirsiz tablo içinde bir nokta kesin: Bu bir paylaşım savaşıdır. Bu paylaşım savaşı emperyalist ve gerici devletler tarafından yürütülmektedir. Emperyalist ve gerici devletler arasında yapılacak bir yağma, bir paylaşım savaşında paylaşma sadece ve sadece güce göre yapılır. Emperyalist ve gerici devletlerin gücünü ölçmenin tek yolu ise savaştır. Gücü ölçecek başka bir yol yoktur.
Buradan şu kaçınılmaz sonuca ulaşıyoruz: Arabuluculuk girişimleri başarılı olsa bile, bu başarı, savaşı gelecek bir tarihe ertelemekten başka bir işe yaramaz.
Şüphesiz, buradan hareketle savaşın, ne olursa olsun, kaçınılmaz, mukadder bir sonuç olduğu sonucu çıkmaz, çıkarılmamalı. Buradan çıkarılacak sonuç, savaşın tarafları durumundaki ülkelerde sermaye egemenliği ve burjuva iktidarlar ayakta kaldıkları sürece yağma ve paylaşım savaşlarının; dolayısıyla D.Akdeniz’de bir paylaşım savaşının kaçınılmaz olduğudur.
Çünkü bu tür savaşları yöneten, çıkartan; bu savaşlara gerici karakterini veren şey sermaye sınıfı ve onun politik iktidarları olarak burjuva iktidarlardır.
Buradan şu basit ama bir o kadar önemli ve yaşamsal sonuca ulaşıyoruz: Emekçi sınıfların, ezilen halkların yararına olmayan, onlara kan, acı, gözyaşı ve sefaletten başka bir şey getirmeyen bu tür yağma ve paylaşım savaşlarını önlemenin tek yol, her ülkedeki burjuva iktidarların devrimlerle yıkılması; yerlerine halkların devrimci demokratik iktidarlarının, emeğin iktidarının kurulmasıdır.
Gerici, yağma ve paylaşım amaçlı da olsa, bir dış savaş ancak güçlü saikler sözkonusu olduğunda ortaya çıkar. Güçlü saiklerle, ortaya çıkmış ya da çıkmak üzere olan bir savaş, “savaş karşıtı” eylemlerle, “savaşa hayır” sloganı altında yürütülecek kampanyalarla önlenemez. Önlenemediği yaşamda defalarca görülmüştür. Oldukça güçlü ve dünya çapında yürütülmesine rağmen savaş karşıtı kampanya ne Afganistan işgalini ne de Irak işgalini önleyebilmiştir.
Burjuva iktidarlar ve devletler güçlü bir ayaklanma ya da devrimle karşılaşmadan, böyle bir gelişmenin potansiyelini ciddi biçimde görmeden kendisine ganimet getireceğini umduğu bir savaştan vazgeçmez.
Savaş ise, emekçi sınıflar üzerinde yaratacağı yıkım ve yol açacağı sonuçlarla bir devrim için gereken tüm koşulları hazırlar. Böyle koşullar varsa onları daha da olgunlaştırır ve iktidarın emekçi sınıflar tarafından fethini kolaylaştırır.
Devrimci politika, emekçi sınıfların, ezilen halkların çıkarına olan politika işte bu koşullardan bir devrim için, politik iktidarın fethi, ele geçirilmesi için yararlanmaktır.
Devrimci politika budur. Bu politik çizgi, sadece Türkiye ve Kürdistan proletaryası ve emekçi sınıfları tarafından değil, uluslararası proletarya tarafından da izlenmesi gereken çizgidir. İşçi sınıfının, emekçi kitlelerin, ezilen halkların izlemesi gereken politika budur. Ve, sosyal reformistlerin, oportünistlerin, küçük burjuva uzlaşmacıların sustukları, geçiştirdikleri nokta da budur.
Bu saydığımız güçlerin hepsi savaşa “karşıdır.” Hepsi, hükümetlerin savaş politikasına karşıdırlar. Hepsi savaşın yağma ve paylaşım savaşı olduğunu kabule hazırdır. Hepsi kurtuluşun sosyalizmde olduğunu propagandaya dünden razı ve hazırdır. Ama hiç biri, işçi sınıfına, emekçilere, ezilen halklara savaşın yol açacağı koşullardan kendi hükümetlerini bir devrimle yıkma ve iktidarı ele geçirme yolunu göstermez; hiç biri bundan tek sözcükle söz etmez. Hiç biri sosyalizme geçişin biçimi, yolu-yöntemi üzerinde tek kelime etmez. Çünkü, sermaye sınıfı ve onun politik iktidarları için anahtar mesele, can alıcı konu budur.
Sermaye sınıfı ve burjuva politik iktidarlar iktidara dokunmamak, ondan söz etmemek koşuluyla sonu sonuna diğer tüm eleştirileri, tüm karşı çıkışları sineye çekmeye hazırdır. Ama özellikle bir savaş sırasında, savaş koşullarında katlanamayacağı, kabul etmeyeceği nokta, kitlelerin politik iktidarı ele geçirmeye teşvik edilmeleridir, bu yöndeki propaganda ve politik faaliyettir.
Türkiye ve Kürdistan’ın sınıf bilinçli devrimci öncü işçileri devrimci komünist partiyi sosyal reformist, oportünist parti ve hareketlerden bu çizgiye bakarak ayırt etmelidir.